Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Milliyetçiliğin Tarihçesi

Milliyetçiliğin Tarihçesi

Irkçılık 19. asrın sonlarına doğru hatâlı bir ifâdelendirmeyle ‘milliyetçilik’ olarak sosyal hayâta girmiştir. Bu hâliyle devam eden süreçte değişik zaman ve zeminlerde toplulukları peşinden sürükleyebilen bir akım oldu. Bu kavram İslam coğrafyasına aktarıldığında Batı’dan çok farklı karmaşık bir hal almıştır. İslâm’ın âlem şümul yapısı ‘milli’lik kavramı ile daha dar bir çerçeveye sıkıştırılmıştır. Bu fikirle gelişen ‘milliyetçilik’te birey kendine ve en yakın çevresindekilere sempati duyduğu halde diğer coğrafyadakileri farkında olmadan bir dışlama anlayışı içerisine girer. Kendi toplumuna bağlılık ister istemez başkalarını dışlama ve geri plana atma duygusunu berâberinde getirir.
Milliyetçilik fikri Batı kaynaklıdır. Yeni bir fikir akımı olarak ilk defa 18. yüzyılda Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da ortaya çıkmıştır. Fransa İhtilâli ‘milliyetçilik’ kavramının ilk çekirdeğini teşkil eder. İlerleyen yıllarda bu ideolojik kavram, 19. yüzyılın başlangıcında Orta Avrupa’ya ve Güney Amerika’ya doğru yayılmış 20. yüzyıl başlarında da Asya ülkelerine kadar genişlemiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra tek tek bağımsızlık ilan eden ülkelerden sonra Asya ve Afrika’da da etkinliğini göstermiştir.
Bugünkü ifâdeye evrimleşen ‘milliyetçilik’; dil, din, toprak ve menfaat birliği gibi ortak değerlere sâhip olan kişilerin bir arada olma yakınlaşmasından doğan güç ile birlikte ayni ırka mensup olup bu ideolojiye inananların oluşturduğu milli devleti hedef alır. Bu sebeple büyük imparatorluklar (meselâ, Osmanlı gibi), dînî birliğe dayalı toplumlar ve feodal Beyliklerde ‘milliyetçilik’ kavramı söz konusu değildir. Fransa ihtilâlinden sonra Avrupa’da yayılan ‘milliyetçilik fikri’ gün geldi Osmanlı’ya kadar sirâyet edebildi. Buna bağlı olarak gelişen süreçte milliyetçilik dînî cemaatlari hedef almış ve bu işi özgürlük mücâdelesi adı altında devam ettire gelmiştir.
Araştırmacılar; “İnsanlık ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi’nde yer alan ‘egemenlik hakkının ulusa âit oluşu’, ‘ulusal egemenlik’ ilkesi, bir yönüyle millet (ulus) ve milliyetçilik kavramlarını güçlendirirken millî menfaatleri savunan ve aynı zamanda yöneticilerin halkın destek ve oyuyla seçilmelerine imkân sağlayan ulusal siyasî ve idârî yapılara da yol açmıştır.’ Derken; ‘Fransız Devriminin, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sloganı ve İnsan Hakları Beyannâmesi, liberalizm ve demokrasinin temelini oluştururken; siyasî batılılaşma târihimizde önemli bir yere sâhip oldu. Napolyon bu akımın Avrupa’da ilk ve etkili yayıcısı olmuştur. Bu yayılmaya tepki olarak Alman milliyetçiliği doğdu. Batıda 19. yüzyıl kapitalizmin getirdiği sosyal sıkıntılar sosyalizmle birlikte liberal ve demokratik ideallere bağlı milliyetçiliği geliştirirken Alman milliyetçiliği otoriter ve muhâfazakâr bir temel üzerinde gelişti.’ gerçeğini açıkladılar.
19. yüzyılın sonlarına doğru devam eden süreçlerde o günün Avrupa’sında târih gösterdi ki, mevcut birçok hânedanlıklar çökerken milliyetçilik fikri üzerine Macaristan, Avusturya, Çekoslovakya ve Yugoslavya gibi pek çok yeni ülke ortaya çıktı. Zaman içinde Komünizm gibi milliyetçiliğe karşı görüşler doğmasının yanı sıra milliyetçilik ideolojisini Faşizm ve Nazizim boyutuna kadar götürenler oldu. Ülkelerin bağımsızlık hareketlerinde milliyetçilik, komünizm ve Sosyalizm ideolojileri etkin rol oynayarak Avrupa Topluluğunun bütünleşmesi gecikti.
İlk adımları azınlıklar tarafından atılan milliyetçilik hareketleri Osmanlı Devleti'nin yıkılış sebeplerindendir. Özellikle Rumlar milliyetçiliğin önderliğini yaptılar ve neticede Yunanistan en önce bağımsızlığını ilân ederek Osmanlı’dan ayrıldı. Ardından Bulgarlar ve Ermeniler de aynı akımın peşinden gittiler ve Devlet-i âliye de çok sıkıntılara sebebiyet verdiler. Daha sonra yıllarda bilhassa İngilizlerin teşviki ile ayni fikir akımları Müslüman halk üzerinde de etsisini sürdürdü. Senelerce huzur, eşitlik ve adâlet ilkesi çerçevesinde hayatlarını devam ettiren birçok unsur ‘azınlık’ ve ‘bağımsızlık’ fikirleri dâhilinde ayrılık şarkısını çalmaya başladılar. Ve ortaya bugünkü manzaralar çıktı.
Yüce ve yüksek dînimiz İslâmiyet’te kavim kavramı reddedilmeyen bir olgudur. Hatta kavim kavramı Cenâb-ı Hak tarafından insanlığa bir lütuftur. Kur’an bu olguyu şu kutsî hükmüyle açıklar: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden (Âdem ve Havvâ’dan) yarattık. Sonra sizi tanışasınız diye soylara ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve üstün olanınız, en takvâlınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi) bilendir, (her şeyden) haberi olandır.” (1) Âyette belirtildiği gibi bütün insanların aslı birdir. Bütün insanlar bir erkekle bir dişiden meydana gelmiştir bu sebeple hiç kimsenin başkasını aşağılaması ve küçük görmesi dînimizce onaylanır bir davranış değildir. Daha açıkçası hiç kimse Kürt veya başka bir soya mensup olduğundan dolayı kınanamaz, aşağılanmaz. Onlarda bu toplumun mozayığını oluşturan bir parçadır. Cenâb-ı Hak bizleri tanışalım, kaynaşalım, anlaşalım diye farklı farklı kavimlerden yaratmıştır. Şüphesiz akıl sâhipleri için bunda çok büyük faydalar ve hikmetler vardır. Farklı kavimler hiçbir zaman aşağılanma ya da övünme vesilesi olamaz. Ama kim ki Hakk’ın dışına çıkarsa elbette o kim olursa olsun cezâlandırılır.
Aramıza ayrılık tohumları yayan her türlü fikir akımına karşı duyarlı olmak, aslını doğru kaynaklardan araştırmak hepimizin görevidir. Hakk’a yapışmak, Hakk’ı hak olduğu şekilde yüceltmek inananların sorumluluğundadır. Nice güzel günlere…
--------
1) Hucurat, 13

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi