Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

Yıllar Evvelinin Ramazan Günleri

Yıllar Evvelinin Ramazan Günleri

Birbirimizle kardeşlik, yardım içinde daha bir huzur günleri olması gereken Mübarek Ramazan günlerinde…

Bilhassa siyasilerimizin buna riayeti gerekirken nedense unutmuş olmalılar ki meydanlarda mübarek gün demeyip referandum maddelerinin üzerinde konuşup açıklayacakları yerde…
Oy uğruna toplulukları da yanlarına çekebilmek için birbirlerinin boy, soy vb. ile bohçalarını açmaya çalışmalarını bir garip görerek
Köşe yazılarında, haklı bile olunabilen çeşitli eleştiriler içine girmeme düşüncesi içindeyim.
Bu vesile ile şu rahmet günleri olan oruçlu günlerimizde huşu, dost ve kardeşlik içinde geçirmemizin daha faydalı olacağı kanısındayım.
Böylece her Ramazan günleri yazdığım, bizlere göre daha mutlu gördüğümüz yıllar evveli Ramazan günlerinin nostaljisini sunarak geçirmek istemekteyim.
O günleri yaşayanlar nadir olsa da bilenlerin “öyleymiş” diyerek, gençlerinde bu günleri kıyaslayarak düşüncelere dalışı olabilir kanısındayım.
Âcizane,  belirtmek isterim ki. Bu anlatımım Konya ve İstanbul yaşamımın otuzlu yıllardan ellili yıllara kadar ki oluşumların bizzat müşahedemi oluşturmakta.
Eksiklikler olabilir. Onları da samimiyetime verip bağışlayınız derim.
Ramazan sonuna kadar yazmak istediğim nostaljilerden bazı yerlerde yaklaşık devamlar olsa da tıpa tıp olamamakta
***
Evet, gelelim otuzlardan ellilere doğru gelip geçen Ramazan günlerine…
Önceki iki yazımda Ramazan karşılaması ve ilk gününü konu etmiştim. Bu günde iftar davetleri dışında ailelerin sakin Ramazan günlerinin iftara kadar olanlarının anlatımına girmekteyim.
Sabah namazını kılan ebeveynler, gün ağarırken ayaktadırlar.
Beyler işine gitmek için hazırlanırken hanımefendiler, ihtiyaçları sıralar ve kapaklı sepet veya zembili tutuşturup beylerini uğurlarlar.
Şimdi tamamen mafiş olan ama o zamanlar her Mahalleden geçen ineklerin tersi olup mayıs denilenleri toplayanlarca toplanmıştır ama izleri kalmıştır.
Evin kız ve gelinleri çoktan, kirlenen ve tozlanan toprak veya Arnavut(*) kaldırımlı sokakları, ot süpürgelerle temizlemiş. Sulamışlardır. Parke, Asfalt sokaklar ve belediye temizlikçileri ne gezerdi ki?
Evlerinden çıkıp yola düşen beyler, temizlenmemiş kapı önü görürse şüphe eder.
Komşusunun ismini biliyorsa, “... Beyefendi. Haydi, çıkıyor musun” diye Ünler(**). Böylece o evin durumunu bir nevi yol ile öğrenir. Şayet komşusunun derdi varsa ilgi göstermekten asla geri kalmaz.
Komşusu gelince bir dert olasılığı yok iken kapı önü temizlenmemişse…
Geriye dönüp hanımların tembelliğine karşı onları bir güzel fırçalar, söylenmedik söz bırakmaz. Bu durum o yıllarda binde birdir zaten.
Beyler yaya olarak iş yerlerine giderken rastladıkları komşu ve arkadaşları ile birleşerek devam ederler.
***
Diğer günlere göre daha sakindir Ramazan günleri. Alış verişe gelenlere kolaylık gösterilir. 
Ramazan gelmeden fiyatlar bile geriye çekilmiş herkesin alabilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. 
Çünkü O günlerde bereket fazla olur inancına sahiptirler. Bu günlerin yaşamında görülen, Ramazan fırsatı diye fiyatları ikiye katlamayı asla düşünen bile olmaz.
Öğle, İkindi namazı Ezan okununca, ya kapısını çeker ya da bir örtü ile örtüp camiye giderler. Bu günler de ev içine bile giren hırsızlar yok denecek kadardır o günlerde…
Kavga, bağırıp çağırmalar göremezsiniz. Görseniz de karşıt tarafın biri veya oradakiler “ Ne yapıyorsun Oruçluyuz...” deyince sinirleri gerilen de kendine gelir.
Bunu kanıtlayan bir olayla yedi yaşlarımda karşılaşmıştım.
Halen aynen mevcut Konya bedesten sokağında iki kişi münakaşa ederken bir diğeri hızını alamayıp ellerini kaldırıp karşısındakine vurmak isterken…
Diğeri ellerini tutup “Ben oruçluyum sen değimlisin…” deyince el kaldıran kucaklama yapıp “affet unutmuşum…” diyerek kucaklaşıvermişlerdi.
Böyle olaylarda halli gereken problem varsa etrafta bulunanlar elbirliği ile çözüp kardeşlik havasını pekiştiriverirdi. Bu günlerin çoğalan kavga hatta birbirlerini öldürenleri bile tiyatro seyredermiş gibi durmayı bil(e)mezlerdi.
Beyefendi bu günler gibi, yetişemeyeceği saate kadar iş yerinde kalmaz. Olmayan otosuna veya taşıtlara binmek suretiyle trafikte sıkışarak zaman kaybetmez.
Evde ki iftara yetişecek şekilde iş yerinden hem de çoğunlukla yaya olarak ayrılır yol üzeri fırından ekmeğini, pidesini alır, diğer aldığı malzeme ile birlikte kapaklı sepetine koyup yola düşer.
Bu arada şekerciye de uğrar. Kendi veya başka çocukları sevindirmek için bir şeyler almayı ihmal etmez.
İftar vakti yaklaşırken Hoca, Müezzin ve Cemaat bulunmayabilir(!) diye düşünmeden camiye gider!
Camiye gitmeden önce evine gelebilen beyefendilere evin hanımefendilerince hazırlanmış, içi içli birkaç dürüm verilir. O zamanlar hurma bulunmamaktadır
Beyefendi Cami’ye gelen diğer arkadaşları ile önce Mevlana Müzesi avlusundan atılan fişek sesi ardından Alâeddin tepesinden atılan çaput- barut karışımı top gürleyince, ezan okunmaya başlar ve herkes birbirine ikramla iftarlığını sunarak orucunu açar.
Cemaatle kılınan namaz sonu bir yabancılar varsa onları da iftara davet edip evlere gidilir. İftar sofrasına dua ile oturulur...
Günlüğümüz bu kadar…
İftar sofrası ve sonrasın da tekrar buluşmak nasibiyle...
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle bereketli, afiyetli iftarlar dileğimle…
                        ***
(*)Yassı ve yuvarlak yüzlü taşlardan üst yapısı olan yol.
(**)Bağırarak çağırmak.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi