Yaşanmış Bir Kıssa ve Helâl Lokma Bilinci
İnsanoğluna sayısız nimetler vermiş olan Yüce Rabbimiz, onun yaşayıp hayatını idame ettirmesi için de, yemek ve içmek gibi önemli bir lûtufta bulunmuştur. İnsan, kendisine verilen lezzet hissi ile yer, içer, güç ve kuvvet bulur. Kişi, hasta olduğu zaman bu lezzeti alamaz. Bütün bunlar tabii ki insanoğlunun, Allah’a şükretmesi için birer sebeptir. Bir ayet-i kerimede; “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların helâl ve temiz olanlarından yiyin, eğer yalnız O'na kulluk ediyorsanız, Allah'a şükredin,” (2 Bakara 172) buyrulur. İşte insan için önemli olan da, bunun şuurunda olmaktır.
Ayet-i Kerimeye dikkat edilecek olursa, insana temiz ve helâl rızıktan yemesi emrediliyor. O halde kişi, ağzına koyduğu her lokmanın nereden geldiğini daima düşünmelidir. Zira onun her birinden hesaba çekilecektir. “Kıyamet günü dört şeyden sorulmadıkça kişinin bir adım dahi atamayacağını” (Tirmizî, Kıyâmet 1) haber veren Efendimiz (s.a.v), onlardan birisinin de, “malını nereden kazanıp nereye harcadığı” olduğunu bildirir.
Şu da bilinen bir gerçektir ki, insan karakterini oluşturan en mühim sebeplerden birisi, şüphesiz ki lokmadır. Çünkü o, kişinin hem kendisinde, hem de yedirip içirdiği evlâdında ahlâkî anlamda büyük tesirler bırakır. Temiz ve helâl lokmanın iyi bir karaktere, haram ya da haram yoldan kazanılan bir lokmanın da, kötü yönde bir yapıya sebep olduğu çok açık bir gerçektir.
İnsana ibadet gayreti ve hazzı veren de helâl lokmadır. Efendimiz (s.a.v) bu konuda ne kadar çok titiz davranmışlardır ki, hepimiz bunu bilmekteyiz. Hz. Ebu Bekir (r.a), yediği birkaç lokmanın kaynağını öğrenince, kendisine acı verecek şekilde onu dışarıya çıkarmaya çalışmış ve kalanı için de Rabbinden af dilemiştir.
İyilik, hayır, ilim ve hikmet de helâl lokmaya bağlıdır. Hazret-i Mevlânâ bu hususta; “Bilgi ve hikmet, helâl lokmadan doğar. Aşk da, merhamet de helâl lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma şüpheli veya haramdır,” der.
Mü’min kimseyi daima kontrol altında tutan bir gerçek vardır ki, o da, takvâ’dır. “Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir” (57 Hadîd 4) ayeti ve “nerede olursan ol Allah’tan kork” (Tirmizî, Birr, 55) hadis-i şerifi, işte bu mananın en güzel ifadelerindendir. Bu, aynı zamanda, ihsan mertebesini hatırlatır. Yani kişi, “her an Allah’ı görüyormuşçasına” (Müslim, Îmân 1) yaşamalıdır.
Çocukluğunda Allah ve Rasûlü sevgisi ile büyütülen ve İslamî bir terbiye verilerek helâl lokma bilinciyle yetiştirilen bir yavru büyüdükçe, Allah korkusu sırrına erecek ve bu büyük kontrol mekanizmasıyla, kulluğun doruk noktalarına ulaşacaktır. Öteden beri böylesine yetişen gençlerimize; “seni yetiştiren anne-baba nur içinde yatsın, sana helâl lokma yedirmişler” diye dua edilmiştir. Bugün bu ve benzeri dualara ne kadar da muhtacız kardeşlerim!
Anne babanın evlâdına yedireceği helâl lokma konusunda hassas olması gerektiği çok önemli bir gerçektir. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bu konuda pek çok uyarılar mevcuttur. Buna dair büyüklerin de dikkate değer kıssalarına rastlarız. İşte onlardan bir tanesini zikredeceğiz ki, gerçekten nasıl da önemli bir hisse verecektir bizlere, onu açık bir şekilde göreceğiz:
İstanbul’un Vefa semtinin ismi kendisinden kalan zamanın manevi erlerinden Şeyh Vefa Hazretleri’nin bir oğlu vardı. Bu çocuk, o zaman henüz İstanbul'a çeşmeler yapılmadığı için evlere hayvan sırtında su taşıyan sakaların kırbalarını delerdi. (Kırba, eti yenen hayvanın derisinden tabaklanarak elde edilen tulum) Hazreti Fatih Devri meşayihlerinden olan Şeyh Vefa Hazretleri’nin çocuğu bu kötü hareketini uzun zaman devam ettirdiği halde, sucular Şeyhin hatırına çocuğa bir şey demedikleri gibi, gelip durumu Hazreti Şeyhe bile anlatmaya cesaret edemezlerdi.”
“Sakalardan (Sucu) bir tanesi artık dayanamayıp durumu çocuğun babasına açmaya karar verdi. Şeyhin huzuruna gelerek: "Ya Şeyh! Sizin çocuk bizim kırbalarımızı elindeki iğne ile delmekte ve akan suları ağzını dayayıp içmektedir. Biz bu zamana kadar bir şey söylemedik ama artık dayanılmaz oldu, siz bir tenbihte bulunsanız da çocuk bu halinden vazgeçse," dedi." "Oğlunun böyle çirkin bir iş yaptığını öğrenen Şeyh Vefa Hazretleri çok üzüldü. Ne kadar kırbası delinen sucu varsa hepsini çağırıp zararlarını ödedi ve gönüllerini alarak "bir daha olmaz inşaallah, suç çocukta değil, mutlaka bizdedir. Ya anası bir hata işledi yahut bende bir kabahat var," diyerek sucuları gönderdikten sonra, hanımını çağırıp meseleyi anlattı:
Hanım kabahat ya sende ya bende, iyi düşün çocuğa hamile iken veya emzikli iken haram bir şey yedin mi?" diye sordu. Şeyhin hanımı haram hiçbir şey yemediğini yalnız, çocuğa hamile iken komşunun bahçesindeki nardan canı çektiğini ve iğne ile delerek bir damla emdiğini söyleyince Şeyh sevindi: "Elhamdülillah, hastalık teşhis edildi" diyerek gidip komşudan helallik dilemesini ve ne isterse vermesini söyledi. Kadın gitti, evin kadınını buldu, durumu anlatıp hakkını helal etmesini rica etti. Narın sahibi: "Helal olsun komşu, bir damla nar suyunun ne kıymeti olur, keşke koparıp yeseydin" diyerek hakkını helal etti. Bu mesele hallolduktan sonra Hazreti Şeyh oğlunu çağırıp tenbih etmek lüzumunu bile hissetmedi. Hakikaten ondan sonra çocuk, değil elindeki iğne ile sucuların kırbasını delmek, dönüp onlara bakmıyordu bile. Sucular “keşke daha evvel durumu Şeyhe anlatsaydık. Şeyh Oğlunu terbiye etmiş,” diyorlardı. (Büyük Dini Hikâyeler, Osmanlı Yayınevi)
O babalar ki, belki de çocuklarına tertemiz bir rızık getirmenin gayretiyle yoruldular. O anneler ki, gelen bu temiz rızkı yavrularına, Yasin-i Şerif’ler okuyarak verdiler. Yani Yasin sütüyle büyüttüler. O çocuklar alim oldular, ârif oldular. Bu konuda nice örneklerden birisi de, İmam-ı Azam Hazretleri’nin babasıdır. İşte öyle bir yuvadan, nadide bir alim zuhur etmiştir. Onun gibi nice alimler, böylesine kutlu yuvalarda yetişmiştir.
Evet, şimdi rızıklarımız nasıl oldu acaba? Helâl lokma bilinci var mı bizlerde? Eğer yoksa, onu kazanmalı değil miyiz?
Helâl lokma yemeyen bir yolcudan bahsederler Allah Rasûlü (s.a.v.): “Yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır. Haramla beslenmektedir. Böyle bir kişinin duasına nasıl icabet edilir?” (Müslim, Zekât 65) diye buyururlar sözlerinin sonunda.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hz. Ali (r.a.)’a öğrettiği dua ne güzel: “Allah’ım! Bana helâl rızık nasip et ve haramlardan koru! Lûtfunla beni Senden başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Daavât 111)
Evet, işte terbiye metodu. İnsan önce kendinden başlamalı demek ki. O halde kendilerimizi iyi sorgulamalıyız. Çocuğumuzda olan bir yanlış mutlaka önce bizi düşündürmelidir. Allah bizleri affetsin! Bizleri de yavrularımızı da ıslah etsin! Bu çok önemli konuda hassas olmamızı nasib eylesin! Nesillerimizden hafızlar, alimler ve veliler ihsan etsin ama öncelikli buna temel teşkil edecek İslâmî bir yaşayışı bizlere lûtfeylesin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.