Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

Ramazan günlüğünün nostaljisi

Ramazan günlüğünün nostaljisi

Asırların nostalji olan Ramazan günleri anlatımını, Mevlâsına kavuşmuş tarihi unvanlarını koruyan, üslupları ile ün salan Ahmet Rasim ve H.F. Ozansoy gibi değerli yazarlarımız…    

Kalemlerinden bal damlatırcasına yıllarca yazdılar sundular bizlere…

Bu yazılımlar bile nostalji oluverdi.

***

Bendeniz yaşamım olan otuzlu yıllardan sonraki müşahedelerimi sunduğumu vurgulamak isterim. Eksiklerim olabilecektir elbette.  Bu hususta özürlerimi de iletirim.

Önceki yazımda, Ramazanın heyecanı ile başlayan ilk gün hareketlerinin görüntüsünü anlatmaya çalıştım.

Bu gün, davet günleri haricindeki günler de ne gibi hareket ve duygular yanında, iftar yaklaşırken ve yenirken neler oluyordu? Müşahede edelim.

“Ne yani bugün bunlar olmuyor mu?” Diyenlerimiz olabilir.  Ama ne yazık ki o günlerin topluluk yaşam ve anlayışı ile bu günleri karşılaştırdığımız da çook farkların olduğunu izleriz.

***

Sadece iki örnek vereyim.

Aşağıda da anlatacağım gibi, o günlerde hır bile çıkarmak isteyenler hemen susarken, bu gün kan gövdeyi götürmekte.

O zamanların aileleri, kaç oğlu evlenmişse bazıları damatları ile de birlikte “Develik” de denilen geniş mahaldeki odalar içinde oturup Ramazanın ulviyetini tadarlardı.

Son yıllarda Apartman hayatı ile bunlar nostalji oldu. Evler de imkân da olsa beraberlik yerine ayrı dairelere gidiveriyor gelinlerimiz oğullarımız. Böyle olunca Onlar yalnız/ biz yalnız/ İftar ruhuyesi yapyalnız… Oluverdi işte!..

***

Ya komşuluklar!  Nostalji de sabah akşam birbirlerinden haberdar olmak isterken, şimdileri sadece Asansörde selamlaşırken (o da olmayabiliyor), sokağa çıkınca sanki yabancılaşıverenler olmuyor mu?

Günlük hayatın karmaşasında unutulan değerler Ramazan ayıyla birlikte hatırlanırken, eski Ramazanları özlemle hatırlayan çok ama çare de yok!

***

Daha önce de değindiğim gibi Sabah namazı için Kapı, Aziziye, Şerafettin ve Sultanselim camilerine gidenlere iştirak edemeyenlerden, gün doğarken evlerinden çıkan beyler, kapı önlerinin temizliği ile karşılaşıp giderken diğer komşuları ile selamlaşıp birleşip iş yerlerine giderlerdi.

***

Ramazan günleri olay çıkmadığı bir tarafa, yüksek sesler bile duyulmaz Bedestende ki Gramofoncu İsmail efendi bile çalmazdı güzel plaklarını. Sakinlik içinde geçerdi sokaklar…

***

On yaş civarında müşahede ettiğim, hala gözümün önüne gelen bir hatıram var.

Bedesten sokağın da iki kişinin boş kaldırım(!) üzerin de münakaşaya başladıklarını görmüştüm. Biri diğerine el kaldırmaya çalışırken diğeri onun elini tutup “Ben oruçluyum kavga edemem” deyince diğerinin hemen elini indirip “Affet unutmuşum” diyerek kucakladığına şahit olmuştum. Siz varın bu günleri düşünün gayri!

Esnaf müşterisine, müşteri esnafa olan saygısı yanında Esnaf, (bu günün oruçta tutan meslektaşlarının aksine) bilhassa gıda maddeleri fiyatlarında “Ramazan bereketi gelir” diyerek, indirim yapar, tanımadığı fakir müşteri için para almaz veya az alıverirler di. Hele borçluların kapısı hiç çalınmazdı.

Önce de değindiğim gibi namaz vakitlerini cami de geçiren kimselerin sessizliği içinde kalan sokaklarda namaz sonu hareketlenir evinin uzaklığına göre iftar vaktinden bir veya yarım saat evvel doldurduğu sepetini eline alıp çıkardı yola. Bu günün trafiği yerine tabanvayla gittikleri için stres’in yanına bile uğramaz sağlıklı olurlardı.

Sofralarına bir misafir olsun isterlerdi. İftar vakti camide olanlardan yabancı gördüklerini eve götürmede yarış içine girerlerdi.

***

Ramazan'ın gelişiyle evlere şenlik doğar, bereket yağardı.

Değindiğimiz gibi şimdilerin aksine, Ailenin tüm üyelerinin toplandığı iftar sofraları birbirinden leziz özel Ramazan yemekleri ve tatlılarıyla donatılmaya çalışılırdı.

Bunların hazırlığında evdeki hanımlar iftara yakın hazırlığa başlarlardı.

O gün Saç böreğimi, Su böreği mi, Kıvrım mı, Baklava ve diğer tatlılar mı hazırlayacaklar? Bunları hazırlamak için açık veya kapalı yerlerdeki toprak ocak yakılır, üstüne sac konur veya odada ki söğündürmeli (Yanmış odun kömürü) mangalda, büyük tepsilere konulmuş börek ve tatlılar pişirmeye başlanır, top atılmadan evvel hazır hale getirilirdi...

***

Odaya iftar sofrası dediğimiz, büyük tahta veya bakır sini ile sofra kurulur. Üzeri Ramazaniyelik denilen, enva i Pekmezli kabak, patlıcan, kayısı reçelleri yanında şekerli çeşitli reçeller, küflü, yağlı tulum Peynirler, Pastırma, Sucuk, Bal, Tahin, Pekmez vb. ile (o zamanlar kışın bulunmadığı için) mevsimi ise salata, içli Dürümler sıralanırdı…

***

Ev halkı, Camiden gelecek Dede ve Babaları beklemekte iken çocuklar Mevlâna Türbesinden atılacak fişek arkası Alâeddin tepesindeki çaput - barut içli Ramazan topunun sesini duymaya çalışırken ( o zamanlar trafik vb. gürültüsü olmadığından sessizlik içinde duyulabilen)  “Ha fişeğim patlayıver, Ha topum gümleyiver…” nakaratını söylerdi.

***

Herkes tamam olunca kurulan yer sofrasına oturulur. İftar duası ile Yüce Yaradan’a şükürler edilir. Ramazaniyeliklerden yenmeye başlanır ve yemekler sıraya girerdi.

Yemek sonu duasından sonra abdestlerini alıp Teraviye giderlerdi. Hanımlar ve kız çocukları daha önce gider, biraz sonra da dedeler babalar ve oğullar camiye gidip namazlarını eda ederlerdi.

Gün böylece biterdi. Gelecek günlerde zamanın iftar sofralarını beraber okuruz inşallah...

***

Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle hayırlı iftarlar dileğimle…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi