Sevgisiz Dünya
Sevginin kimseye yük olmayacağını öğütleyen bir dervişin hikayesini okumuştum. Odalarında kalacak yeri bulunmayan Derviş, kapısını çalan bir Tanrı misafirine üzülerek;
“Maalesef evimizde kalacak yerimiz yok.” deyince misafir kendisini tanıtmak için;
“Bir gül yaprağı suyu taşırmaz ki....” demiş ve kalacak bir yer için ısrar etmiş. Bunun üzerine bu ısrara dayanamayan Derviş; “Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır” diyerek onu içeri almış. Adamın söylemek istediği şey, yani suyu taşırmayan gül yaprağı olarak adlandırdığı şey sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunacağını anlatıyordu.
Şu soruyu herkesin kendisine sorması gerekir diye düşünüyorum:
“Günümüzde acaba suyu bile taşırmayan sevgiye hayatımızda eskisi kadar yer bulabiliyor muyuz?” Ne kadar acı da olsa söylemek gerekirse ne yazık ki sevgi duygusu adeta giderek hayatımızdan çekiliyor.
Diyeceksiniz ki yaşadığımız dünyada sevgiye yer mi kaldı. Dünyanın birçok bölgesinde savaş var, etrafımızdaki ülkelere bakın, adeta bir ateş çemberi içinde kaldık. Bunlar yetiyor mu? Sokakta, ekranlarda, bilgisayar oyunlarında, filmlerde şiddetten geçilmiyor. Her köşede insanlara, hayvanlara, kadınlara, çocuklara uygulanan şiddeti ve nefret tohumları ekildiğini bir film izler gibi izliyoruz. Çünkü elimizden bir şey gelmiyor.
İnsana, hayvana, canlıya yapılan şiddetten geçtik, hatta doğaya bile şiddet uyguluyor olmalıyız ki depremler, fırtınalar, seller ve kuraklıklarla tabiat adeta bizden intikam alıyor. Dünya iklim krizlerini, gelecekteki su savaşlarını konuşuyor. Demek oluyor ki sadece bizim mahallenin değil, dünyanın da çivisi çıkmış.
Sevgi, bütün dünyada yeryüzünü terk ederken bizim ülkemiz de bundan nasibini almıyor mu sanki. Televizyon ekranlarında minicik çocukların bile görebileceği kadar şiddet, kavga ve savaş sahneleri gösteriliyor. Dünyada kazaları, cinayetleri, savaşların yıkıntılarını, bomba ve silah seslerini en ince ayrıntılarıyla aktaran bir medya imparatorluğu var. Oysa Amerika’da beş bin insanın öldüğü 11 Eylül saldırılarında hiçbir yayın organında bir damla kanın gösterilmediği söyleniyor.
Ekranlarda; durmadan birbirilerini kötüleyen, sadece “onlar kötü, ben iyiyim” diye bağıra çağıra konuşan, koca koca adamlardan geçilmiyor. Yurdun her köşesinden içimizi karartacak haberler, terör olayları ve şiddeti çağıran duyumlar alıyoruz. Yoksa yaşadığımız huzurlu yılların sonu mu geliyor? Bütün bunlardan çocukların da büyüklerin de etkilenmemesi mümkün değil. İyi de biz nasıl ve ne zaman huzurlu bir toplum olacağız?
Sevginin, hoşgörünün, misafirperverliğin doğduğu ve yayıldığı bu topraklarda da giderek artan bir sevgisizlik yeşerdiğinin farkında mısınız?
Mevlana’sı, Yunus Emre’si, Hacı Bektaş Velisi olan bir toplum olarak sevginin sonunda bizim topraklarımızı terk etmesi acı değil mi? Hoşgörü dinine sahip olmakla gurur duyan herkesin bundan rahatsızlık duyması gerekmez mi? Acaba giderek daha kavgacı, daha mutsuz, daha hoşgörüsüz ve daha acımasız bir topluma doğru mu gidiyoruz? Yoksa aileler, okullar, eğitim kurumları, din adamları görevlerini iyi yapamıyor da başka propaganda odakları mı geçti acaba kara tahtanın başına? İnsan ilişkilerinde ciddi bir kopukluk var. Aile bağları zayıflamakta. Boşanmalar, çığ gibi artıyor. Evden, okuldan, sokaktan, tribünlerden, hatta meclisten bile adeta anlaşılmaz bir hoşgörüsüzlük ve sevgisizlik taşıyor. Herkes, ötekine öfkeli. İnsani bir kopukluk yaşadığımız anlaşılıyor. Oturduğumuz devasa apartmanlarda birbirini tanımayan insanlar yaşıyor. Herkes sadece kendini düşünür hale geldi. Bencillik ve çıkarcılık dinine inananlar sanki çığ gibi büyüyor.
Ama kafamızı meşgul eden sorular da çoğalıyor?
Kavgasız, gürültüsüz, huzur içinde mutlu yaşamak neden bu kadar zorlaştı? Yoksa demokrasi denilen ortak yaşama kültürünü beceremedik mi?
Başkalarının da hakları olduğunu kabullenmekte zorlanır mı olduk? Sadece “kendine demokrat”, sadece “kendine Müslüman” olanlar mı çoğunlukta? Binlerce yıllık geçmişiyle öğündüğümüz milletimiz, bunca zaman içinde neden bir ortak yaşama kültürü yaratamadı?
Birliğimiz ve toplumsal dayanışma ruhumuz durmadan aşındırılıyor. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” kültürümüze ne oldu? Neden herkeste ve her yerde bir güven bunalımı, sevgi ve saygı azalması öne çıkıyor? İlişkiler daha çok maddiyata dönmüş gibi; para için her şey yapılıyor; ya da para, her şeyimizi yıkıp geçiyor. Derler ki aşklar bile ticarete döndü.
İnsan yapımızda bir çözülme ve bozulma olduğunu göremiyorsak bu da içimize şırınga edilmiş bir başka gribin; “vurdumduymazlık” ya da “bana necilik” virüsünün etkisiyle ilgili olamaz mı? Üstelik henüz bunun aşısı da yok.
Ne oldu bize? Yağmurda ıslanan yolcuyu arabasına alan yardımseverler, yere düşenin elinden tutan iyi insanlar, tenceredeki bir tas çorbayı komşusuyla paylaşan güzel dostluklar nereye uçtu gitti? Bir yolunu bulup insanımızın içine giren bu yeni gribin, “kötülük” virüsünün de aşısını bulmalı; iyi kalpli, yardımsever, hoşgörülü, sevgi dolu “iyi insanı” geri getirmeliyiz. Daha doğrusu “insan”ımızı, onu kirleten saldırılardan korumalı ve içimizdeki “insan”ı açığa çıkarmalıyız.
Önyargıları atarsak sevgi hepimizi birleştirebilir. Sevginizi kimselerden saklamayın.