Kadına şiddeti, şiddetle(!) reddediyoruz
İnsanın hisleri, ihtiyaçları ve idealleri olan sosyal bir varlık olması, kâinatta müstesna bir yerinin bulunması, kadının ve erkeğin birbirinin tamamlayıcısı olduğu ve yeryüzünde mutluluğu, adaleti, huzuru tesis etmesi ve yahut kaos ve zulmü meydana getirmesinin birer tercih meselesi olması hakikattir. Bu tercihini iyiden, güzelden, doğrudan, adaletten mi yoksa çirkinden, yanlıştan, zulümden yana mı kullanacağı meselesi insanlık tarihi boyunca süregelmiştir.
Günümüzde kadın ve erkek cinsiyetleri üstünden adeta bir egemenlik yarışı yaşanmaktadır.
Halbuki insanın kendi tercihi olmayan hususları vardır. Irkı, rengi anadili, cinsiyeti gibi.
Allah (cc) ailede reis olarak erkeğe işaret etmiş, yetkinin çoğunu erkeğe vermiştir. Erkek hanımının ve çocuklarının her türlü ihtiyaçlarını zamana ve durumuna göre karşılamakla yükümlü tutulmuştur. Kadın ise insanın ilk sığınağı ve mürebbiyesi olurken insan sapıtıp azgınlığa düştüğünde ihyası için karşılıksız feragat etmektedir. Kadın, annedir, sevgidir, kucaktır, şefkattir, güçtür, kuvvettir, fedakârlıktır...
''25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Mücadele Günü" münasebetiyle Adalet Bakanı Abdülhamid Gül, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Z. Zümrüt Selçuk ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bir araya gelerek 'Kadına Şiddete Sıfır tolerans' mesajı verdiler. Mesajın en dikkat çeken yönü Adalet Bakanı Abdülhamid Gül'ün "Ülkemizde bu konuda çok önemli kanunlar yürürlüğe konulmuştur. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, yine 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiştir. Söz konusu kanuna göre hiçbir belge ve delil, tanık vs. aranmaksızın, sadece şiddet mağduru kadının beyanı esas alınarak, doğrudan koruma tedbirleri uygulanmaktadır. Bu yönüyle de dünyadaki birçok mevzuatın ötesinde düzenleme ülkemizde yapıldı." kısmı idi.
Kanun maddesindeki ''Sadece şiddet mağduru kadının beyanı esas alınarak, doğrudan koruma tedbirleri uygulanmaktadır." cümlesinin özellikle altını çiziyoruz.
Birçok hukukçu bu kanun maddesini farklı yorumluyor, kadının beyanının hangi suçlarda, davalarda esas alınması gerektiği hususunda henüz bir mutabakata varmış değiller. Kimileri kadına karşı tüm cinsel suçlarda temel alınması gerektiğini söylerken, bazıları yalnızca cinsel tacizde, bazıları ise sadece cinsel saldırı suçlarında kadının beyanının esas alınması gerektiğini savunmakta, bu yönde görüş bildirmekteler. Yine kimi hukukçular bu hususta hiç gündeme getirilmeyen fakat söylenmesi lazım gelen başka bir meselenin de, cinsel saldırı davalarında, olayın olup olmadığı konusunda mı, rıza konusunda mı, ya da her ikisinde birden mi kadının beyanını esas alınacağı konusunda kafa karışıklığına dikkat çekiyor.
Kadının beyanı esastır deniyor tamamda tüm bu beyanların kesin doğruluğu hakkında hepimiz hem fikir miyiz?
Hiç bir belge ve delil, tanık vs. aramadan sadece kadının ''mağdurum'' beyanına dayanarak ceza verilmesi ne kadar adilanedir peki?
İspat zorunluluğu olmadığı için kocasına kafası bozulan, kızan veya kocasından bir münasebetle intikam almak isteyen kadınlar soluğu karakolda alsa ki birçok kadın alıyor ve sonrasında sakinleşir sakinleşmez pişman oluyor ve şikayetini geri almak istiyor, ancak bu durum kamu davasına dönüştüğü için ne çare iş işten geçmiş oluyor. Hatta kadın şikayetçi olmasa dahi herhangi bir ihbar durumunda da hadise kamu davasına dönüşmüş oluyor.
Bu nedenle pek çok aileler darmadağın olmakta. Sadece koca değil baba, abi, kardeş vb. kişilerden kadın şiddet gördüğünü beyan ettiği vakit uzaklaştırma vb pek çok cezalar almaktalar.
Herkesten önce atladığımız, Sayın Abdülhamid Gül'ün de ifade ettiği gibi ''... dünyadaki birçok mevzuatın ötesinde'' olan bu düzeleme İstanbul Sözleşmeleri (İkiz Yasalar) olarak girdi hayatımıza ve sözleşmede 6284. maddesi kadına yönelik şiddeti durdurmak şöyle dursun ne yazık ki daha da artmasına neden olmuş, boşanmalardaki artışın nedenlerinden biri haline gelmiştir. Aileyi ve kadını koruyalım derken tam aksine ailelerin parçalanmasına sebep olmuştur.
Şiddette sadece hukuki yollardan çözüm aramak ortadan kaldırılmasında kafi olacak mıdır peki?
Öncelikle şiddette giden yolları tespit ederek, bu doğrultuda çözüm aramak gerekmez mi?
Toplumda şiddete sadece kadınlar maruz kalmıyor. Çocuklar, yaşlılar, bazan erkekler de şiddette maruz kalıyor, hatta hayvanlar dahi artık şiddet kurbanı...
Birçok şiddet çeşidinden bahsedebiliriz. Fiziksel, duygusal, ekonomik, sosyal... liste uzar.
Bir kişiye yapılmış bir zulüm tüm topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Anneye zulüm etmek onun çocuklarına da zulmetmek olur. Yine çocuklara zulmetmek onun anne ya da babasına zulmetmek olur. Tüm toplum katmanları olarak yapılan her türlü şiddette, zulme karşı olmak bu bağlamda toplumu bilinçlendirmek gerekiyor. İlkokullardan itibaren çocuklara aile eğitimi verilmesi uygun olacaktır. Ülkemiz eğitim sistemi Batı odaklı olduğu, Batı değerlerine göre şekillendiği için temel değerlerimiz çocuklara veril(e)miyor. Her ne kadar eğitim ailede başlarsa da okulda bu değerleri pekiştiremezse ileride sorunlu bir birey olarak toplumu oluşturuyor maalesef. Çocuklarımıza empati göstermeyi öğretmeliyiz. En iyi öğretme biçimi örneğini yaşayarak, hal diliyle olacaktır. Kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına yapmayan bireyler olarak büyüyen çocuklar kimselere şiddet göstermeyecek, zulüm etmeyecektir. Bugün bana ise yarın sana söylemini her çocuk benimsemeli.
Önceliği ailesine veren, hayatı bir imtihan gören ebeveynler bu minvalde çocuklar yetiştirir. Çocuk ısmarlama değildir. Nasıl bir terbiye vermişsek öyle büyür. (istisnalar olabilir)
Günümüzün aile tanımı hayli değişmiştir. Anne-baba, çocuktan oluşan çekirdek aile dediğimiz geleneksel aile tipinden herkesin kafasına göre bir yaşam sürmek istediği sözde modern aileye evrilmeye başladık. Müslümanların sekülerleşmesi aile kurumundan başlayarak tüm toplumu etkilemekte, devlet politikaları haline gelmektedir.
Kadınlar ekonomik özgürlüğü kavuşmuşlardır, ancak ekonomik özgürlük gerçekten özgürlük müdür? Kafasına göre çalışan, kafasına göre harcayan, kazandığı için kısıtlanmayan, her şeye hakkı olduğunu düşünen kadın hakîkaten 'özgür kadın' mıdır?
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın yaptığı bir araştırmaya göre kadının eğitim düzeyi arttıkça boşanma oranı artıyormuş. Yine çalışan kadının, ekonomik bağımsızlığını elde etmesi problemli evliliği bitirmesi yönünde kadına ekonomik açıdan imkan veriyormuş. Kadınlar boşanmada ilk neden olarak şiddeti gösteriyormuş.
Bununla birlikte haksız mal paylaşımı ve sınırsız nafaka zulmü şiddet ve cinayetlerin artmasında önemli bir etken olarak görülmekte.
Velhasıl kutsal olan evlilik birliğidir, tek başına kadın ya da erkek değildir. Aile kurumu korunduğu zaman bireyler de otomatik olarak korunacaktır. Bu ise inançlarımıza, kendi öz değerlerimize sahip çıkarak gelenek ve göreneklerimize bağlı kalıp bu yönde yasal düzenlemeler yapmakla sağlanacaktır.
Peygamber Efendimiz (sav) en kısa tanımla kadını Allah'ın bir emaneti olarak görmektedir. Yine Türk aile yapısında kadın anadır, bacıdır, abladır ve gelin abladır.
Cinsiyetleri öne çıkartmadan, birbirinin rolünü çalmadan, erkek üstün, kadın üstün diye çekişmeden Hucurat 13.ayette kulak verelim. Rabbimiz şöyle buyuruyor. ''Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en takvalınızdır. Muhakkak ki, Allah, bilendir, herşeyden haberdardır.''
Kadın ve erkek fıtratını bozmadan İlahi nizamına sarılalım.
Selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.