Maskaralar ve Çıngıraklar
Sağlıklı eleştiriler yapamamak, birbirini dinlememek, tek sesliliği düşünce kontrolünü öncelemek, en büyük yanılgılarımızdan biri olsa gerek.
Gücü eline geçirenin, çevresindekilere tebaa muamelesi yapması; dalkavukluğu, şirazeden çıkmayı, zekâ ve ruh geriliklerini, seviyesizliği, liyakatin yerine hamakatı, köle yüreklerin üstünleşmesi ve hâkimiyetini celbediyor. Sonuçta Türkiye’ye kaybettiriyor.
Hele bir de egemene kutsallık vasfı eklendi mi, mevcut cılız eleştirileri de hükümsüz kılacak; her sözünde hareketinde bir hikmet cevher aranacak; etraf buna uymaya, akıllar susmaya zorlanacaktır.
Mazideki bazı şahsiyetleri, olayları, sayısı sürekli çoğalan muhaliflerin hareketlerini, bambaşka okumalarla devamlı gündeme getirmekle, hedef şaşırtma, saptırma yönteminin bir başka veçhesi de ortaya konacaktı.
Başkalarında, kendinden gayrında “Hak’tan-halktan kopukluk, israf, tüketim, dindışı yaşayış” gibi görülen meta dünya sevgisi, tepedekilere, egemene hep yakıştırılacak; en hafif deyimle mazur gösterilecekti. Manevî ölçüler, denge altüst edilecekti.
Oysa bu ülkede protezine haciz gelen gazilere, şehit ailelerine verilen evlerin bile geri istendiğine şahit olacaktık.
Bayrağımızın, gazi ve şehitlerimizin düştüğü durum gönülleri yaralayacaktı. Derin ayrılıklar, bölünmeler meydana çıkacaktı.
…
Kays b. Sa’leb kabilesinden hamakatı kendisiyle darb-ı mesel olunan bir adamın lakabıydı Hebenneka. Boynuna çıngırak taktığı için böyle isimlendirilmişti.
Acaba toplumca sürüleşme ve aidiyet mührü olarak çıngırak mı taşımamız isteniyordu. Görünmez çıngırak(lı)lar mı ürüyordu.
Tabii bu arada yeni meslekler, makbul kişiler de türüyordu. Ve Muteberler, çıngıraklar arasındaydı.
…
Hikâye, Dursun Gürlek’in Çınaraltı kitabından:
“İranlıların Ubeyd-i Zâkânî adında hikmet ile nükteyi birleştiren değerli bir şair vardı. Bu zatın lâtifeleri, fıkraları çok meşhurdu. Ubeyd ilk zamanlar kendisini hikmet ve felsefeye verdi. Büyük çaba harcayarak bir edebiyat kitabı yazıyor ve o zamanın âdetine uygun olarak bunu Şiraz hükümdarı Ebû İshak’a takdim etmek üzere huzuruna çıkmak istiyordu. Şahın mâbeyncisi:
-Şevketlû efendimiz şimdi maskarasıyla eğlenmektedir. Yanına girilemez, diye onu huzuruna sokmuyordu. Şair o zaman şöyle bir rubai söylüyordu:
‘İlimde ve hünerde benim gibi ilerlemeye çalışma ki, büyükler katında önemsiz görüp hakarete uğramayasın. Sen zamane adamlarının gözüne girmek istersen arsız ve yüzsüz ol, dalkavukluk et, çalgı çal.’
Bu zat daha sonra ilimle uğraşmayı bıraktı. Hikmetli, fakat çok iğneli cümlelerle, nüktelerle, fıkralarla uğraşıyor. Bu hareketini iyi görmeyip çekiştirenlere karşı da yine şöyle bir rubai ile cevap veriyor:
‘Ey hoca! Gücün yettiği kadar ilim tahsil etmekten vazgeç. Çünkü böyle yapmazsan bir günlük nafakanı kazanmakta bile güçlüklerle karşılaşırsın. Var git, maskaralığı kendine sanat yap, çalgıcılık öğren de, büyük küçük herkes sana itibar etsin!’
Bugün de dalkavuğun kavuğuna, maskaranın kovuğuna, itibar edildiği halde, gerçek ilim adamlarının, hakiki sanatkârların yüzüne bile bakılmıyor” diye sözünü bitiriyor Dursun Hoca.
Kulaklarımda zorlayıcı bir ses.
Bebek katillerini, teröristleri destekleyen bazı çıngıraklı şahısları, akademisyenleri hatırlıyorum.
Aslına bakarsanız ortalık “çın çın…” ötüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.