Mükâleme Nasıl Mukabele Oldu, Mefruşatlar Buzdolabına Nasıl Sığdı?
Hacı Veyiszade merhum çok iyi Arapça bilirdi, pratiği de çok güçlü idi. Yurtdışından gelenler katiyen Hoca Efendi’nin Arapçayı Konya’da öğrendiğine inanmazdı.
Bir gün Hoca Efendi, birkaç talebesi ile Piri Paşa Cami’nde mükâleme okurken, Afyon müftü yardımcısı yanında birisi ile camiye gelmiş. Misafirin “Ne okuyorsunuz bakalım?” sorusuna Hoca Efendi, “Mükâleme okuyoruz babam” cevabını vermiş. Müftü yardımcısı tahsilini Mısır’da yapmış. Bir cami imamının mükâleme okutmasını pek ciddiye almamış. Biraz da imtihan eder gibi Hoca Efendi ile Arapça konuşmaya başlamış. Misafir konuştukça toparlanmış, saygılı bir hâl almış. Hoca Efendi’nin Arapça konuşmasına hayran olmuş. Sonunda Hoca Efendi’nin elini öpüp ayrılmış.
Bu olayı Konya Makine Mühendisleri Odası’nın yeni bastırmış olduğu, “Menkıbe ve Hatıralarla Hacı Veyiszade Mustafa Efendi” isimli kitabımızda da bu şekilde anlattık. Fakat nasıl oldu, kim yaptı ise, konuşma anlamında olan “mükâleme” kelimesi, gözle kaş arasında “mukabele” kelimesi ile değiştirilivermiş. Her halde camide okunsa okunsa mukabele okunur, diye düşünmüşler. (Kelime belirttiğimiz şekilde “Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve Ailesi” isimli kitabımızda da kullanılmıştır. Bk. 2. baskı, 2009, s. 123)
Bir zamanlar Gazi Lisesi’nin karşısında bir bakkal, dükkânının girişine reklâm mahiyetinde bir şeyler yazmış. Bunların altına da “Mefruşatlarımız buzdolabındadır” yazısını eklemiş.
Şimdi “mükâleme” nasıl “mukabele” olur diyeceksiniz? Mefruşatlar yani ev eşyaları buzdolabına nasıl sığdı ise, “mükâleme”de öyle “mukabele” oluvermiş.
Bu, başımıza ilk gelen bir iş değil. Köşe yazılarımızda eskiden kullandığımız “mükâleme” kelimesi gibi Arapça veya Farsça kökenli kelimeler, yazıyı dizen görevliler tarafından anlamı bilinmediği için kelime, bildikleri bir kelime ile değiştiriliverirdi. Bizim yazıyı tekrar kontrol etme imkânımız olmadığı için de yazı, hiç ilgisi olmayan bir kelime ile çıkardı. O zamanlar yazılarımızı elle veya daktilo ile yazardık. Sonradan bilgisayar yaygınlaşınca bu mahzur da kısmen ortadan kalktı. Buna rağmen benzer yanlışlar zaman zaman günümüzde de hâlâ görülmektedir.
Üç çeşit okuyucu vardır. Bir bölümü kelimelerin anlamını bilmediği için, bir bölümü de dikkatsizliği sebebiyle böyle yanlışların farkına varmaz. Bazı insanların da gözünden yanlışlar katiyen kaçmaz. Muhammed Doğan Hoca bunlardan birisi. Hemen fark ediverirler. Onlara kelimeyi sizin doğru yazdığınızı, fakat birilerinin değiştiriverdiğini nasıl anlatacaksınız? Bütün mesele burada…
Vaktiyle matbaalarda yazıları dizen görevliye “mürettip”, dizilen yazıları tashih edenlere de “musahhih” denirdi. Eskiden bu görevi yapanlar çok bilgili ve kültürlü insanlardı. Her matbaa ve yayınevi mutlaka kadrosunda böyle bir musahhih bulundururdu. Meşhur yazarlar bile yazılarını çalakalem, dikkatsizce yazar, yanlış olursa nasıl olsa musahhihler düzeltir diye düşünürlerdi. Günümüzde pek çok kelimede olduğu gibi “mürettip”, “dizgici”, “musahhih” de “düzeltmen” oldu. Tashih işleri de bu hallere düştü. Kelimeler yenilenip, Türkçeleştirildikçe anlamları da değişikliğe uğruyor ve mana zenginliklerini kayboluyor galiba.
Benzer bir durum da günümüzde “şehir” kelimesinde yaşanıyor. Şehirlerin, tarihî dokuları tahrip oldukça, şehirliğini kaybettikçe, yetkililer dahil pek çok insan onlara, “kent” demeye başladı. Bu konu üzerinde de vaktiyle uzunca durmuştuk.
Bir gün Hoca Efendi, birkaç talebesi ile Piri Paşa Cami’nde mükâleme okurken, Afyon müftü yardımcısı yanında birisi ile camiye gelmiş. Misafirin “Ne okuyorsunuz bakalım?” sorusuna Hoca Efendi, “Mükâleme okuyoruz babam” cevabını vermiş. Müftü yardımcısı tahsilini Mısır’da yapmış. Bir cami imamının mükâleme okutmasını pek ciddiye almamış. Biraz da imtihan eder gibi Hoca Efendi ile Arapça konuşmaya başlamış. Misafir konuştukça toparlanmış, saygılı bir hâl almış. Hoca Efendi’nin Arapça konuşmasına hayran olmuş. Sonunda Hoca Efendi’nin elini öpüp ayrılmış.
Bu olayı Konya Makine Mühendisleri Odası’nın yeni bastırmış olduğu, “Menkıbe ve Hatıralarla Hacı Veyiszade Mustafa Efendi” isimli kitabımızda da bu şekilde anlattık. Fakat nasıl oldu, kim yaptı ise, konuşma anlamında olan “mükâleme” kelimesi, gözle kaş arasında “mukabele” kelimesi ile değiştirilivermiş. Her halde camide okunsa okunsa mukabele okunur, diye düşünmüşler. (Kelime belirttiğimiz şekilde “Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve Ailesi” isimli kitabımızda da kullanılmıştır. Bk. 2. baskı, 2009, s. 123)
Bir zamanlar Gazi Lisesi’nin karşısında bir bakkal, dükkânının girişine reklâm mahiyetinde bir şeyler yazmış. Bunların altına da “Mefruşatlarımız buzdolabındadır” yazısını eklemiş.
Şimdi “mükâleme” nasıl “mukabele” olur diyeceksiniz? Mefruşatlar yani ev eşyaları buzdolabına nasıl sığdı ise, “mükâleme”de öyle “mukabele” oluvermiş.
Bu, başımıza ilk gelen bir iş değil. Köşe yazılarımızda eskiden kullandığımız “mükâleme” kelimesi gibi Arapça veya Farsça kökenli kelimeler, yazıyı dizen görevliler tarafından anlamı bilinmediği için kelime, bildikleri bir kelime ile değiştiriliverirdi. Bizim yazıyı tekrar kontrol etme imkânımız olmadığı için de yazı, hiç ilgisi olmayan bir kelime ile çıkardı. O zamanlar yazılarımızı elle veya daktilo ile yazardık. Sonradan bilgisayar yaygınlaşınca bu mahzur da kısmen ortadan kalktı. Buna rağmen benzer yanlışlar zaman zaman günümüzde de hâlâ görülmektedir.
Üç çeşit okuyucu vardır. Bir bölümü kelimelerin anlamını bilmediği için, bir bölümü de dikkatsizliği sebebiyle böyle yanlışların farkına varmaz. Bazı insanların da gözünden yanlışlar katiyen kaçmaz. Muhammed Doğan Hoca bunlardan birisi. Hemen fark ediverirler. Onlara kelimeyi sizin doğru yazdığınızı, fakat birilerinin değiştiriverdiğini nasıl anlatacaksınız? Bütün mesele burada…
Vaktiyle matbaalarda yazıları dizen görevliye “mürettip”, dizilen yazıları tashih edenlere de “musahhih” denirdi. Eskiden bu görevi yapanlar çok bilgili ve kültürlü insanlardı. Her matbaa ve yayınevi mutlaka kadrosunda böyle bir musahhih bulundururdu. Meşhur yazarlar bile yazılarını çalakalem, dikkatsizce yazar, yanlış olursa nasıl olsa musahhihler düzeltir diye düşünürlerdi. Günümüzde pek çok kelimede olduğu gibi “mürettip”, “dizgici”, “musahhih” de “düzeltmen” oldu. Tashih işleri de bu hallere düştü. Kelimeler yenilenip, Türkçeleştirildikçe anlamları da değişikliğe uğruyor ve mana zenginliklerini kayboluyor galiba.
Benzer bir durum da günümüzde “şehir” kelimesinde yaşanıyor. Şehirlerin, tarihî dokuları tahrip oldukça, şehirliğini kaybettikçe, yetkililer dahil pek çok insan onlara, “kent” demeye başladı. Bu konu üzerinde de vaktiyle uzunca durmuştuk.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.