Karakayalı Tos Bekir...
İzin günlerimde fırsat buldukça şehir dışına çıkıyorum...
“Şehir dışı” dediysem, Konya'nın değişik ilçelerine ve köylerine gidiyorum...
Kafamı boşaltıp, ruhumu tazeliyorum...
Cumartesi günü Gazeteciler Cemiyeti'nin seçimi vardı...
Sefa Özdemir güven tazeledi...
Sevgili Sefa Özdemir'e “hayırlı olsun” dedikten sonra, merkeze inmeden çevre yolundan Tatlıcak, Sakyatan, Yarma, Göçü, Karakaya, Divanlar, Zencirli, Çengilti ve Tömek'de bulduk kendimizi...
Artık köy değil buralar, Karatay'ın yeni mahalleleri!
Yeni düzenleme ne kadar “mahalle” dese de, buralar buram köy kokuyor...
Köy yani...
Evleriyle köy...
Ahırlarıyla köy...
Meralarıyla köy...
Koyunu ve kuzusuyla, ineği ve danasıyla, biçerdöveri ve mibzeriyle, özellikle de içinde yaşayan insanıyla köy...
“İnsanıyla köy” dedim ya, Karakaya'da öyle biriyle, yani türüm türüm köy kokan biriyle tanıştık, ayaküstü de olsa iki lafın belini kırdık...
Adres sormamız yaklaşık 40 dakika sürdü...
Anladık ki, dili şişmiş...
İlle de anlatacak...
Biraz nüktedan, biraz tatlı dilli olunca, bizde ağırdan almaya başladık...
“Konuşacak, sohbet edecek kimse kalmadı köyde” deyince, beyaz bayrağı çektik...
Yani, teslim olduk...
Kendisine “Karakayalı Tos Bekir” derlermiş...
Yiğit namıyla anılır hesabı...
Ama, sohbeti tatlı bir adam...
İşini sormaya gerek duymadık...
Besicilik ve çiftçilikle uğraşıyor...
Hayatı seven bir adam...
Yıllar yıllar önce “sen hastasın” demelerine rağmen, doktorları yanıltarak hayata sıkı sıkı sarılan bir adam Karakayalı Tos Bekir...
Sohbet devam ederken, laf lafı açarken, konu boğaza, yani gırtlağa geldi...
“Etimi, peynirimi, yağımı, sütümü şu gördüğünüz canlı marketlerden alırım” dedi...
Yani, inek ve danaları gösterdi...
Et, süt, yağ peynir muhabbeti sürerken ve bizim ağzımızın suları akarken, “durun hele bir” dedi, koşar adım evine gitti...
Kendi yaptıkları, mis gibi kokan sıcacık tandır ekmeği ile yine kendi marketlerinin ürünü olan bir tabak peynirle geldi yanımıza...
“Yiyin hele, şehirde bulamazsınız bunları” diyerek, “Köylünün kahve cezvesi bakırdan ya da gümüşten değildir, ama misafirleri ağırlamak için sürekli kaynar” ata sözünü hatırlattı bize, Karakayalı Tos Bekir...
Şunu çok iyi anladık ki, “köy” demek “doğallık” demek...
Bizim, yani şehirde yaşayanların “organik” diye bir çuval para vererek aldığı yumurta, yağ, süt, peynir ve yoğurt köylerde yetişen ürünlerdir...
Yeni düzenleme ile her ne kadar mahalle denilse de, Sakyatan da köy, Divanlar da köy...
Ya da Tömek veya Karakaya...
Çünkü, onların yari toprak...
Veysel'in dediği gibi...
Çünkü, onların keçisi, koyunu, ineği var...
Çünkü, onların yayıkları kurulur ve o yayıklarda, peynirler, sütler, yoğurtlar, yağlar birbirinden ayrılır...
Uzatmayacağım; köy hayatını seviyorum...
Mümkün oldukça, izin günlerimde şehirde durmayacağım...
Keşke benim de bir köyüm olsaydı...
Şu var; bundan sonra bütün köyler benimdir artık...
Çünkü, köyde huzur ve mutluluk var...
Ve...
Köylü insan kapısını çalan misafiri asla geri çevirmezmiş...
Aynen Karakayalı Tos Bekir gibi.