II. Dünya Savaşı Günlerindeki Yaşantılardan
Okuyucu telefonda “II. Dünya Savaşı sırasındaki dedelerimizin yaşantısını anlatacaktın bir türlü başlamadınız” diye sitem ediyordu.
Doğru söylüyordu ama araya sıcağı sıcağına olaylar geliveriyor. Onların bile onda birini ancak konu yapabiliyorum.
O kadar çok olumsuzluklar var ki olumluları silip geçiveriyor. Mesela Konya Et Balık Kurumu’nu daha iyi yerde kaliteli yapacağız nakaratı ile yerinin kibrit binalara serdedilip satılma rantı yanında Stadyumunda kurbanlık koyun gibi beklemede olduğu!
Hele şu Konya ulaşım düzeninin keşmekeşliğine dem vuranların söyledikleri! Bir türlü sıraya sokamadım.
Lafı uzatmayayım da okuyucunun isteğini yerine getirmeye çalışayım.
***
Anlatacaklarım bendenizin bizzat gördüğü okuduğu duyduğu katışıksız anlatımlardır. Bunları bu günün seksen üzerinde olanlar çok iyi bilirler ama…
Yılların, her olanı unutturması gibi. (Yüce Yaradan bu millete o eziyet günlerini bir daha yaşatmasın.) bu günkü bilemeyenlere güllük gülistanlık günleri diye anlatılırken birde “İyi bir idare ile babasız koymadı” kerrakesini yaftalarlar
Babasız koymadılar sözü yerinde mi o başka ama babalar ve çocuklarının gözlerinden yaş gelmesini esirgemiş olunamamıştı o günlerde!
O zaman muhalefet partileri ve karşıt kartel medya olsa idi bu günkü Tunus ve Mısır olayları bizde de olabilir mi idi diye ürkeklikle düşünüyor, olmadığına Hamd-i senâ ediyorum.
***
II. Dünya Savaşı’nda özetler vermiştim evvelki yazımda. Ve yurdumuzda neler oluyordu ilerde sunmak isterim diyordum
(https://www.merhabahaber.com/yazar/Ahmet_Guldag/4502/2_Dunya_Savasindaki_Olusumlar_ve_Yasantimiz.html )
Gerçi bütün yurt sathını göremezdim dokuz ve on beş yaşlarım arasında ama. Kendi yaşamımız dışındakileri ya duyuyor ya da bizzat görüyorduk tabii.
01 Eylül 1939 da Almanya’nın Polonya’ya hücumu ile başlayan II. Dünya Savaşı’nın akabinde devlet tedbirler almaya başlamıştı.
Her ne kadar diğer düvellerle değil de Almanya ile müttefikliğimiz devam etse de.
Herhalde, ne olur ne olmaz diye düşündü Milli Şef İsmet İnönü ki.
Atatürk zamanında bile başbakanlığında bazı cami ve vakıf yerlerini askeri depo edipte zamanın Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk’ün emriyle kaldırılmış olsa bile sonra daha bir fazlasıyla tekerrür edivermişti.
Şehirlerdeki önemli büyük tarihi camiler askerî buğday deposu haline getirilivermişti.
Örneğin Konya’da Sultan Selim, İplikçi, Alaeddin Camileri yanında mahalle aralarında ki Nakiboğlu vb. camileri de kapatılmış asker nöbetli silo haline getirilmişti.
Savaş halinde asker yiyeceksiz kalmayacak düşüncesi idi ama. Savaş olsa sadece yiyecek mi düşünülürdü.
Asıl lüzumlu olacak uçak ve uçak bombası fabrikalarından daha ileri fayda yerine kapattırılıp Avrupa’ya el açma nesiydi ki?
Köylünün tarlasındaki ekin, öğretmenler vazifelendirilerek yeşil durumda tespitle tahmini üretilecek buğdayın yiyecek kadarı kalacak diğer kısım devlete satılmak mecburiyetinde olacaktı.
Bırakın köyleri. Şehirdeki evler bile kontrol edilerek bir kile yani bir çuval buğday ve unundan fazlası alınıyor, üretende depolayanda fazlasını vermezse cezaya giriyordu.
Ya buğday ve un bulunduramayıp fırınlardan ekmek alanlar? Onlara da her şahsa günlük bir çeyrek (o zaman bir kilo gelen ekmeğin 250 Gr. mı) alabileceği karneye bağlanmıştı.
Hele ki şehrin % 90’nın da tandır vardı ve ekmeği herkes kendi yapıyor rahatça gıdasını alıyordu hatta karneli komşulara yardım ediyorlardı.
Rahmetli Davut Hoca ve kızı rahmetli Mukadder Hanım defalarca anlatmışlardı.
Geceleyin misafirlikten evlerine dönmekte olan ailenin beş çocuğu. O zamanlar tek fenni fırını olan adına Numune de denilen fırının önünden geçerken mis gibi ekmek kokusunu duyan çocuklar ağlayarak babalarından ekmek almasını isterler.
Karnesi olmayan baba fırıncıdan “Ne olur oğlum şu çocuklar ağlaşıyor bir çeyrek ekmek ver de paylaştırayım” isteğine “Baba haklısın ama benden hesap sorarlar hepsi kayıtlı” demesine yine ısrar ederek “Senin hakkını ver ben sana üç tandır ekmeği getireyim” demesine dayanamayıp çeyrek ekmek kesip verirken çocuklar sevinir ama baba ağlayarak yol alır…
Sadece ekmek mi? Şeker hiç yok karaborsa amelenin günlüğü altmış kuruşuna karşın beş lira. Herkes pekmez ve bal ile gidermekte. Kahve yok onun yerine misafirlere kaynamış nohut ikramı yapılmakta. O güzelim teneke kutularda ki Çin-Japon kızları resimli çay mafiş., Ihlamur bulan ikram yapabilir.
Her yabancı gıda yanında ihtiyaç kaplarda ithal olduğundan ateş pahası ve karaborsa patlaklığı içinde.
Sadece memurlara (ki demek ki o zamanlar Ankara’nın nerde ise tamamı memur olan elitler ondan bir türlü partilerine toz kondurmuyorlar.) Şeker, makarna, pirinç, vb. ucuz bedelle dağıtım vardı.
Ya halk? Onlar kendi düşünsün!.
Hele hâlâ gözümün önünden gitmeyen eski kebapçılar dediğimiz alandaki Sümerbank’tan nüfus kâğıdına damgalama ile verilen iki metrelik kaput bezi almak için birbirini kıran kadınlı erkekli mahşeri kalabalık!
Konya’da tarihi eser dolu Yusufağa Kitaplığı memurlara verilecek gıda malzemesi ile dolu!
Hocahasan Camii de Milli Kütüphane!..
Söz gelimi babasız koymadı diyenlere derim ki. O da ayrı bir konu. İnönü’nün hareketleri ile değil o zamanlar oradan oraya geçip pakt’lar yapması bile fayda getirmemiş. Ancak yıllar evveli de yazdığım gibi.
Almanya’nın Türk sefiri Won Papen’i çağıran Adolf Hitler “Kafkas petrollerini almam lazım. Bunun iki yolu var, bir kısa olan Türkiye’yi zapt ederek diğeri, uzun yol olan Kırım’ı alarak ulaşmak sen ne dersin” sözüne
“Türkiye’den geçmek daha uzak ve zor çünkü onlar bu güne kadar canını kanını verir toprağını vermezler. Kırım tarafında ise mezalim içinde Türkler var belki bizimle bile olurlar kolayca geçeriz” sözü ile Hitler vazgeçmiş ve Kırım’a vurmuştu.
İşte buradan da anlaşılabilineceği gibi İnönü’nün siyaseti değil Türkler’den korku ile girmemişlerdir savaşa.
Türkler savaşa girmeyip babasız kalmamışlardı ama..
Yavrular ağlarken babalar bile gözyaşlarını tutamamıştı yıllarca.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşa dileğimle…
Doğru söylüyordu ama araya sıcağı sıcağına olaylar geliveriyor. Onların bile onda birini ancak konu yapabiliyorum.
O kadar çok olumsuzluklar var ki olumluları silip geçiveriyor. Mesela Konya Et Balık Kurumu’nu daha iyi yerde kaliteli yapacağız nakaratı ile yerinin kibrit binalara serdedilip satılma rantı yanında Stadyumunda kurbanlık koyun gibi beklemede olduğu!
Hele şu Konya ulaşım düzeninin keşmekeşliğine dem vuranların söyledikleri! Bir türlü sıraya sokamadım.
Lafı uzatmayayım da okuyucunun isteğini yerine getirmeye çalışayım.
***
Anlatacaklarım bendenizin bizzat gördüğü okuduğu duyduğu katışıksız anlatımlardır. Bunları bu günün seksen üzerinde olanlar çok iyi bilirler ama…
Yılların, her olanı unutturması gibi. (Yüce Yaradan bu millete o eziyet günlerini bir daha yaşatmasın.) bu günkü bilemeyenlere güllük gülistanlık günleri diye anlatılırken birde “İyi bir idare ile babasız koymadı” kerrakesini yaftalarlar
Babasız koymadılar sözü yerinde mi o başka ama babalar ve çocuklarının gözlerinden yaş gelmesini esirgemiş olunamamıştı o günlerde!
O zaman muhalefet partileri ve karşıt kartel medya olsa idi bu günkü Tunus ve Mısır olayları bizde de olabilir mi idi diye ürkeklikle düşünüyor, olmadığına Hamd-i senâ ediyorum.
***
II. Dünya Savaşı’nda özetler vermiştim evvelki yazımda. Ve yurdumuzda neler oluyordu ilerde sunmak isterim diyordum
(https://www.merhabahaber.com/yazar/Ahmet_Guldag/4502/2_Dunya_Savasindaki_Olusumlar_ve_Yasantimiz.html )
Gerçi bütün yurt sathını göremezdim dokuz ve on beş yaşlarım arasında ama. Kendi yaşamımız dışındakileri ya duyuyor ya da bizzat görüyorduk tabii.
01 Eylül 1939 da Almanya’nın Polonya’ya hücumu ile başlayan II. Dünya Savaşı’nın akabinde devlet tedbirler almaya başlamıştı.
Her ne kadar diğer düvellerle değil de Almanya ile müttefikliğimiz devam etse de.
Herhalde, ne olur ne olmaz diye düşündü Milli Şef İsmet İnönü ki.
Atatürk zamanında bile başbakanlığında bazı cami ve vakıf yerlerini askeri depo edipte zamanın Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk’ün emriyle kaldırılmış olsa bile sonra daha bir fazlasıyla tekerrür edivermişti.
Şehirlerdeki önemli büyük tarihi camiler askerî buğday deposu haline getirilivermişti.
Örneğin Konya’da Sultan Selim, İplikçi, Alaeddin Camileri yanında mahalle aralarında ki Nakiboğlu vb. camileri de kapatılmış asker nöbetli silo haline getirilmişti.
Savaş halinde asker yiyeceksiz kalmayacak düşüncesi idi ama. Savaş olsa sadece yiyecek mi düşünülürdü.
Asıl lüzumlu olacak uçak ve uçak bombası fabrikalarından daha ileri fayda yerine kapattırılıp Avrupa’ya el açma nesiydi ki?
Köylünün tarlasındaki ekin, öğretmenler vazifelendirilerek yeşil durumda tespitle tahmini üretilecek buğdayın yiyecek kadarı kalacak diğer kısım devlete satılmak mecburiyetinde olacaktı.
Bırakın köyleri. Şehirdeki evler bile kontrol edilerek bir kile yani bir çuval buğday ve unundan fazlası alınıyor, üretende depolayanda fazlasını vermezse cezaya giriyordu.
Ya buğday ve un bulunduramayıp fırınlardan ekmek alanlar? Onlara da her şahsa günlük bir çeyrek (o zaman bir kilo gelen ekmeğin 250 Gr. mı) alabileceği karneye bağlanmıştı.
Hele ki şehrin % 90’nın da tandır vardı ve ekmeği herkes kendi yapıyor rahatça gıdasını alıyordu hatta karneli komşulara yardım ediyorlardı.
Rahmetli Davut Hoca ve kızı rahmetli Mukadder Hanım defalarca anlatmışlardı.
Geceleyin misafirlikten evlerine dönmekte olan ailenin beş çocuğu. O zamanlar tek fenni fırını olan adına Numune de denilen fırının önünden geçerken mis gibi ekmek kokusunu duyan çocuklar ağlayarak babalarından ekmek almasını isterler.
Karnesi olmayan baba fırıncıdan “Ne olur oğlum şu çocuklar ağlaşıyor bir çeyrek ekmek ver de paylaştırayım” isteğine “Baba haklısın ama benden hesap sorarlar hepsi kayıtlı” demesine yine ısrar ederek “Senin hakkını ver ben sana üç tandır ekmeği getireyim” demesine dayanamayıp çeyrek ekmek kesip verirken çocuklar sevinir ama baba ağlayarak yol alır…
Sadece ekmek mi? Şeker hiç yok karaborsa amelenin günlüğü altmış kuruşuna karşın beş lira. Herkes pekmez ve bal ile gidermekte. Kahve yok onun yerine misafirlere kaynamış nohut ikramı yapılmakta. O güzelim teneke kutularda ki Çin-Japon kızları resimli çay mafiş., Ihlamur bulan ikram yapabilir.
Her yabancı gıda yanında ihtiyaç kaplarda ithal olduğundan ateş pahası ve karaborsa patlaklığı içinde.
Sadece memurlara (ki demek ki o zamanlar Ankara’nın nerde ise tamamı memur olan elitler ondan bir türlü partilerine toz kondurmuyorlar.) Şeker, makarna, pirinç, vb. ucuz bedelle dağıtım vardı.
Ya halk? Onlar kendi düşünsün!.
Hele hâlâ gözümün önünden gitmeyen eski kebapçılar dediğimiz alandaki Sümerbank’tan nüfus kâğıdına damgalama ile verilen iki metrelik kaput bezi almak için birbirini kıran kadınlı erkekli mahşeri kalabalık!
Konya’da tarihi eser dolu Yusufağa Kitaplığı memurlara verilecek gıda malzemesi ile dolu!
Hocahasan Camii de Milli Kütüphane!..
Söz gelimi babasız koymadı diyenlere derim ki. O da ayrı bir konu. İnönü’nün hareketleri ile değil o zamanlar oradan oraya geçip pakt’lar yapması bile fayda getirmemiş. Ancak yıllar evveli de yazdığım gibi.
Almanya’nın Türk sefiri Won Papen’i çağıran Adolf Hitler “Kafkas petrollerini almam lazım. Bunun iki yolu var, bir kısa olan Türkiye’yi zapt ederek diğeri, uzun yol olan Kırım’ı alarak ulaşmak sen ne dersin” sözüne
“Türkiye’den geçmek daha uzak ve zor çünkü onlar bu güne kadar canını kanını verir toprağını vermezler. Kırım tarafında ise mezalim içinde Türkler var belki bizimle bile olurlar kolayca geçeriz” sözü ile Hitler vazgeçmiş ve Kırım’a vurmuştu.
İşte buradan da anlaşılabilineceği gibi İnönü’nün siyaseti değil Türkler’den korku ile girmemişlerdir savaşa.
Türkler savaşa girmeyip babasız kalmamışlardı ama..
Yavrular ağlarken babalar bile gözyaşlarını tutamamıştı yıllarca.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşa dileğimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.