İslam dini bir bütündür
Birçok çevrenin kendine göre bir din anlayışı var. Kafasında kurguladığı ilah ve Rab anlayışı ne ise ona göre hayatına şekil vermeye çalışmaktadır. Bu durumda Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu ilah ve Rab anlayışı gölgede kalmaktadır. Bu sebeple toplumda genelde bu yüzden çatışmalar meydana gelmektedir.
İslâm dini bir bütündür. Bir kısmı kabul edilir, bir kısmı kabul edilmezse o zaman iman geçerli olmaz. Yani İslam’ın öngördüğü ilah ve Rab anlayışı zihinlere yerleşmez. Herkesin kendine göre bir ilah ve Rab anlayışı ortaya çıkar ki ilah ve Rablar insan sayısınca artar.
Süphanehu Teâlâ şöyle buyurur: “…Yoksa siz Kitap’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz..?” ( Bakara, 85)
İslâm dini, itikad, ibadet (namaz, zekât, oruc, hac v.s. ), muâmelât (alış-veriş, kirâ, şirketler, akitler, miras, vasiyet v.s.), ukûbât (had, ta'zir, kısas v.s.), münâkehât (evlenme, boşanma, nafaka v.s.) ve ahlak esaslarından ibarettir.
Dolayısıyla zihinlerde İslam dininin öngördüğü ilah ve Rab anlayışı zihinlere yerleşmesi için Müslüman anne ve babalar ve uygulama mevkiinde olup da gücü yettiği halde ( gücü yettiği halde diyorum) muamelat ve ukubet esaslarını uygulamayan yetkili ve etkili kimseler şu ayet-i kerimeleri hiçbir zaman unutmamaları gerekir:
“Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Allah’a adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide, 44.)
“Onun içinde (Tevrat'ta) onlara, cana can ile göze göz ile buruna burun ile kulağa kulak ile dişe diş ile ve yaralamalara karşı kısas olduğunu yazıp farz kıldık. Kim onu bağışlar da (kısas hakkından vazgeçerse) artık o kendisi için (günahlarına) kefaret olur. Ve kim, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, o takdirde işte onlar, zalimlerdir. (Mâide, 45.)
“Ve İncil sahipleri, Allah'ın onda (İncil'de) indirdiği (ahkâm) ile hükmetsinler. Ve kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, o takdirde işte onlar fasıklardır.” (Mâide, 47)
Ferdi olarak Müslümanlar şer’i hükümlerden miras gibi bazı hükümleri uygulayabilir. Her şeyi devletten beklemek doğru değildir. Halk uygularsa devletin işi kolaylaşır, devleti meydana getiren halktır.
Hz. Musa (a.s.), İsrail oğullarını zulümden kurtarıp Tur-i Sina’da kudret helvası ve bıldırcın etiyle beslediği halde onlar Firavun’un idaresini istemişlerdir. Neden? Köle ruhlu insanlardır da ondan. Köle artık zulme bağışıklık kazanmıştır, iflah olmaz. Onların zürriyetinden gelenler, Hz. Musa (a.s)’dan sonra gelen Yuşa (a.s)’ın başkanlığında Kudüs’e girilmiştir.
Birçok çevrenin kendine göre bir din anlayışının olmasının sebebi, resmi ideolojinin, İslâm dinini inanç temelli bir din olarak kabul etmesidir. Bunun iki sebebi vardır:
Birincisi, tarihsel tefsir anlayışıdır. Bu tefsir anlayışı, tefsirde yeni yaklaşımlardan biridir. Diğerleri, ilmi tefsir, edebi tefsir ve sosyolojik konulu tefsirdir.
Tefsirde yeni yaklaşımlar, (coğrafi keşiflerle m.1492) sömürgeciliğin başlaması ve sanayi devrimiyle (m.1850) perçinlenmesi sonucu son iki yüzyılda siyasi ve sosyal gelişmeler ve bilimde ilerlemeler gerçeklemiştir. Bu durum karşısında Müslümanlar arasında yeni tefsir anlayışları ortaya çıkmıştır.
İlmi tefsir anlayışına göre, Kur’an-ı Kerim’de bütün bilimler yer alır, bilimsel buluşlara öncülük eder. Buna göre son iki yüzyıldan itibaren Batı’da gelişen bilimler ile Kur’an-ı Kerim arasında bir çatışma yoktur.
İlmi tefsir anlayışı, vahyin tefsirinde hipotezleri (önermeleri) zamanla değişebilen bilimi esas aldığı için ve Kur’an-ı Kerim’de geçen kavramlara anlamı dışında yeni anlamlar yüklediği için eleştirilmiştir.
Edebi tefsir ise, ilmi tefsirin eleştirilmesinden dolayı ele alınmıştır. Edebi tefsir, Kur’an-ı Kerim’de geçen kelime ve terkiplerin onun ilk muhataplarının anladıkları gibi anlaşılmasını esas alır.
Sosyolojik konulu tefsir ise, Kur’an-ı Kerim’i sosyoloji ilminin esasları çerçevesinde yorumlayan bir disiplindir. Böyle bir tefsir anlayışına ihtiyaç duyulmasının sebebi, İslâm âleminin son yüzyıllarda Batı’ya ayak uyduramamasının sebeplerini araştırma çabası etkili olmuştur. En meşhur olanı, yazımına modernist Muhammed Abduh’un (ö.1905) başladığı, Reşid Rıza’nın (ö.1935) tamamladığı “Tefsirü’l- Menar’dır.
Son yüzyıllarda ortaya çıkan sorunlara çözüm bulmak iddiasıyla pek çok görüş ortaya atılmıştır. Müslümanlar arasında da İslâm dininin bu tür sosyal problemlere çözümü konusunda araştırmalar yapılmıştır. Mesela Seyyid Kutub’un (ö.1966) Fizilâli’l- Kur’an ve Mevdûdi’nin (ö.1979) Tefhîmü’l- Kur’an isimli eserleri bu yönde yazılmış tefsirlerdir. Bu müfessirler, şu görüşü esas alarak yola çıkmışlardır: İnsanlığın problemlerinin en iyi şekilde İslâm’ın ilk dönemlerinde çözülmüştür; bugünün problemlerinin çözümlerinin de peygamberimizin çağının esas alınmasıyla çözülebilecektir. Dolayısıyla tarihsel mirasın yeniden değerlendirilmesi gerekir.
Tarihsel tefsir anlayışına göre, Kur’an-ı Kerim, belli bir tarihte örf, âdet, kültür ve kendilerine göre bir medeniyete sahip olan ve beli bir coğrafyada yaşayan muhataplara hitap etmiştir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim, yerel bir kültürün izlerini taşımaktadır. Bu sebeple İslâm’ın inanç, ibadet ve ahlakla ilgili nassları evrenseldir. Muâmelât, ukûbât münâkehât ile ilgili nassları tarihseldir. Mesela sosyal kurumlara ilişkin emir, yasak ve cezalar, recm, kısas, çok eşlilik, faiz, miras ve iki kadının şahidliği v.s.
Kur’an-ı Kerim’e tarihsel yaklaşım biçimini öneren Fazlur Rahman (ö.1988), modern dünyada yaşayan Müslümanların, bu anlayış çerçevesinde sorunlarına çözüm üretmesi gerekir, demektedir.
Bu yaklaşımı, Roger Garaudy, Muhammed Arkoun ve Hasan Hanefi gibi çeşitli Müslüman entelektüeller tarafından da savunulmaktadır. Hıristiyanlıktaki kutsal metinlerde uygulanan bu tarihsel okuma biçiminin Kur’an-ı Kerim’e uygulanması eleştirilmiştir.
Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi Müslümanlar söz konusu tefsir anlayışlarıyla Kur’an-ı Kerim’i öncekilere göre daha iyi anlayıp sorunlara çözüm aramak ve bilime katkıda bulunmak değildir. Batı’ya uyum sağlama gayretidir. Seyyid Kutub ve Mevdûdi gibi müfessirler ve entelektüeller bu gayreti boşa çıkarmak için eserler vermiştir. Seyyid Kutup, bu gayretinden dolayı şehid edilmiştir. Hoşça kalın
Haftaya devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.