Şehire ve kentsel dönüşüme dair
Herkes bir gerekçe ile Konya'da yaşamaktan, Konya'nın sokaklarında gezmekten, Konya'nın havasını solumak, suyunu içmekten memnundur...
Kimisi “iş”inden, kimisi “aş”ından, kimisi de “eş”inden dolayı bu şehirden kopmak istemez...
Kimisi de benim gibi doğuştan sahiplendiği, gururlandığı “Sedirlerli” ve “Konyalı” kimliğinden dolayı bu şehirdedir..
Ne şehrimizden, ne de mahallemizden kopamayız, kopmak istemeyiz...
Başka bir şehre gidersek, kendimizi hem “öksüz” hem de “yetim” gibi hissederiz...
Biran önce “Türbeönü”ne, “Bedesten”e, “Zafer”e ve en önemlisi de bu şehrin olmazsa olmazı etliekmeğimize kavuşmak isteriz...
Anlayacağınız Konya bizsiz, biz Konyasız yapamayız...
Bu şehirde yaşayanlar ile bu şehir o kadar iç içe geçmiştir ki, sokaklarında, caddelerinde, köylerinde kendimize ait birşeyler bulmamız, yıllardır bu şehirde iç içe yaşamamızın bir sonucu olsa gerek...
Bugünlerde “kentsel dönüşüm”ün verdiği bir sıkıntı olsa da, bu şehir ve bu şehirde yaşayanlar, kimliklerini ve özlerini kaybetmemek için direniyorlar...
İnşallah başarırlar...
Betonlaşmanın geleneklere, komşuluklara bir darbe vuracağını bile bile, yine de bu şehirden ve şehrin insanından umudumu kesmem...
Konyalının genlerinde komşuluğa dair inanılmaz güzellikler vardır...
Kentsel dönüşümün, yani betonlaşmanın bu komşuluğun ve bu gelenekçiliğin önüne geçeceğini sanmıyorum...
Konyalı buna müsaade etmeyecektir, çünkü Sedirlerli, Araplarlı, Dolavlı, Lalebahçeli, Meramlı, Harmancıklı, kısaca bizler, birlikte yaşama kültürüne ve insana insan olduğu için değer veren bir zihniyetin, bir neslin devamıyız...
Bu ülkenin her şehrinin güzel olduğu, kendine dair bir hikayesinin olduğu bilinir, özellikle de isimlerinden önce kahramanlıkları akla gelir...
Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa gibi şehirlerin bir ruhu var...
“İstanbul” deyince Fatih Sultan Mehmet'i, “Erzurum” deyince Nene Hatun'u, “Çanakkale” deyince Seyit Onbaşı'yı, “Zonguldak” deyince Uzun Mehmet'i hatırlarız...
“Konya” deyince mi?
Tabi ki Mevlana'yı...
Tabi ki Şemsi...
Tabi ki, Hacıveyiszade Mustafa Efendiyi...
Tabi ki Tahir Hocayı...
Tabi ki, Evliyaları, Enbiyaları, Üçleri, Yedileri...
Çünkü, bu şehirde onların ruhu, onların mayası vardır...
Ve bu şehirde yaşayan hiç kimse bunu inkar edemez...
Ve bu şehirde bu “ruh”un ve bu “maya”nın “kentsel dönüşüm” denilen “betonlaşma”ya teslim olacağını sanmıyorum...
Fiziki olarak betonlaşabilir, ama ruhen asla.
xxx
TARLA MAHALLESİ VE ZURNACI HICO
Bu yazının çıkış sebebi Sedirler, Tarla mahallesi, komşuluk ve kentsel dönüşüm...
Fırsat buldukça Sedirler'e giderim...
Doğduğum, büyüdüğüm, sokaklarında “fırındıyandı” ve “uzuneşek” oynadığım, okumayı- yazmayı ve sevmeyi öğrendiğim, bana kimlik veren, bana ruh veren, bana can veren mahalleme...
Her geçen gün betonlaşıyor...
Hem de jet hızıyla...
Ana cadde de olduğu gibi, arka mahallelerde de yıkımlar başlamış...
Şaban Emmimin, Hacı Dayımın, Nüktelerin, Şamyanlıların, Şahbazların ve isimlerini sayamadığım yüzlerce ailenin bir asırdan daha fazla, iç içe, can cana yaşadıkları, “Tarla mahallesi” yani “Hatıp Cami”nin güneyinde kalan mahalle de “kentsel dönüşüm”e teslim olmuş...
“Tarla mahallesi” deyince, aklıma çocukluğumdaki mahalle maçları, düğünler ve bayramlar gelir...
Hele hele düğünler...
Perşembe'den başlayıp da, gerdek gecesine kadar süren düğünler...
Özellikle halaylar bambaşka olurdu...
Gençler ve daha büyükler, bütün hünerlerini göstermek için halaya girer, Hıco'nun nefesi kesilinceye, Haydar'ın kolu yoruluncuya kadar halay sekerlerdi...
Düğüne özel kıyafetleri ile kadınlar bir tarafta, erkekler diğer tarafta arz-ı endam ederlerdi...
Yani, tribünler yan yana değil, karşı karşıya olurdu...
Kimse kimseye yan gözle bakmaz, yan bakanın da gözüne mutlaka çapak kaçardı!
Hıco ve oğlu Haydar, Tarla Mahallesi düğünlerinin kadrolu davulcu ve zurnacısıydılar...
Doğulu işadamları ya da zengin düğünlerinin kadrolu sanatçısı İbrahim Tatlıses, Burhan Çaçan, İzzet Altınmeşe neyse, bizim Tarla mahallesinin kadrolu sanatçıları da, Hıco ve oğlu Haydar'dı...
Tarla mahallesinde düğün tarihleri, düğün sahibinin isteğine göre değil, Hıco'nun takvimine göre ayarlanırdı...
Dahası “Hıco yok” diye düğünlerini bir sene sonraya erteleyenlerin olduğu bile söylenirdi...
Düğün kimin olursa olsun, Hıco yoksa, o düğüne ilgi çok fazla olmadığı gibi, o düğünün tadı tuzu da olmazdı...
Tarla mahallesinin düğünlerinde Hıco o kadar önemliydi...
Anlayacağınız, akrabalığın, komşuluğun, dayanışmanın, yardımlaşmanın, bir ve biz olmanın en üst düzeyde yaşandığı o mahalle, yani “Tarla Mahallesi”de tarihe karışıyor...
Yaşadıkları ve yaşanmışlıklarıyla...
Işgalaman gibi, Dolav gibi.