Yeni süreç
Son bir yıl içinde yaşadığımız genel seçim ve yerel seçim için yaşadığımız propaganda sürecinin maalesef Türkiye'yi önemli bir yol ayrımına getirmiş durumda olduğu görülmektedir.
Bu süreçte dün tehlike olarak nitelediğimiz ne varsa bu gün onu dost edinmiş, dost olarak nitelediğimiz ne varsa bu gün düşman olarak görmekteyiz.
Bu garip akımı ne acıdır ki bugün siyasal erk koltuğunun en yukarısında oturmakta olanlar yapmaktadır.
Bir İslam ülkesi olarak tarif edilen Türkiye'de seçim propaganda döneminde yaşanan bu durum siyasetçilerden kaynaklanan potansiyel tehlikenin ne kadar büyük bir özellik taşıdığını bir kez daha göstermektedir.
Siyasetle ilgisi olsun omasın tüm insanlar için ortaya çıkan bu tehlike maalesef yeni bir olay değil.
Tanzimattan günümüze değin bir biçimde varlığını sürdüren devlet gücüne hakim olma isteği nice siyasetçileri marjinal bir konuma getirdikten sonra bir kenara atmış olsa da işbaşındaki siyasetçiler seleflerinin yolundan gitmekte bir mahzur görmemektedirler.
Türkiye’deki siyasetin yönünün emperyalizmin Türkiye'deki etki gücüyle doğru orantıda geliştiği tartışma götürmez bir gerçektir.
Osmanlı döneminde yaşanan 31 Mart olayından bu yana yaşanan her askeri darbe esasında emperyalizmin bu ülkedeki siyaseti dizayn etme isteğinden başka bir şey değildir.
Emperyalizmin Türkiye'yi doğrudan işgal ettiği Kurtuluş Savaşı sürecinden sonra işbaşına gelen tek parti iktidarının bile gerici isyanların bastırılması ve püskürtülmesi adına yaptığı askeri harekâtlar bile emperyalistlerin fikir ve uygulamalarının yerleştirilmesine yöneliktir.
Emperyalistlerin 2. defa giriştikleri paylaşım savaşı olan 2. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan 2 kutuplu dünya nedeniyle maruz kaldığımız soğuk savaş döneminde de aynı seviyesiz propaganda dönemini yaşadık.
Bu günlerde hemen herkesin siyasette önde olmak amacıyla sahip çıktıkları Demokrat Parti'nin siyasal gücü ele geçirmesi bu ülke yararından daha çok ABD emperyalizminin bölge ve Türkiye üzerindeki nüfusunun artmasını sağlamıştır.
Türkiye'nin NATO şemsiyesi altına girerek sosyalist dünya karşısında kapitalist çizgi içinde yer alması emperyalist politikaların yardım adı altında yeniden piyasaya sürülmesinden başka bir şey değildir.
O günlerde yaşanan siyasi ve ekonomik hayattaki suni rahatlama nedeniyle tehlike olarak görülmeyen bu durum maalesef toplumu emperyalist politikalar konusunda uyarmaya çalışanların siyaseten kötülenmesi ile sonuçlanmıştır.
Türkiye’nin Türklere bırakılmayacak kadar kıymetli bir ülke olduğunu her fırsatta uygulamaları ile gösteren bu uluslararası emperyalist yapı hedef aldığı ülkelerdeki yapılanmasını siyasal hayatın en tepesine oturmak için her türlü faaliyeti yapmaktan başka bir yol görmemektedir.
Bugün siyasi hayatta yaşananlara baktıkça FETÖ başta olmak üzere dün kimin kimlerle birlikte olduğu gibi bu gün de kimlerin kimlerle birlikte olduğuna dikkat etmek gerekmektedir.
Daha dün denebilecek bir geçmişte birbirleri ile dost ve müttefik olanların bu gün kanlı bıçaklı düşman olmaları veya dün birbirlerinin aile ve çocuklarını bile işe karıştırarak hakaret etmekten çekinmeyen düşmanların bu günlerde birbirleri ile ittifak içinde olmaları bizleri şaşırtmamalıdır.
Burada merhum Erbakan Hoca’nın şu sözünü hatırlamanın tam sırasıdır.
Merhum Erbakan Hoca emperyalizmin kurucu düşüncesi dünya Siyonizmi için şöyle demişti sağlığında:
“Siyonizm öyle bir ustadır ki, kim ben mi, hiç Siyonizm'e hizmet eder miyim şarkısını söylettirerek işbirlikçilere askeri talim yaptırır.
İnsan son siyasi gelişmeleri gördükçe kendi kendine “keşke tarih bizi haksız çıkartsaydı da bugünlere tanıklık etmeseydik” demekten kendini alamıyor.
Türkiye’nin 2000 ile 2010 yılları arasında ekonomik olarak çok yararlandığı Çin’den gelen ucuz sanayi malları ile emperyalist Batı’dan aldığı ucuz kredilerin sonu gelmek üzeredir.
Bu aşamada söylenecek söz ise, “Küresel destekle gelen, küresel köstekle gider” den başka bir şey değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.