Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

13. Asr-ı Hicride İftar Sofrası

13. Asr-ı Hicride İftar Sofrası

1930-50’li yıllar arasında müşahede ettiğim Ramazan gün ve iftarlarını önceki yazılarımla sunmaya çalıştım.
Yöresine göre çeşitli değişikte olabilen, o günlerin ramazanında ki insanların yaşamı…
Yokluk içinde bile olsalar (ki bugünün sosyal zenginliği bile yoktu zaten) bir mutluluk ve neşe içinde geçerken.
İnanın hiçbir nahoş olayın görülmesi bir tarafa duyulmazdı bile.
Çeşitli değişiklik dedim. Bir tane örnek vereyim. Yakında ki akraba hatta komşular, İftar zamanı bakır sinilere dizdikleri yine kenarı tırtırlı üstü kubbe şekilli kapaklı bakır üstü kalaylı sahanların içinde ki yemekleri ile birbirlerine iftar yemeğine gittiklerini bizzat müşahede etmiştim.
Ne dersiniz ne güzel bir kaynaşma ve samimiyet değil mi? Bulabilir miyiz acaba bu günlerin stres içinde ki insanlarında?
Maneviyat aleyhtarlığı, bölücülük, cumhuriyet ve laiklik adı altında ki bağrışımlarla cumhursuz bir Cumhuriyet yani sadece kendilerinin hâkimiyete sahip olma istemi veryansın içinde.
Ne diyeyim bu vefakâr millet inşallah Yüce Yaradan’ın izniyle bunları da atlatır, herkes daha bir kaynaşır hale gelir.
***
 Acaba asırlar önce Ramazan iftar daveti, sofra ve yemekleri nasıl olurdu?
 Gelin, İstanbul yaşamımın 1949 yılında Sultanahmet kütüphanesinde okuduğum eski yani Osmanlı yazısı olan gazetelerden 1922’de yayınlanmış Peyam-i Sabah ve Alemdar gazetelerinde ki “Balıkhane Nazırı Ali Bey” tarafından yazılmış “13. Asr-ı Hicri’de Ramazan günleri” yazı dizisinden…
İki kısımdan olan “İftar sofrası” kısmını bu gün, “İftar Yemekleri” yazısını da inşallah gelecek yazımda sunayım sizlere.
Gelin, Nazır Ali beyin o İstanbul dili ve güzel bir üslup içinde anlatımını beraber okuyalım.
***
“Ramazan akşamları verilen iftar ziyafetlerinin, diğer zamanlar da verilen ziyafetlerden farkı, iftar kahvaltısı kısmı olup, halkımızın birbirlerini iftara davetlerinde yemeğin cinsine ve nefasetine dikkat edilmekle beraber, kahvaltı tepsisinin en küçük teferruatına kadar intizamına ayrı bir önem verilirdi.
Reçellerin çeşidi, peynir, havyar, zeytin, sucuk, pastırma, gibi çerezler, ufak tabaklarla tepsiye yerleştirilip sinilerin ortasına konulurdu. Mevsimin çeşitli meyveleri ve salatalar da bunlara mahsus tabaklar içinde, tepsinin etrafına, muntazam şekilde yerleştirilirdi. Zemzem fincanları, Medine Hurması, hardal tabakları konmak suretiyle, iftar sofrası tamamlanırdı.
Çekirdeğinin yemeklere düşmemesi maksadıyla, aslında sofranın süslenmesine yardımcı olmak için, limonlar ortasından kesilip, tüller içinde ipek ve renkli kordelalarla bağlanarak ufak tabaklara konuldukları da görülmüştür. İçme suları, kapalı ve tabaklı Saksonya bardaklarla hizmetçilerin elinde tutulurdu.
Çatal, kaşık, bıçak gibi şeylerin Ramazan’da kullanılması uygun görülmediğinden, kullanmayı âdet edinmiş olanlar da, halkın ayıplamasına hedef olmamak için, bunların yerine mercan saplı, fildişi, sedef ve bağa’dan yapılmış yahut siyah ve beyaz cilalı tahta kaşıklar kullanılırdı.
Gerek bu kaşıklar, gerek has pide ve francala, çörek ve simitler sofranın kenarına dizilirdi.
Birde Ramazan başlangıcından sonuna kadar, halkımızda İşkembe çorbasına düşkünlük vardı.
Zengin ve fakir herkes, sofrasında İşkembe çorbası bulundurmak isterdi.
İftara beş on dakika kala, çorba tasını alıp işkembeci dükkânına giderler, hatta nöbete yatarlardı. Konaklardan uşaklar, ayvazlar, kapaklı çorba kâseleri getirip, kazanın etrafına dizerlerdi.
Yemeğin sonunda mutlaka hoşaf bulundurmak adet olup, Elmastıraş kâseler içinde, dökme tepsilere konulup kenarlarına, içleri ufak kâse kadar çukur ve sapları Bağa veya fildişinden yapılmış kaşıklar konulmak suretiyle hazırlanırdı. Yaz mevsiminde kâselere buzda konulurdu.
Eskiden herkes, minderlerde halka olarak oturup yemek yediklerinden, sofralar alçak iskemleler üzerine sarı veya bakır siniler konulmak suretiyle hazırlanır ve peşkir denilen dokuma bezi, peçete yerine kullanılırdı. Hatta hizmetçilerin, ayaktan peşkirleri herkesin dizlerine rastlatmak şartı ile atmaları birer hüner sayılırdı.
Ezana birkaç dakika kala sofra başına gitmek, iftarın şartlarından idi. Misafirler sofranın etrafında otururlar. Ortada çıt yok. Herkes birbirine küsmüş gibi, yüzler somurtkan beklerler.
Susamlı simitlerin, Bademli çöreklerin, Kazan yağlarının mis gibi kokusu ve o muntazam iftar sofrasının seyrine doyulmazdı.
Bunların içinde, herkesin imrendiği olacağından, velev iki üç dakika da olsa, oruç haliyle sabır ve tahammül istenildiği için, sofradakilerin kimi saate bakar, kimi gözlerini kapatıp hayale dalardı...”
***
Evet, o asırda öyleymiş şimdi de böyle diyelim ve gelecek yazıda, belirtilen zaman içinde ki iftar yemekleri hakkında da bilgi ediniriz inşallah
 ***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi