Yeni İslâm dünyası
Bir bilim adamı, on-on beş sene önce bir seminer kapanış konuşmasında şöyle diyordu: “Biz, 1923’e göre şimdi daha iyi bir noktadayız.” Bu sebeple Türkiye eski Türkiye değil; yeni Türkiye’dir.
1978’de Tuzla Piyade Okulu’nda askeri öğrenci iken bir albayımız tankı bize tanıtırken şöyle demişti: “Evlatlarım! Şu tankın şu parçasını falan NATO ülkesi, şu parçasını da falan NATO ülkesi… şu parçayı da biz üretmekteyiz. Bir savaş anında NATO ülkeleri, ürettiği parçaları bize vermezse bu tankı hareket ettiremezsiniz.” demişti.
NATO’ya rağmen şimdi operasyonlarda kullandığımız araçların %’de 70’ni biz üretiyoruz. İHA, SİHA… gibi. Eskiden yoktu; şimdi Doğu Akdeniz’de faaliyette bulunan sismik araştırma gemimiz var. vs.
Türkiye, çok partili hayata geçtikten sonra on yılda bir darbe yapılmış olsa da, adım adım ilerledi ve son 30 yıl içerisinde yapmış olduğu askeri, siyasi ve ekonomik hamleleriyle yeni Türkiye oldu. Bu güç sayesi ile şimdi AKDENİZ Havzası’nda söz sahibidir. Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım’da imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası, Türkiye’yi bir adım öne taşıdı.
Yeni Türkiye bununla yetinmemeli, tarihi misyonu, kültürel bağlar gereği bir adım daha atıp yeni İslam dünyasını inşa etmeli. Bu bağlamda Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kurmuş olduğu D-8’leri de harekete geçirmeli. Bu, kendisinden beklenmektedir. Bu da askeri, siyasi, ekonomik güç yanında sahip olduğu kültürüyle, ahlaki değerleriyle ve üreteceği paradigmalarla mümkündür.
Bakın o dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’e bir gazeteci sorar:
“Türkiye Bosna Hersek’le niye bu kadar ilgileniyor? Türkiye büyük bir ülke, Bosna Hersek küçücük bir ülke…
Verdiği şu cevap manidardır:
“Niye ilgilenmeyelim, nasıl ilgilenmeyelim? Tarih bizim eteklerimizden çekiyor…” diyor.
Farkındaysanız tarih bizim eteklerimizden çekiyor; Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da Afrika’da. Arnavut’ta yakında deprem oldu. NATO ülkeleri yardımcı olmadı. Tarih bizim eteğimizden çektiği için Türkiye başta Kızılay olmak üzere birçok kurumlarıyla yardım ediyor.
Batı, son iki- üç asırdır gücüne güç katıp dünyayı hegemonyası altına almak ve her yüz yılda bir yeni dünya düzeni kurmak için askeri, siyasi ve ekonomik gücüyle yetinmemekte ve sürekli asrın şartlarına göre yeni yeni paradigma üretmektedir. Mesela “yumuşak güç” (softpower).
Bu terim, 1980’li yılların sonunda, Uluslararası İlişkiler teorisyeni Joseph Nye tarafından üretilmiş. Yumuşak güç: “Bir devletin, diğer bir devlet üzerinde güç veya zor kullanmadan, bu devlete istediğini yaptırabilme yeterliğidir.” Mesela ne olabilir? Aklıma ilk gelenler; kültürel değerler, edebiyat, sanat, sinema, spor ve ait olunan medeniyetin diğer ülkelere bahşettiği bir takım değerler.
Joseph Nye “Yumuşak” güç terimini şöyle değerlendiriyor: “Bir ülkenin dünya siyasetinde istediği sonuçlara ulaşabilmesi için onun değerlerine hayran olan, örnek alan, refah seviyesine ve fırsatlarına özenen ülkelerin olması ve onu izlemesi gerekir.”
Osmanlı, son iki asırdır Batı’nın medeniyet değerlerine hayran kaldığı ve bu sebeple O’nun hayat tarzını içselleştirdiği tarihi bir gerçektir. Mesela Jön Türkler, İngiliz hayranı olmuş, hatta İngilizleri tanrılaştırmışlar ve bir idol olarak benimsemişler. Enver, Talat ve Cemal Paşalar Alman hayranı olmuş.
Asım’ın nesli, bu hengâmede NATO’ya rağmen Yeni Türkiye’yi gerçekleştirmiş ise de Yeni İslam dünyasını inşa edebilmek için askeri, siyasi, ekonomik gücün yanında medeniyetimizin değerlerini yeniden keşfedip ortaya koyması lazım.
Bunu başarırsak, adalet, hak, hukuk, ekonomik ve işi ehline verme konusundaki zaaflarımız ve sıkıntılarımız da böylece aşılmış olacak. Bu zaaflarımız ve sıkıntılarımız milletimizi bir arayışa soktuğu malumunuzdur.
Joseph Nye gibi bizim neden teorisyenlerimiz yok? Efendim biz çıkış yolunu Batı’nın kuyruğunda aradığımız için hazıra alışmışız. Batı siyaset, ekonomi, askeri, bilim, felsefe, mistik hayat, edebiyat, müzik spor gibi alanlarda kavram üretir, biz bu kavramları anlamaya çalışıyoruz. Hatta dinimizin, medeniyetimizin ürettiği kavramları onların bu alanda ürettiği kavramlar ile anlamaya çalışıyoruz! Mesela tasavvufu mistisizm ile İslam kavramını, kiliseye tepki etrafında şekillenen ve dinin alanını daraltan demokrasi ile bağdaştırmaya çalışanlar var.
Geçen yazım da ifade ettiğim gibi her kavram, mensubu olduğu dinin, felsefenin ve medeniyetin özünü yansıtır. Medeniyetimizi yeniden inşa etme gibi bir derdimiz olmazsa işte böyle olur.
Sonuç olarak diyoruz ki; yeni İslam dünyasını inşa edebilmek, ardından yeni bir Dünya Düzeni kurmak için medeniyetimizden kaynaklanan kavram ve paradigma üretmemiz gerekir. Hoşça kalın.
Not: Geçen hafta yazımda geçen mezc kelimesi mecz şeklinde geçmiş düzeltir, özür dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.