Şadan Sezgin

Şadan Sezgin

Önceden tembihli

Önceden tembihli

Tam 195 kişiydik… Hem de fakülte bitirmiş 195 kişi… Ya da askerliği dokuz ay daha az yapmak için hazırlıklar, uzatmalar hariç asgari dört sene üniversite okuyan 195 kişi…

Yıl 2011, aylardan ise ağustos… Hicri takvime göre ise Ramazan ayını ihya ediyoruz. Ankara’nın Polatlı ilçesinde kısa dönem askerlerin girdiği sınavdan çıktıktan sonra evimize dönüp sonuçları beklemeye başladık. Hâlbuki ben kısa dönem askerlik istedim ama o sınava yine de girmem gerekiyormuş. Bu işin mantığını anlamamıştım. Zaten büyüklerim orada mantığı unut demişti.

Birkaç gün sonra sınav sonuçları ilan edilmedi ama askerlik yapacağımız yerler belli oldu. Acemi birliğim Adana, usta birliğim ise Mersin… Askerliği kış mevsimine gelen biri için gayet iyi görünüyor, olaya sadece iklimsel açıdan bakanlara göre.

Ağustos ayının 10’unda Adana’daki birliğe teslim olduk; 195 kişi “341. kısa dönem er” olarak. Teslim olurken ise kulaklarımda Ömer Hayyam’ım şu mısraları yankılanıyordu: “Var mı daha ağır yük zamanı çekmek kadar. / Yaşama sebebimsin, su kadar, ekmek kadar. / Ayrılığın özlemin her şeyin bir hazzı var. / Seni anlamak da güzel, seni beklemek kadar.”

Tabirmiş; uzun dönem askerlik yapan erler, kısa dönem askerlik yapan erlere poşet dermiş. Ben de bu duruma zaman kavramı üzerinden mantık yürüterek onlara çuval dedim. Aynı mantığı ücretli ve 21 gün askerlik yapanlara uygulayacak olursak; onlara da muhtemelen “kese kâğıdı” denebilir.

Normal hayatımda bedavaya verseler bile giymeyeceğim bot ve elbiseleri orada para karşılığı almışız. Öyle dediler... Bu elbiselere karşılık askeriyeden alacağımız ilk maaşımızdan feragat etmişiz. Tam tamına 21 TL 50 kuruş. Bu rakam şimdi size komik geliyordur ama bu miktara enflasyon muhasebesini uygularsanız; o zamanın 21 TL 50 kuruşu şimdinin 38 TL 75 kuruşuna falan tekabül ediyor.

Ülkemizde Gümüşhaneliler ile Bayburtlulardan ziyade birbirine daha gıcık olan varsa o da Malatyalılar ile Elazığlılardır. Bunu da askerde öğrendim. Elazığlı bölük komutanımız bizler gelmeden Malatyalı arkadaşları tespit etmiş. İlk gün, bölüğümüz komutanının karşısında dururken; bizler onun adını dahi bilmeden o Malatyalıların ismini okuyup öne çıkardı. Tabi nasıl bir gıcıklıksa, onlara sıkı bir eğitim yaptırdı. Biz de ilk gün bizleri bekleyen durumu onları izleyerek öğrendik. Ama keyifliydi onları izlemek, her ne kadar zorlu bir sürece hazır değilsek de. Lâkin sonraki günlerde bölük komutanı, Malatyalıları kolladı onlara ilk gün yaptırdığını bizlere yemin törenine kadar yaptırdı.

Yaş ortalaması 26-27 olan biz acemilerin eğitimi başlayınca teker teker dökülmeye başladık. Bundan dolayı her gün revire gidenler oluyordu. İlk haftanın sonunda revire gitmek isteyen asker sayısı yetmiş kişiyi bulunca bölük komutanı da şöyle bir yol buldu: “Revire gitmek isteyenleri önce ben tedavi edeceğim. Benim tedavi edemediklerim ise revire gidecek” dedi. Bunu duyan bütün askerler anında iyileşti ve hepsi birer “ranger” oldu. Bölük komutanımız tıp eğitimi almamış ama iyi bir doktormuş…

Daha sonra bölük komutanı beni gözüne kestirdi. Sorun ise; ben tekmil verirken sesim gür çıkmıyormuş. Bana “tekmil ver” dedi ve tekmil sonunda ses tonumu yetersiz buldu. Arkamdaki Edirneli arkadaşa ise şöyle dedi; “sen sesini duyabildin mi?”. O garibim de yüksek sesle; “duymadım komutanım!” dedi. Ben de bunun üzerine şöyle dedim; “komutanım, o aslında duydu da, sizi bozmamak için öyle dedi”. Bu sözüm üzerine komutan da, Edirneli de güldü. Sonra komutan bana “ne halin varsa gör” dedi ve gitti. Bana da bir daha bulaşmadı.

Ağustos ayı Adana sıcağında bize iyi gelen iki şey vardı. Birincisi ara sıra esen serin rüzgâr, ikincisi ise eğitim sırasında; bir sabah bir de öğleden sonra düzenli olarak bayılan Kırıkkaleli devrem. Onun sayesinde biraz nefes alıyorduk.

Bizim devrelerin, kısa devre yapma dışında özel bir durumu daha vardı. O da hepimiz önceden tembihliydik.

Bizim olduğumuz tarafa eski askerler veya rütbeliler gelir ve şöyle tuzak sorular sorardı: “Aranızda “E” sınıfı ehliyeti olan var mı? Aranızda bilgisayar kullanmayı bilen var mı? Aranızda yüzme bilen var mı?”. Tabi bu tür tuzak sorulara hiç birimiz cevap vermezdik. Dedim ya; hepimiz önceden tembihliydik…

Acemi birliğinde yemin edip, eğitim çilesini doldurup, Ramazan bayramını da orada geçirdik. Bayram dönüşü mesai başlayınca bizleri de usta birliklerine gönderdiler; teknik yönden birçok problemi olan eski otobüslerle.

Acemi birliğinde ise en çok zoruma giden durum şuydu: “Sigara içmeyen birisi olarak, sigara içen diğer askerlerin izmaritlerini mıntıka temizliğinde toplamaktı”. Sonra anladım ki hayat da buna benzer bir şeymiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Şadan Sezgin Arşivi