Milletimiz hangi muallim tipini tanıdı
Gününüz hayırla dolsun sevgili okurlar eğitim ile ilgili yazmaya devam ediyoruz zira bu konuda daha diyecek sözlerimiz bitmedi. Efendim Nureddin Topçu üstad şimdiye kadar milletimizin hangi tip muallimler tanıdığına yönelik, bahsettiğimiz kitabında şunları yazmış; ‘Milletimizin rûhî temelleri olan İslam’da, Peygamber ilk muallimdi. Öğreten O (aleyhisselam), inandıran O (aleyhisselam), yürüten O (aleyhisselam) idi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş, devleti mektep hâline getirmişti. Sonraki devirlerde bu ikisi ayrılmakla berâber; birbirlerini sımsıkı muhafaza ettiler ve devlet adamı, muallimin emrinde bulunduğu müddetçe cemaat ikbal hâlinde yaşadı. Muallimi devlet adamının bendesi olduğu zaman, cemaat bozuldu, felâketler baş gösterdi.’ Diyor ve devamla;
‘Kur’an’la Hadis’in ebedî muallimliğinde, bunları yükseltmekten başka emelleri olmayan Ömer’lerin devrinde, İslam âlemi en mesud dönemlerini yaşadı. İmâmı Âzam gibi muallimleri kırbaçlayarak zindanlarda öldüren ve ilmin üstünde korkunç bir devlet tahakkümü yaşatan Abbâsîler, eğer Osmanoğulları târih sahnesine çıkmasaydı, ahlâkın ve ilmin hâmisi olan İslam medeniyetine son vereceklerdi.’ (Nureddin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, 2019, İst, s.73)
Bu süreç böyle sıkıntılı bir şekilde devam ederken Anadolu’ya yerleşen Oğuzlar’ın başlarında hakikaten büyük bir vezir ama aynı zamanda ahlâkî bir çığır açan değerli bir muallim olan Nizâmül-mülk bulunuyordu. Onun sâyesinde farklı bir anlayış devre hâkim oldu. Büyük vezir aynı zamanda büyük bir muallim olan Nizamül-mülk, Bağdat’da Nizâmiye medreselerini açarak halkı ve devlet adamlarını bu medreselerde yetiştirdi. Sonuçta padişahlar şehzâdelerini onların terbiyesinde eğitilmelerini sağlayarak, devlete ve yönetime nizam ve intizam verdiler. Fatih Sultan Mehmed, II: Murad, Yavuz Sultan Selim Han hep bu eğitim medreselerinin eserleridir. Yine bu hususları tahlil eden üstad bugüne ışık tutan şu fikirlerini serdediyor;
‘Bizim bütün târihimiz, muallimin yükseltildiği devirlerde şan ve şerefle medeniyet ve ahlâkın zirvelerine tırmanmış, muallimin alçaltıldığı devirlerde ise uçuruma yuvarlanmıştır. Muallimin alçaltılması, onun devlet emrinde bir bende hâline getirilmesiyle başlar. XVII. asırdan beri, şeyhülislamların birçoğu, devlet siyâsetinin telkiniyle fetvâlarını vermeğe başladılar. (Bizde de geçmişte böyle olmadı mı? Devlet adamları askerin emriyle başörtü yasağı koydular. Diyânet sesini çıkaramadı.) Gâye hükümdâra yaranmak vasıta ise ilim ve şeriat oldu. (Yine bir zamanlar bu milletin kutsal kitâbının okunması yasaklandı, câmiler kapatıldı, Kur’an kursları ve İmam Hatiplerin kapılarına kilit vuruldu da kimse sesini yükseltemedi…) Zamanla, medrese istiklâlini kaybederek, tamâmiyle devletin eline geçti. (Yâni muallimler Hakk’ı söyleyen değil âdeta devletin kuklası mâhiyetine büründüler.) Müderrisler, devlete âit menfaatlerin simsârı oldular. Devlet siyâsetini güdenler bu mevkilere getirildi. Sonra da beşikte iken ulemâ denen sâbîlerin başına sarık sarıldı. Nihâyet sonuncusu, muallimliğin meslek hâlinden çıkarılması oldu.’ diyor haklı olarak. (A.g.e, s.74)
Gerçekten muallim olmanın yâni bugünkü tâbirle öğretmen olmanın büyük mesûliyetleri vardır. Zira sosyal hayat içerisinde yaşanan her problemin temelinde iyi bir eğitim terbiyesi almamanın acı izleri mevcuttur. Meselâ; insanların alışveriş veriş yaparken ki işleyen aldatmacalardan tutunda, insânî muaşeretlerdeki bozukluklara kadar varan her sıkıntılı ahlâkî düşüklüklerde ihmal edilen, üzerinde durulmayan nice davranış çirkinlikleri yatmaktadır. Her yanlış ve bozuk davranış gerekli yaşında ve zamânında müdahale edilerek ancak eğitimle düzeltilebilir. Yaş ve zaman geçtikten sonra artık o davranış bozuklukları kişinin karakteri hâline gelir ve sonra düzeltilmesi imkansız olur. İşte bu noktada muallim, elinde yoğuracağı genç nesle iyi bir karakter aşısı yapan âdeta bir sanatkar gibidir.
Eğitmenlik işi bir nevi sanat işidir. Ancak muallim eğitmenlik sanatını icra ederken ruhları inşa eden bir kahraman gibi kendi hayâtını en âlî şekilde yaşamayı değil de öğrencisine hizmet etmeyi seçmesi vesilesiyle hem kendi şahsına hem öğrencisinin şahsına bu yönüyle şeref katar. Bu hususta önüne çıkan engellere tahammül gösterdikçe muallimde ulvî güzellikler ortaya çıkar. Hep yazar ve söyleriz şurası bir gerçek ki, hakiki muallimlik adanmış bir rûha sâhip olmayı gerektirir. Zira muallimlik ruh işidir, sevgi ve sabır işidir.
Muallimlerin talebelerin irâde kâbiliyetlerini işleme görevi vardır. Çünkü. ‘muallim ruh sanatkârıdır’ demiştik. Toplumda insanların birbirleriyle olan iletişimlerinde işleyen menfilikler varsa, insanlar arasında kin-intikam-düşmanlık mevcutsa mazlumlar eziliyorsa insan zulümleri artıyorsa hiç lafı eğip bükmeyelim bunda muallimlerin payı büyüktür. Ana-baba da neslin ilk muallimleridir onları da bu çerçevenin dışında tutamayız.
Hâsılı dünden bugüne yaşanan medeni terbiyedeki düşüklüklerde, karakter bozukluklarında küçükten büyüğe muallimlerin rolü inkar edilemez bir gerçektir. Eğitim öğretmenlerle gerçekleştirildiğinden öğretmenlerin yâni muallimlerin vasıflı olması elzemdir. Bu konuyu çok yazdık ama yine yeni eğitim yılında da değinmeden geçemedik efendim.
Selam ve dua ile, hayırlı, nurlu, bereketli Cumâlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.