Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

Nerelere Gitmekteyiz?

Nerelere Gitmekteyiz?

Böyle konulara girmemiştim ama gelişen olaylar ister istemez ilgi göstertiyor.Yıllardır Kürt kökenli yurttaşlarımızla kardeş gibi geçindik. Birbirimizle akraba olduk. Şehirlere yerleşmeler oldu.
Şu son yıllara kadar hiçbir Kürt kökenli vatandaşımıza ne bizler ne de Devlet birey olarak “Kürtçe konuşamazsın” denmedi. Sadece okullarda çocuklara Türkçe öğretildiği için Türkçeyi de öğrenmiş oldular. Ve eminim bu vatandaşların Türkiye sınırları içinde olanları belki 90 yaş üstünü ilave etmezsek % 99 Türkçe bilir ve hiçbir zaman son yıllara kadar kardeşlik dışına çıkmayı düşünmemiştir.
Örneğin Konya, Cihanbeyli İlçesi’nde yaşam süren Kürt kökenli vatandaşlar. Taa çocukluk günlerinde müşahede ettiğim gibi, Konya merkezine geldiklerinde kendi aralarında Kürtçe konuşurken, Türkçe bilenlerle de Türkçe anlaşırlardı.
Bu gün tahminim o ki bu vatandaşlar evlerinde bile Türkçe konuşmaktadırlar.
Belki Doğu illerinde çoğunluklu olan Kürt kökenli kardeşlerimiz yine ana dilleri ile konuşmaktadırlar. Bu yönde karışan bir devlet oluşumu da görülmemişti ama…
Gel velâkin açıkça söyleyeyim dış mihraklara çanak tutup kendilerinin de totaliter bir hükümet kurup başına geçeceklerini sananlar!.
Kâh dağlara çıkardıkları, kâh şehirlerde yuvaladıkları gençlerin beyinlerini yıkayıp.
Kürt kökenli de olsa çocuk, kadın ve ihtiyar hatta sivil demeden kalleşçe öldürtme yöntemine girmekteler.
Sözde siyasi çalışma adı altında asıl amaçları T.C. dışında bir Kürdistan devleti kurup bizzat kendileri totaliter bir devlet başında vur patlasın çal oynasın hayatı hayali içindeler.
Onlara bu zannı sağlayan dış mihraklar. Şayet ola ki Kürdistan’ı kurabildiler.
Hiç de kendilerine bırakmayıp, Saddam’a da aynı şeyleri tatbik ettikleri gibi. Hepsini silip geçecek, emelleri olan Osmanlıyı parçalayamasalar da. İsmini kaldırttıkları gibi…
Şimdide T.C.’ni parçalamış olmakla Fırat ve Dicle nehirlerini kendilerinin kontrolüne alacak, yani Siyonistlere verecekler.
Nitekim Irak’a demokrasi getireceğiz yalanı ile petrolleri kendi şirketlerine gasp ettikleri ve orada ki destekleyen Kürt topluluğunun avucunu yaladığı gibi olması. Kaçınılmaz hale gelecek.
Doğudaki Kürt kökenli vatandaşlarımıza silahla korku salıp, “Mahallenizdeki sandıktan başka oy çıkarsa vay halinize” dedikleri ne ait dedikoduları pek de yabana atmamak lazım. Konuştuğum doğulu dostlar bunları korka korka ifade etmektedirler.
Nasıl korkmasınlar? Devletin her evi kontrol etme olanağı olamaz ise. Kapıyı çalıp tüm ailenizi tarayıp geçiverirler…
Sonra sadece terör cinayet işlediği ile kalıverir. Korkmasınlar mı o zaman?
Asıl Devlet bunun önüne geçebilmeli ama. Bu sadece iktidardaki parti hükümetinin değil muhalefetinde en ufak bir şeyi bahane edip oy rantına girmeden birleşik çalışmalı ama… Ne gezer!.
***
Derdimiz sadece bumu? Diğer oluşumlara bakın
Önceki yazımda değindiğim bir nokta vardı. II. Dünya Savaşı yılların da, ortada görülmeyip karaborsaya düşen eşya ve gıda maddeleri memurlara devletçe verilmekte olduğu. Bu yöne bakınca Devlet kendi çalışanlarını koruyan, halk ne yaparsa yapsın düşüncesinde oluşum çıkmaz mı?
Nitekim o zamanın iktidar partisinin elitleri hâlâ aynı zihniyette olmalılar ki halkı çeşitli adlarla küçük görebilme içine girmekteler.
 Taraf Gazetesi’nde yayınlanan Ahmet Altan’ın yazdığı;
http://www.taraf.com.tr/ahmet-altan/makale-bir-cumhuriyet-batarken.htm)
 “Sadece devlette çalışan görevlileri korumak için kurulmuş, halkın tümünü de potansiyel “suçlu ve düşman” olarak görmüş bir düzen 1923’te sopa zoruyla yürütüldü ama 2011’e geldik.” doğruluğunu genç nesil bilemeyebilse de. O zamanı yaşayanlar bilemez mi?
Yine Altan’ın devam eden belirlemelerine göz atalım.
 “Cumhuriyet’in kurduğu müesseselerin neredeyse tümü birden tel tel dökülüyor….”
“Cumhuriyet’in yargısı ise tümden çökmüş vaziyette… Kendini saklayamıyor”
“Bilmem kaç cinayet sanığı Hizbullahçıların davasının on yılda sonuçlandırılamamasının sonucunda hepsinin birden salıverilmesi, domuz bağlarını, işkence videolarını hâlâ hatırlayan toplumu sadece kızgınlıkla değil korkuyla da yerinden hoplattı.
Yargıtay, “zamansızlıktan” ve dosya fazlalığından bu davaları sonuca bağlayamadığını söylüyor.
Ne yazık ki bu savunma biçimi çok da inandırıcı değil.
Çünkü şu soru apaçık ortada duruyor.
Peki, kardeşim, madem sizin hiç vaktiniz yok, bir türlü çabuk karar veremiyorsunuz da kendinize yakın bulduğunuz Cihaner ve Haberal dosyalarını nasıl bu kadar çabuk inceleyip karara bağladınız?
Demek ki zaman var ama o zamanı kullanma tercihleriniz hukuktan ziyade sizin politik inançlarınıza uygun oluyor.
On yıldan beri önünüzde duran Hizbullah dosyasını karara bağlayamıyorsunuz ama Haberal ya da Cihaner sözkonusu olduğunda on gün size yetiyor.
Bunu nasıl açıklayacak Yargıtay? …”
Bende bilemiyorum nasıl açıklayacaklarını. Bir kulp bulabilecektir elbet ama…
Gidişat bu yönde olursa halkdaki adalet duygusu zedelenmez mi?
***
Bir kendimize gelsek de. Kürdistan devleti kurup totaliter bir idareciliğe koşmayı bırakmayı ve hukukun kurallarını tam yerinde kullanıp kardeşçe şu güzelim vatanımızda şen ve esenlikle yaşayabilmeyi yeğlesek!
Bilmem görebilecek miyiz?
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi