Şah Sultan
Türkiye son hızla büyüme sürecini sürdürürken komşularıyla sıfır problem gerçeğini kendine şiar edinmiş durumda. Çevresinde, hem kendisinin hem de diğer Müslüman ülkelerin problemlerine kayıtsız kalmayıp elinden geldiğince gidermeye çalışıyor. Bu arada dış ve iç mihraklar tabi boş durmuyor, Türkiye’nin ayağına engeller takmaya devam ediyor. Bu ayağa takılan çelmeler geçmişte vardı bugün de sayısını artırarak süregeldiğini görüyoruz. Unutmayalım; Türkiye hepimizin, başka Türkiye yok. Memleketimizin aydınları, sanatçıları, kültür temsilcileri, sivil toplum kuruluşları Türkiye’nin problemlerine duyarsız kalmamalılar. Herkes problemlerin altına eline koymalı ve ben ne yapabilirim? Diye fikir yürütmeli. Kim üzerine ne düşüyorsa canla başla yerine getirmeli.
Ülkemizin gündeminde birçok problem mevcut! Bunların en önemlisi Kürt meselesidir. Bunun çözümünde ülkesini seven herkes aydınıyla, çeşitli kurum ve kuruluşlarıyla bir şeyler yapmalı. Ama bırakın bir şeyler yapmayı yapılanları anca eleştirir, tenkit eder bir toplum olduk çıktık. Halbuki topluma sürekli olumsuzluk pompalamak insanımıza ne kazandıracak. Zâten günbegün içi boşaltılan inanç dünyâsı altüst olan insan, her dâim kendini streslerin kucağında bulacaktır. Oysa toplumun problemlerinin çözümünde; aydınından, sanatçılarından yazarlarına, medyâdan sivil toplum güçlerine kadar herkes insanları germeden yapıcı rol oynasalar daha iyi olmaz mı? Gerçekleştirilen her icraata ‘İstemezük’ mânâsıyla önyargıyla bakmak zorunda mıyız? Acaba birazcık doğru baksak bizden bir şeyler mi eksilir? Hiç mi yapılan müspet bir icraat yok.
İşte bugün sizlerle, toplumun problemleri karşısında duyarsız kalmayan, memleketini ciddi anlamda sevdiğinin bir göstergesi olarak yeni gündeme getirilecek olan “Alevi-Sünni Meselesi” konulu bir kitap yazan yazar, İskender PALA’yı konuşalım istiyoruz.
Her yazdığı kitapla neredeyse satış rekorları kıran Prof. İskender PALA: ‘Bir aydın olarak memleketinin Kürt açılımı meselesine hazırlıksız yakalandığını düşünüyor. Aydınlarımız, sanatçılarımız bu işin çözümüne katkıda bulunmak amaçlı Türk-Kürt ortak geçmişini ifâdelendiren romanlar yazsalardı veya bu iki ırkın tarihte diğer etnik kökenleri farklı kardeşleriyle berâber vatan sathında birçok hayırlı işleri ve hizmetleri birlikte yürüttüklerini anlatan tiyatrolar sahneye koysalardı, kardeşliğin ve barışın güzelliğinden dem vuran konserler düzenlenselerdi, bu hususla ilgili sergiler açılsaydı toplum bir hazırlık sürecinden geçirilmiş olurdu. Bu şekilde umuyoruz ki, daha iyi sonuçlar alınabilirdi, diyor.
Eğer bugün Kürt meselesi halledilirse Türkiye’nin başına yeni örülecek çorap Alevi-Sünni meselesidir. O şimdilik bekletiliyor vitrinde fakat ara ara devreye giriyor. Bu hususu kaşımak isteyenler bir fırsatını bulunca hemen Alevi meselesini vizyona sokuyorlar. Yoksa yıllardır Din Kültürü dersi okuyor bunlar. Zâten şurası gerçek ki haftada sâdece 40 dk.lık din dersleri Alevileri bırakın Sünnilere ne yarar sağlıyor? Herkesin şikâyetlendiği yeni yetişen nesil ortada. Mesele ‘bağcıyı döğmek’ yoksa mesele Din derslerine Aleviler girmesin meselesi değil. Bunun hepimiz farkındayız.
Alevi açılımının bir problem olarak ortaya çıkmasından önce Türkiye zemininin bir barış alanı hâlini alması için bir aydın olarak kendisini sorumlu hissettiğinden dolayı bu kitabı uzun araştırmalar sonucu yazdığını, söyleyen İskender PALA bu konuyla ilgili altmış tane kitap okuduğunu ve birçok belge taradığını hatta yazdığı bu yeni kitabı beş kez okuduğunu belirtiyor. Yavuz’un torunu olarak yazdığı kitabını Şah İsmâil’in torunu olsaydım nasıl yazardım sancısıyla kıvrandığını da ekliyor. Özellikle de Alevilerin kitabını okumalarını istiyor. Kitabın ismi, yazımızın başlığı: ‘ŞAH SULTAN’ Sizlere bugün bu kitabı bizzat İskender PALA’nın kendi ağzından tanıtarak, okumanızı acizâne tavsiye ediyor ve farkında olmadan bizlerde mevcut olan önyargıların giderilmesine yönelik önemli bilgiler vereceğini düşünüyoruz.
Sünnilerin gözünde Alevi denince uygunsuz yerleşen önyargılı yanlış fikirler olduğu gibi Alevilerde de ayni şeyler kompleks derecede mevcut. Meselâ; Sünnilerde Şah İsmâil nasıl aşağı derecelerde ise Alevilerce de Yavuz Sultan Selim, zâlim kanlı bir padişah olarak değerlendiriliyor. Bu değerlendirmeyi daha iyi anlamak için ta Çaldıran Zaferine gitmek gerekiyor. Şah İsmâil, kendi devletinin varlığını yükseltmek için Anadolu’daki Kızılbaşları çağırıyor. Yavuz ise, ‘Ülkemin içini, boşaltıyorlar. Ben buna dur demeliyim’ diyor. Çaldıranda iki kükremiş aslan neferleriyle kıyasıya çarpışıyorlar. İkisi de iki dolu testiydi biri o gün kırılacaktı, diye yorum yapan PALA, ‘Eğer kırılan testi Şah İsmâil olmasaydı muhtemelen bugünkü Türk Devleti Alevi kimlikli bir devlet olurdu. Sünnilerde azınlık olurlardı. O gün tarih yeni bir sayfaya kalem oynatırken o gün güneş yeni bir dünyânın üzerine doğarken yaşanmış olan bu siyâsi çatışmanın bugün devam ettirilmesine hiç gerek olmadığını’ belirtiyor. Aslında Çaldıran, ayni kişinin mücâdelesidir. Geçmiş tarihimizde nasıl Hâbil ile Kâbil birbirleriyle kavga ettilerse, Yıldırım Han ile Timur iki kardeş iken nasıl birbirleriyle savaştılarsa, 12 Eylül öncesi faşistlerle komünistler nasıl iki kardeş olarak birbirleriyle çatıştılarsa Alevi Sünni kavgası da ayni kavgadır. Tarih tekerrürden ibârettir. Bu sebeple Çaldıran’ı doğru okumak lâzımdır.
PALA; ‘O günkü siyâsi meseleler yüz, yüzeli yıl sonra inanç meseleleriyle din bezirganlığına dönüştü. Çaldıran’da yaşananlar din meselesi değildi. Anlayış, kültür meselesi değildi. Siyâsi problemdi. Bugüne kadar biz Sünnileri Aleviler hakkında pek çok fikirle doldurdular. Alevileri de Sünniler hakkında birçok yanlış bilgilerle doldurdular. Bu durum bizi birbirimizden ayrıştırarak karşı karşıya getirdi.’ Derken Çaldıran’da olup biteni bizzat yerinde görmek üzere Tebriz’e gittiğini Çaldıran sahrasında gecelediğini, yazdıklarını bir kez daha gören gözlerle baktığını ifâdelendirerek; ‘Oraya vardığımda duyarlılığın sebebinin siyâsi olduğunu gördüm. Bugün siyâsi duyarlılık yüzünden Alevilerle Sünniler çatışmalı mı? Hayır. Partilerimiz var. İsteyen istediği partiye demokratik ortamda isteğini bildirsin, reyini versin, mücâdele etsin. Fakat bugünkü çatışma ortamında işin içine inançların karıştırıldığını görüyoruz maalesef.’ Diyor.
Alevilerle Sünnilerin birbirlerini anlamada ve algılamada birçok yanlış anlaşılmaların olduğu elbette ki doğru. Meselâ; Alevilere ‘Kızılbaş’ tâbiriyle halk arasında böylesi bir olumsuz yaklaşım var. Bizlerde bu hatalı fikirlerle büyütüldük. İşin doğrusu bakın nasılmış? Yavuz Sultan karşısında, ‘Ben Kızılbaşım’ diye övünerek kılıç sallayan Şah İsmâil’in askerlerine meğerse şunun için Kızılbaş denirmiş. Alevi büyüklerinden Şeyh Haydar, Şeyh Cüneyt, kızıl başlık takarlarmış. Bu Erdebil tekkesinin alâmeti fârikasıymış. Bu sebeple müritler de kızıl başlık taktıkları için kendilerine Kızılbaş denmiş. Özbekler yeşil başlık taktıkları için onlara Yeşilbaş denmiş. Osmanlılar da beyaz başlık taktıklarından onlara da Akbaşlar denilmiş. Meselenin özü buymuş. Bize düşen tarihte cereyan eden olayların ve şahısların iyi yönleri varsa alınıp kötü yönlerini ise kardeşlik çizgisinde unutmaktır. Fakat alınacak dersleri de aklımızın bir kenarına not düşmekte gerektir.
Sayın PALA; Bizim zihnimizde Alevi Sünni ayrımının; okuyarak, düşünerek hoşgörü çizgisinde tarafsız ve objektif doğru yorumlarla bir defa daha yeniden değerlendirilmesine yol açabilecek bu kitabıyla inanıyorum ki bir aydın olarak üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Ayrıca kendisini tebrik ediyoruz. Elinize sağlık ve gönlünüze sağlık, iyi ki varsınız, diyoruz. Şimdi sıra bizde! Bu yara kangren hâline gelmeden hepimiz içimizde bulunan bu kardeşlerimizi bizden biri gibi görmeliyiz. Herkes inandığını istediği gibi yaşamalı. Hakikatler görülmeli. Sünniler Alevilerle ilgili önyargılarından vazgeçmeli ve hoşgörülü olmalı zira Alevilik çok katmanlı bir kültür yapısına sâhip bir topluluktur. Alevilerde Sünnilerle iyi geçinmenin târihsel bir sürece sadâkat olduğunu fark etmelerini yürekten arzu ediyoruz.
Günleriniz hayırla dolsun, cumânız mübârek olsun.
Ülkemizin gündeminde birçok problem mevcut! Bunların en önemlisi Kürt meselesidir. Bunun çözümünde ülkesini seven herkes aydınıyla, çeşitli kurum ve kuruluşlarıyla bir şeyler yapmalı. Ama bırakın bir şeyler yapmayı yapılanları anca eleştirir, tenkit eder bir toplum olduk çıktık. Halbuki topluma sürekli olumsuzluk pompalamak insanımıza ne kazandıracak. Zâten günbegün içi boşaltılan inanç dünyâsı altüst olan insan, her dâim kendini streslerin kucağında bulacaktır. Oysa toplumun problemlerinin çözümünde; aydınından, sanatçılarından yazarlarına, medyâdan sivil toplum güçlerine kadar herkes insanları germeden yapıcı rol oynasalar daha iyi olmaz mı? Gerçekleştirilen her icraata ‘İstemezük’ mânâsıyla önyargıyla bakmak zorunda mıyız? Acaba birazcık doğru baksak bizden bir şeyler mi eksilir? Hiç mi yapılan müspet bir icraat yok.
İşte bugün sizlerle, toplumun problemleri karşısında duyarsız kalmayan, memleketini ciddi anlamda sevdiğinin bir göstergesi olarak yeni gündeme getirilecek olan “Alevi-Sünni Meselesi” konulu bir kitap yazan yazar, İskender PALA’yı konuşalım istiyoruz.
Her yazdığı kitapla neredeyse satış rekorları kıran Prof. İskender PALA: ‘Bir aydın olarak memleketinin Kürt açılımı meselesine hazırlıksız yakalandığını düşünüyor. Aydınlarımız, sanatçılarımız bu işin çözümüne katkıda bulunmak amaçlı Türk-Kürt ortak geçmişini ifâdelendiren romanlar yazsalardı veya bu iki ırkın tarihte diğer etnik kökenleri farklı kardeşleriyle berâber vatan sathında birçok hayırlı işleri ve hizmetleri birlikte yürüttüklerini anlatan tiyatrolar sahneye koysalardı, kardeşliğin ve barışın güzelliğinden dem vuran konserler düzenlenselerdi, bu hususla ilgili sergiler açılsaydı toplum bir hazırlık sürecinden geçirilmiş olurdu. Bu şekilde umuyoruz ki, daha iyi sonuçlar alınabilirdi, diyor.
Eğer bugün Kürt meselesi halledilirse Türkiye’nin başına yeni örülecek çorap Alevi-Sünni meselesidir. O şimdilik bekletiliyor vitrinde fakat ara ara devreye giriyor. Bu hususu kaşımak isteyenler bir fırsatını bulunca hemen Alevi meselesini vizyona sokuyorlar. Yoksa yıllardır Din Kültürü dersi okuyor bunlar. Zâten şurası gerçek ki haftada sâdece 40 dk.lık din dersleri Alevileri bırakın Sünnilere ne yarar sağlıyor? Herkesin şikâyetlendiği yeni yetişen nesil ortada. Mesele ‘bağcıyı döğmek’ yoksa mesele Din derslerine Aleviler girmesin meselesi değil. Bunun hepimiz farkındayız.
Alevi açılımının bir problem olarak ortaya çıkmasından önce Türkiye zemininin bir barış alanı hâlini alması için bir aydın olarak kendisini sorumlu hissettiğinden dolayı bu kitabı uzun araştırmalar sonucu yazdığını, söyleyen İskender PALA bu konuyla ilgili altmış tane kitap okuduğunu ve birçok belge taradığını hatta yazdığı bu yeni kitabı beş kez okuduğunu belirtiyor. Yavuz’un torunu olarak yazdığı kitabını Şah İsmâil’in torunu olsaydım nasıl yazardım sancısıyla kıvrandığını da ekliyor. Özellikle de Alevilerin kitabını okumalarını istiyor. Kitabın ismi, yazımızın başlığı: ‘ŞAH SULTAN’ Sizlere bugün bu kitabı bizzat İskender PALA’nın kendi ağzından tanıtarak, okumanızı acizâne tavsiye ediyor ve farkında olmadan bizlerde mevcut olan önyargıların giderilmesine yönelik önemli bilgiler vereceğini düşünüyoruz.
Sünnilerin gözünde Alevi denince uygunsuz yerleşen önyargılı yanlış fikirler olduğu gibi Alevilerde de ayni şeyler kompleks derecede mevcut. Meselâ; Sünnilerde Şah İsmâil nasıl aşağı derecelerde ise Alevilerce de Yavuz Sultan Selim, zâlim kanlı bir padişah olarak değerlendiriliyor. Bu değerlendirmeyi daha iyi anlamak için ta Çaldıran Zaferine gitmek gerekiyor. Şah İsmâil, kendi devletinin varlığını yükseltmek için Anadolu’daki Kızılbaşları çağırıyor. Yavuz ise, ‘Ülkemin içini, boşaltıyorlar. Ben buna dur demeliyim’ diyor. Çaldıranda iki kükremiş aslan neferleriyle kıyasıya çarpışıyorlar. İkisi de iki dolu testiydi biri o gün kırılacaktı, diye yorum yapan PALA, ‘Eğer kırılan testi Şah İsmâil olmasaydı muhtemelen bugünkü Türk Devleti Alevi kimlikli bir devlet olurdu. Sünnilerde azınlık olurlardı. O gün tarih yeni bir sayfaya kalem oynatırken o gün güneş yeni bir dünyânın üzerine doğarken yaşanmış olan bu siyâsi çatışmanın bugün devam ettirilmesine hiç gerek olmadığını’ belirtiyor. Aslında Çaldıran, ayni kişinin mücâdelesidir. Geçmiş tarihimizde nasıl Hâbil ile Kâbil birbirleriyle kavga ettilerse, Yıldırım Han ile Timur iki kardeş iken nasıl birbirleriyle savaştılarsa, 12 Eylül öncesi faşistlerle komünistler nasıl iki kardeş olarak birbirleriyle çatıştılarsa Alevi Sünni kavgası da ayni kavgadır. Tarih tekerrürden ibârettir. Bu sebeple Çaldıran’ı doğru okumak lâzımdır.
PALA; ‘O günkü siyâsi meseleler yüz, yüzeli yıl sonra inanç meseleleriyle din bezirganlığına dönüştü. Çaldıran’da yaşananlar din meselesi değildi. Anlayış, kültür meselesi değildi. Siyâsi problemdi. Bugüne kadar biz Sünnileri Aleviler hakkında pek çok fikirle doldurdular. Alevileri de Sünniler hakkında birçok yanlış bilgilerle doldurdular. Bu durum bizi birbirimizden ayrıştırarak karşı karşıya getirdi.’ Derken Çaldıran’da olup biteni bizzat yerinde görmek üzere Tebriz’e gittiğini Çaldıran sahrasında gecelediğini, yazdıklarını bir kez daha gören gözlerle baktığını ifâdelendirerek; ‘Oraya vardığımda duyarlılığın sebebinin siyâsi olduğunu gördüm. Bugün siyâsi duyarlılık yüzünden Alevilerle Sünniler çatışmalı mı? Hayır. Partilerimiz var. İsteyen istediği partiye demokratik ortamda isteğini bildirsin, reyini versin, mücâdele etsin. Fakat bugünkü çatışma ortamında işin içine inançların karıştırıldığını görüyoruz maalesef.’ Diyor.
Alevilerle Sünnilerin birbirlerini anlamada ve algılamada birçok yanlış anlaşılmaların olduğu elbette ki doğru. Meselâ; Alevilere ‘Kızılbaş’ tâbiriyle halk arasında böylesi bir olumsuz yaklaşım var. Bizlerde bu hatalı fikirlerle büyütüldük. İşin doğrusu bakın nasılmış? Yavuz Sultan karşısında, ‘Ben Kızılbaşım’ diye övünerek kılıç sallayan Şah İsmâil’in askerlerine meğerse şunun için Kızılbaş denirmiş. Alevi büyüklerinden Şeyh Haydar, Şeyh Cüneyt, kızıl başlık takarlarmış. Bu Erdebil tekkesinin alâmeti fârikasıymış. Bu sebeple müritler de kızıl başlık taktıkları için kendilerine Kızılbaş denmiş. Özbekler yeşil başlık taktıkları için onlara Yeşilbaş denmiş. Osmanlılar da beyaz başlık taktıklarından onlara da Akbaşlar denilmiş. Meselenin özü buymuş. Bize düşen tarihte cereyan eden olayların ve şahısların iyi yönleri varsa alınıp kötü yönlerini ise kardeşlik çizgisinde unutmaktır. Fakat alınacak dersleri de aklımızın bir kenarına not düşmekte gerektir.
Sayın PALA; Bizim zihnimizde Alevi Sünni ayrımının; okuyarak, düşünerek hoşgörü çizgisinde tarafsız ve objektif doğru yorumlarla bir defa daha yeniden değerlendirilmesine yol açabilecek bu kitabıyla inanıyorum ki bir aydın olarak üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Ayrıca kendisini tebrik ediyoruz. Elinize sağlık ve gönlünüze sağlık, iyi ki varsınız, diyoruz. Şimdi sıra bizde! Bu yara kangren hâline gelmeden hepimiz içimizde bulunan bu kardeşlerimizi bizden biri gibi görmeliyiz. Herkes inandığını istediği gibi yaşamalı. Hakikatler görülmeli. Sünniler Alevilerle ilgili önyargılarından vazgeçmeli ve hoşgörülü olmalı zira Alevilik çok katmanlı bir kültür yapısına sâhip bir topluluktur. Alevilerde Sünnilerle iyi geçinmenin târihsel bir sürece sadâkat olduğunu fark etmelerini yürekten arzu ediyoruz.
Günleriniz hayırla dolsun, cumânız mübârek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.