Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

2019 sonbahar

2019 sonbahar

Mevsimler hakkında yazmayı severim. Çok severim. Gökyüzünün altında ve yeryüzünün üzerinde yaşarken, hem havayı, hem toprağı; dört bir yanı sarıp kuşatan döngülerin içinde, ortasında ve kucağındayken yani, nasıl sevmeyeyim bunu? Değil midir ki, topraktan yaratılan insan, doğanın ayrılmaz bir parçasıdır? Öyleyse, yeryüzü ve gökyüzü, çok şey demektir. Mevsimler, kallavi değişimler ve esaslı zaman dilimleridir, bir yılın içerisinde.

Zamanın ne kadar çabuk geçtiğini, adeta su gibi akıp gitmekte olduğunu da hatırlatıyor hem bana, mevsimler hakkında kalem oynatmak. Daha dün, sonbahar hususunda yazarken hatırlıyorum da, kendimi… Sanki elimi uzatsam dokunabileceğim yakınlıkta, hemen yanı başımdaki günlerdi, aslında tarihe gömülen ve kemikleri çürümeye yüz tutmuş olan o günler. Dün ve bugün arasına, sene girmiş demek ki! Çünkü bakınız bugün de yine aynı şeyi yapmak üzereyim yine.

Ne diyorduk, her yıl tekrarlansa da, bir daha gelmeyecek olan 2019’un sonbahar ayları…

Nam-ı diğer hazan mevsimi, ilk adımını attı geçen gün, havaya ve toprağa. Fark ettiniz, değil mi? O ayak sesini, gümbür gümbür duydu kulaklarım, bir sabah vakti. Yukarıya, aşağıya, ya da, kendi hizama; gözlerimi ne yöne çevirsem, tahtına kurulmuş halini gördüm onun. Yüzünde manidar bir tebessümle, serin rüzgarlar çıkartarak el sallıyor ve halkı selamlıyordu. Kraliçe… Elbet yakında gazelleri dökecekti, daha dünün meyve veren ağaçlarından. İş bilir mahir bir ustaydı zaten o, kadim yıllardan beri aynı işleri yapa yapa.

Başta yalnızca ayağının ucunu gösteriyor sonbahar, hep. Paldır küldür girmiyor tüm vücuduyla, bir hanenin içine. Önce geldiğini kibarca belli ediyor, ardından, yazdan kalma birkaç günün daha yaşamasına ve yaşanmasına müsaade ediyor -ismine ‘pastırma sıcakları’ denilen- ve o hanenin içine, elini kolunu ve bacağını “ben geliyorum, bakın işte, gelmekteyim” dercesine yavaşça sokuyor, göstere göstere. Tabi bir bütün olarak arz-ı endam etmeye görsün bir defa, sonra ne pastırma, ne sosis, ne de başka türden bir şarküteri sıcağıhak getire,kış mevsimine yüz tutulan günlerde.

Bir de, daha önce de benzeri şeyleri yazmıştım ama tekrarlamadan geçemeyeceğim bir şey var, yine. İçine birazcık kırmızı karıştırılmış ve allanmış, böylece tatlı bir turuncuya dönüp ballanmış sarıdan, soğuk ve kesif, biraz da kekremsi, hiç kırmızısız ve neredeyse üşütüp hasta eden bir sarı tonuna kadar, geniş bir sarı tonu skalası var, bu mevsimin. Hani güne kavuniçiyle başlatıp, akşamında küflü bir limon sarısıyla soğuk aldıran ve hasta eden… Tahtına kurulmuş o oyuncu ve hilebaz mevsimin, tekinsiz bir yanı var diyebiliriz, bu yüzden. Gerçi aynı özellik, ilkbahar aylarında da mevcut. Demek ki, ‘bahar’ demek, insanın yanına muhakkak ‘mevsimlik’ diye tabir edilen, stepne görevi görebilecek, fazladan bir giysi; ceket ya da mont alması zorunluluğu demek.

Bir ilki, bir de sonu olan baharın, kendisi, ortası ve aslı her neredeyse artık! Düşünsenize, bir yıl içinde iki adet bahar mevsimi var ve birinin adı ilkbahar, ötekinin adı da sonbahar. E kendisi hani nerede o zaman, bu baharın? Her sene aklımdan gelip geçen deli sorular…

Yarın öbür gün, pardon seneye, kısmette varsa eğer, yeniden yazarım belki, 2020 sonbaharını bu kez. O zamana değin, sadece hazan zamanı değil, her döngünün başında gelip tahtına kurulan, mevzu bahis o yeni mevsimi seçip görmeye çalışın, siz de. Hepsi ayrı bir güzellikte olan, her birinin cilvesi ve gizemi, şahsına münhasır olan mevsimleri arasın, güzel gözleriniz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi