Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

Aile toplumunun nostalji olan iftar ve sahuru

Aile toplumunun nostalji olan iftar ve sahuru

Önceki makalemde, Ramazan günlüğünü, yaşamım içinde bendenizin gözlemleri olarak acizane sundum,

Bugün de evlerimizde yapılan iftar ve sahuru gözlemlemeye çalışalım.

Bir noktaya değinmek isterim.

Yazı başlığımda “Aile toplumu” diyorum. Yıllar evveli apartmanlar yerine geniş bahçeli tek veya çift katlı evler vardı.

Buradaki ailelerin oğulları evlenince baba evinden ayrılmazlar, mevcut binada oda yoksa bahçeye odalar yaparak bir arada olurlardı böylece oğul gelin ve torunlar bir arada yaşam içinde idiler. Bu gün bu durum belki bazı köylerde olsa da şehirlerde maalesef nostalji olmuştur.

***

Ramazan gelmeden evvel evde yapılan veya çarşıdan alınan yiyecekler hazırlanırdı.

Bunlar erişte, şehriye, çorbalık kuskus, dürüm ve saire için kullanılacak yufkalar olarak yapılan hamur işleri ve pilavlık bulgur yanında, ramazaniyelik olarak, çeşitli peynir, zeytin, değişik reçel malzemesi, bal, tahin, pirinç, şeker, hoşaf için kuru meyve kakı, pastırma, sucuk, kavurma, un, yağ ve çerezler gibi malzemeler, alınıp bir nevi stok edilir.

 Bugünlerde çok çeşitli hurma, altmışlı yıllara kadar sadece Hac ziyaretine gidenlerin getirdiği ile kalır. Daha önceleri ise pek bulunmaz durumdaydı. Bu bakımdan dahil etmedim.

***

Diyeceksiniz ki; Bu krizde, bunları kaç aile alabilecek? O da ayrı konu. Ancak şunu belirtmekte yarar var. Bugünlerde maalesef azda olsa kişiler ve kuruluşlarca ele alınan ramazaniyelik yardım.

O günlerde bırakın varlıklıları, orta halliler bile gücü yettiğince fakir  yakınlarına, komşularına ramazaniyelik  sağlamaya çalışırlardı.

***

Ansiklopediler de bile özel olarak geçmektedir bu ramazaniyelikler...

Gerek kendilerine gerekse etraf için alınan ramazaniyelik  bu günler içinde her zaman alınabilir diyeceksiniz.  O günlerde bu yola gidilmez hazırlıklı olunurdu.

Ayrıca hazırlık alımını alanla veren kişiler için, Ramazanın bereketi sayılır, “Evimize kısmet dolar...” inancı ve  duygusu içinde yapılırdı.

Anlayanlara sivrisinek saz…

***

Ramazan aylarının mutfak faaliyetleri, olağanüstü bir canlılık verir. Bunu aile sofralarında bilhassa görürüz.

Her ailenin hanımefendisi “Bugün ne yapayım” diye daha bir başka düşünüş içine girer. Elverdiğince bir şeyler yapmak ister.

O günlerin açıklıkta veya dışarıda ki iptidai örtme (Mutfak) de ki toprak ocaklarda çubuk, tahta veya tezekle yapılan pişirme işlemlerini. Bugünün hanımefendileri bilemez sanırım.

***

İftara yakın, evin hanımları yemek hazırlığına başlarlar.

O gün saç böreğimi, su böreği mi, kıvrım mı, baklava ve diğer tatlılar mı hazırlayacaklar? Yukarıda bahsettiğimiz ocak yerlerinde ki, ocak yanar, üstüne sac konur veya odada, söndürmeli (Yanmış odun kömürü) mangalda büyük tepsilere açılıp konulmuş yufkalar pişirmeye başlanır. Tabii top atılmadan evvel hazır...

Odaya iftar sofrası dediğimiz, büyük tahta veya bakır sini ile sofra kurulur.

Üzeri ramazaniyelik dediğimiz, reçeller, peynirler, pastırma, sucuk, bal, tahin, pekmez vb. ile mevsimi ise salata konulmuş, içli dürümler sıralanmıştır.

Ev halkı, camiden gelecek dede ve babaları beklemektedir.

Herkes tamam olunca kurulan yer sofrasına oturulur. İftar duası ile Yüce Yaradan’a şükürler edilir. İftariyelerden yenmeye başlanır ve yemekler gelir.

Çorbadan başlayan yemek sırası, etli bir yemek, saç böreği veya diğer hazırlanan su böreği veya kıvrım. Arkasından, baklava veya başka bir tatlı, pirinç veya bulgur pilavının yanında hoşaf, mevsime göre karpuz, kavun, veya üzüm ilave edilebilir.

***

Huşu ve sessizlik içindeki yemek sonu, yine sofra duası yapılarak büyükler önden olmak üzere, yer sofrasından geriye çekilinir ve sofra kaldırılır.

Bu arada eksik bahsimiz olmasın. O gün saç böreği yenecekse; hazırlanıp sofraya getirileceği gibi, Ocak başında hem pişirilir hem yenir, veya odaya sıcak, sıcak nakledilir. Başka yiyeceklere ihtiyaç kesp etmez.

Evlerinde lavabo olanlar lavaboya. Olmayanlar ki, altmışlı yıllara kadar yüzde altmışına yakın mevcut olmadığından, odaya getirilen üstü kapaklı el yıkama leğenlerinde, ibrikle dökülen su ile yıkama işlemi tamamlanır.

Kahveler gelir, abdestler tazelenir ve erkekler, arzu eden hanımlar caminin yolunu tutar. Teravi sonu, geceler uzunsa, erkekler yakın kahvehanelere gidip sohbet içinde çay içer. Bazıları sahura yakın evine döner. Kısa gecelerde evinde çay içip yatmaya çekilebilir.

Öyle, Ahmet Rasim ve H.F. Ozansoy’un anlattıkları “İstanbul’da Eski Ramazanlar” da ki eğlenceli yerleri, maalesef Konya’mızda yoktur. Yakın zamanda Belediyelerce yapılmaktadır.

Bu günlerde; İftar davet ve ziyafeti olarak değil. Onu ayrı yazacağım. Ev halkı olan aileler bu şekil iftar sofrası kuruyorlar mı acaba? Yoksa bütçesi elverenler, bazı Konya yemekleri diye sundukları ama o günlerin lezzetine yaklaştıramadıkları, lokanta pardon restoranlarda mı hallediyorlar?..

Bilebilmemiz olanaksız...

Sahur kısmına gelince…

Hz. Peygamberimiz (SAV) in de öğütlediği de dikkate alındığından Ramazan içinde her gece sahura kalkmaya çalışılır. Yıllar evveli önem verilen ve şenlik havası ortamı yaratan bu kalkma işlemine, belki evvelki neşenin bulunamaması ile, biraz geç vakit bir şeyler yemek suretiyle yatanlar da haylice olabiliyor.

Sahurun kendine ait özellikleri var. Yıllar önce evlerde saati bulunmayanlar  olsa da çoğunlukla “colombiya” markalı duvara  kutu içinde asıla bilinen çıngıraklı saatler vardı. Saati olanlar bundan istifade etmekle beraber, top sesi ve davulcuların gümbürtüleri ile uyanırlardı.  

Kırklı yıllar başında yasaklanan davul, kenar semtlerde çalınırdı son yıllarda çoğaldı davulcular ama katlı ve sık binaların ses geçirmede manilikleri, ortamın gürültülü olması pek duyuramıyor. Zaten her evde bolca saat olması bir tarafa. Telefonla bile uyandırmalar mevcut.

Yıllar öncesi davulcuların bambaşka bir çalışı ve söyleşileri vardı. Çocuklar sırf söylenen güzel manileri ve davulun ahengini dinlemek için uyandırılmalarını ısrarla isterlerdi. Nerede o davulcuların sahur davulu sanatı. İki tokmak vurmayla davul çaldık sanıp daha Ramazanın on beşine varmadan kapılardan para toplamaya başlıyorlar. Halbuki zorlayımsı değil gönülden verenlerden Arife günü dolaşarak alınırdı. Bazı kimseler para yanında hediyelerde verirlerdi. Tabii davulcu memnun etmişse.

Sahur başlangıcından evvel ilk atılan top dan sonra beşer dakika ara ile atılan son toplar da şehrimizin en uç semtinde duyulabilirdi yıllar öncesi. Top vesaireyi duymayıp, ancak son ilk topu duyup uyananlar acele bir şeyler yemek veya su içmek zorunda kalırlardı. Şimdileri de var mı bilemem.

Sahur yemeği ayrı bir zevkli işlem. Evin hanımlarından bazıları akşamdan hazırlasalar da, yıllar öncesinde erkenden kalkar, hamurunu yoğurup yufka açar, içlenip kare şeklinde kapatıp tavada kızartarak katmer yaparlar sofraya yetiştirirlerdi.

Bazılarının su böreği veya kıvrım yaptıkları söylenirdi. Çoğunlukla, erkenden kalkan hanımlar, sade yağlı erişte veya şehriye pilavını pişirir sıcak sıcak kordu sofraya.

Sofradakilerin çoğu tahta kaşıklarını doldura, doldura yollarlardı mideye. Başkaca fazla bir şeyler eklenmezdi o zamanlar. Yemek sonu gençler uykuya çekilse de yaşlılar, ibadetle meşgul olur, Ezan okununca caminin yolunu tutardı.

***

Davulun içi pekmez

Çalarım fakat ötmez.

Bir bahşiş vermezseniz

Davulcu buradan gitmez.

***

Ramazan nostaljisine devam nasibi ile..

Bereketli, Sağlıklı İFTARLAR dileğiyle....

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi