Hatıramda Kalan Kar Yağışları
Bilgisayar başına geçip köşe yazıma başlarken pencereye baktığımda kar yağışını görüverdim.
Ta çocukluğum zamanı gramofon plağından duyduğum Urfa yöresinin “Aman annem pencereden kar geliyor / gurbet bana zor geliyor aman annem” türküsü dudaklarımdan dökülüverdi.
Torunlar gelme, yeğenler ise gitme yolculuğunda idi…
Birden kayıverdi hatıralarda kalan kar günlerine belleğim.
Ne günlerdi o günler şehirde yirmi, dağlık köylerde otuz cm’den aşağı kalmazdı kış aylarında ki kar yağışları…
Kar çoğaldıkça tüm çatısız evlerin damlarına çıkışırda oturanlar. Ellerindeki kar küreği ile kürürlerdi karları ya evin hayatına (Avlu olan yer) yada sokak üzerine..
Sokaklar tüm, caddelerin duvar kenarları dolardı kar yığınları ile
Herkesin ayağında mest veya potinin içine girdiği Gislaved lastik ayakkabılar olurdu ki su görmesin ayaklar diye…
Bunları düşünürken birden belleğim değerli hanımefendi yazarlarımızdan Hüzeyme Yeşim Koçak’ın “Hatıralarımın kitaplaşma” teklifini getiriverdi.
Yazmaya başladığım konuyu sonraya bırakıp hatıralarımda yer eden kar yağışlı günleri yazayım hiç olmazsa. Hatıratımdan bir parça sunayım dedim.
***
O günleri yaşayanlar bilir. Kasım’ın ortasında başlayan kar yağışları zaman zaman Nisan ayını bile kaplayıverirdi.
Öyle hep “İncecikten bir kar yağar…” diyen Karacaoğlan’ın dediği gibi değil büyük ve lapa lapa yağardı uçuşarak yükseklerden gelip bir birine değmeden yağan kar taneleri.
Elimize aldığımız siyah çuha üzerine düşen bu tanelerin oya gibi işlenmiş şekillerini zevkle seyreder, çocuk arkadaşlarımla birbirimize gösterme yapardık.
Ya Gaziler İlkokulu dış duvarı kenarlarında. (Konya-Hadim-Gaziler Köyü okulu) karları avucumuzda toplaştırıp sıkarken, daha da sıkışsın diye kabaralı kundura ayakkabımızı üstünde döndürür buz haline getirip top gibi olunca, “kiminki diğerini kıracak” yarışına girmelerimiz?
Bugünün TV’yi ve gazetesini bırakın muhtar odasında ki manyetolu telefon bile çalışmazdı kar dolayısıyla.
Bu gün yolumuz kapandı furyasını yapanların dedeleri. Zaten yolu olmayan köylerde ki evlerine kapanmış olurlardı amaaaa
Hiç kimse mutsuz değil normal bir yaşam sürer, ekmeğini saç üstünde Şebit (Yufka) pişirerek ova köyleri tandırda ekmek yaparak giderirdi ihtiyaçlarını. Et işlemi ise zaten ekim ayında kesilen koyun-keçi kıymasını havi çömleklerde hazır ve nazırdı. Kısacası aç kalabilen bulunmazdı asla olmayanlara zaten komşular yardım ederdi.
***
Yağışları anlatacağım derken konuyu uzattım ama bendenizin içinden geçen hatıralar huzur dünyasına uçuruverdi kusura kalmayın.
Hatıratımda ilk yer eden olay beş yaşlarımda iken hafta tatilinde babam ve annemle komşu köy Yelmez’de ki eşraftan İsmail Usta’ya misafir olmuştuk.
Müfettiş geldi haberi ile babam Pazar öğleyin dönmüş bizde Pazartesi dönüş yapacaktık.
Güneşli olan hava akşam sonu kar yağışına çevirivermişti.
Sabahleyin altmış santime varan kar zaten sadece hayvan yolu bulunan yolları görünmez edivermişle kalmayıp devam ediyordu.
Beş altı babayiğit köylü yayan annemle ben katır üzerine bürünmüş olarak yola düşüp eve gelebilmiştik bembeyaz zemin üzerinde.
***
İkinci yer eden oluşum ise Konya merkezinde idi. 1935 evveli doğumlular çok iyi hatırlarlar. Bazen bu oluşumu duyarak veya bir yerlerden okuyarak yazan sonraki nesil yanlış izlenimler içinde de olabilmekte.
1943 yılı Kasım’da başlayıp kış aylarında ara ara ama sık olarak yağan kar yirmi otuz santimde kalırdı. Yağış sonu Yüce Yaradan bir güneş verince eriyiverirdi. Şimdi düşünüyorum o erimede sokaklar asla su havuzuna dönüşmez birden kayboluverirdi. Yerler ya toprak ya da Arnavut kaldırımı taş döşeme idi. Bu günün asfalt kaplaması yoktu.
O yılın Şubat ayı cemrenin ilk başlangıcı olan gün ikindi üzeri kar yağışı lapa lapa başlamıştı.
Şerafettin Camii yanı Sanayi Mektebi’nden, İl Emniyet Müdürlüğü ile Karakayış Caddesi’ni bileştiren Takkeli Sokak’taki eve gelmiştim.
Kar yağışı sırasında yıldırım çakışı hiç görülmemişti ama o gün hem de kırmızı değil yeşil ışın rengi vererek çakıyordu.
Amcalar hayret içinde “Galiba kıyamet alameti bu” tefsirinde idiler.
Geceleyin seksen santimi bulan karın damları çökertmesin diye herkes kar kürümeye çıkıştı. Bende dayım rahmetli Süleyman Gül ile damları temizlemiştik ay ışığı parlaklığı olan gece de..
Öyle beş santim yağınca okullar paydos düşüncesi yoktu ve zaten kimden duyabilecektiniz ki?
Bendeniz yaşam boyunda okuldan kalmayı hiç yeğlemediğim için Takkeli Sokak’tan Sanayi Mektebi’ne ki üç Km.
Kalçamı kaplayan karlara gire çıka varmıştım paçalarım su içinde.
Okul açıktı. Gelmiş olan öğretmenler “Oğlum neye geldin? Gelinir mi hiç?” demişlerdi.
Kar iki günde eriyiverdi güneşi görünce ne okul tatili, nede kimsede feryat mafişti.
Yıl 1955 Konya 60 Tn. Silo inşaatı yapan Danimarkalı şirket beni almak için Ankara’ya çağırmıştı..
Vardığım gün hava açık ve iyi idi ama akşam kar yağmaya başlamıştı.
Sabahleyin zamanın çok iyi ve ciddi çalışan “Oto Nakliyat Şirketi” otobüsü ile Konya’ya kar yağışı devam ederken dönüyordum.
Kulu kavşağına kadar trafik çoğunluğu ile belli olan yol. Ayrım sonrası bembeyaz idi.
Kulu’ya zar zor vardık. Burada kalalım diyenleri, gidelim diyenler bastırdı ve rampaya çıkış başladı ama şarampol falan görülmüyordu.
İki yolcu yaya önde yürüyüp yol gösteriyordu. Sıra bendenize de geldi ve giderken yolu biraz gören ama asla duramayacak olan otobüs beni de geçerek uzaklaşmaya bende tek başıma arazide kalmaya başlamıştım.
Yukarılarda karayollarının yol açacak ufak dozer gelmişti ama şarompola düşmüştü.
Orada duran otobüse yetişip binince açılmış olan yoldan Konya’ya geliverdik.
İşte o yıllar öyle idi şimdi TV’lerde ki görüntülere bakıyorum da neler neler oluyor?
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Ta çocukluğum zamanı gramofon plağından duyduğum Urfa yöresinin “Aman annem pencereden kar geliyor / gurbet bana zor geliyor aman annem” türküsü dudaklarımdan dökülüverdi.
Torunlar gelme, yeğenler ise gitme yolculuğunda idi…
Birden kayıverdi hatıralarda kalan kar günlerine belleğim.
Ne günlerdi o günler şehirde yirmi, dağlık köylerde otuz cm’den aşağı kalmazdı kış aylarında ki kar yağışları…
Kar çoğaldıkça tüm çatısız evlerin damlarına çıkışırda oturanlar. Ellerindeki kar küreği ile kürürlerdi karları ya evin hayatına (Avlu olan yer) yada sokak üzerine..
Sokaklar tüm, caddelerin duvar kenarları dolardı kar yığınları ile
Herkesin ayağında mest veya potinin içine girdiği Gislaved lastik ayakkabılar olurdu ki su görmesin ayaklar diye…
Bunları düşünürken birden belleğim değerli hanımefendi yazarlarımızdan Hüzeyme Yeşim Koçak’ın “Hatıralarımın kitaplaşma” teklifini getiriverdi.
Yazmaya başladığım konuyu sonraya bırakıp hatıralarımda yer eden kar yağışlı günleri yazayım hiç olmazsa. Hatıratımdan bir parça sunayım dedim.
***
O günleri yaşayanlar bilir. Kasım’ın ortasında başlayan kar yağışları zaman zaman Nisan ayını bile kaplayıverirdi.
Öyle hep “İncecikten bir kar yağar…” diyen Karacaoğlan’ın dediği gibi değil büyük ve lapa lapa yağardı uçuşarak yükseklerden gelip bir birine değmeden yağan kar taneleri.
Elimize aldığımız siyah çuha üzerine düşen bu tanelerin oya gibi işlenmiş şekillerini zevkle seyreder, çocuk arkadaşlarımla birbirimize gösterme yapardık.
Ya Gaziler İlkokulu dış duvarı kenarlarında. (Konya-Hadim-Gaziler Köyü okulu) karları avucumuzda toplaştırıp sıkarken, daha da sıkışsın diye kabaralı kundura ayakkabımızı üstünde döndürür buz haline getirip top gibi olunca, “kiminki diğerini kıracak” yarışına girmelerimiz?
Bugünün TV’yi ve gazetesini bırakın muhtar odasında ki manyetolu telefon bile çalışmazdı kar dolayısıyla.
Bu gün yolumuz kapandı furyasını yapanların dedeleri. Zaten yolu olmayan köylerde ki evlerine kapanmış olurlardı amaaaa
Hiç kimse mutsuz değil normal bir yaşam sürer, ekmeğini saç üstünde Şebit (Yufka) pişirerek ova köyleri tandırda ekmek yaparak giderirdi ihtiyaçlarını. Et işlemi ise zaten ekim ayında kesilen koyun-keçi kıymasını havi çömleklerde hazır ve nazırdı. Kısacası aç kalabilen bulunmazdı asla olmayanlara zaten komşular yardım ederdi.
***
Yağışları anlatacağım derken konuyu uzattım ama bendenizin içinden geçen hatıralar huzur dünyasına uçuruverdi kusura kalmayın.
Hatıratımda ilk yer eden olay beş yaşlarımda iken hafta tatilinde babam ve annemle komşu köy Yelmez’de ki eşraftan İsmail Usta’ya misafir olmuştuk.
Müfettiş geldi haberi ile babam Pazar öğleyin dönmüş bizde Pazartesi dönüş yapacaktık.
Güneşli olan hava akşam sonu kar yağışına çevirivermişti.
Sabahleyin altmış santime varan kar zaten sadece hayvan yolu bulunan yolları görünmez edivermişle kalmayıp devam ediyordu.
Beş altı babayiğit köylü yayan annemle ben katır üzerine bürünmüş olarak yola düşüp eve gelebilmiştik bembeyaz zemin üzerinde.
***
İkinci yer eden oluşum ise Konya merkezinde idi. 1935 evveli doğumlular çok iyi hatırlarlar. Bazen bu oluşumu duyarak veya bir yerlerden okuyarak yazan sonraki nesil yanlış izlenimler içinde de olabilmekte.
1943 yılı Kasım’da başlayıp kış aylarında ara ara ama sık olarak yağan kar yirmi otuz santimde kalırdı. Yağış sonu Yüce Yaradan bir güneş verince eriyiverirdi. Şimdi düşünüyorum o erimede sokaklar asla su havuzuna dönüşmez birden kayboluverirdi. Yerler ya toprak ya da Arnavut kaldırımı taş döşeme idi. Bu günün asfalt kaplaması yoktu.
O yılın Şubat ayı cemrenin ilk başlangıcı olan gün ikindi üzeri kar yağışı lapa lapa başlamıştı.
Şerafettin Camii yanı Sanayi Mektebi’nden, İl Emniyet Müdürlüğü ile Karakayış Caddesi’ni bileştiren Takkeli Sokak’taki eve gelmiştim.
Kar yağışı sırasında yıldırım çakışı hiç görülmemişti ama o gün hem de kırmızı değil yeşil ışın rengi vererek çakıyordu.
Amcalar hayret içinde “Galiba kıyamet alameti bu” tefsirinde idiler.
Geceleyin seksen santimi bulan karın damları çökertmesin diye herkes kar kürümeye çıkıştı. Bende dayım rahmetli Süleyman Gül ile damları temizlemiştik ay ışığı parlaklığı olan gece de..
Öyle beş santim yağınca okullar paydos düşüncesi yoktu ve zaten kimden duyabilecektiniz ki?
Bendeniz yaşam boyunda okuldan kalmayı hiç yeğlemediğim için Takkeli Sokak’tan Sanayi Mektebi’ne ki üç Km.
Kalçamı kaplayan karlara gire çıka varmıştım paçalarım su içinde.
Okul açıktı. Gelmiş olan öğretmenler “Oğlum neye geldin? Gelinir mi hiç?” demişlerdi.
Kar iki günde eriyiverdi güneşi görünce ne okul tatili, nede kimsede feryat mafişti.
Yıl 1955 Konya 60 Tn. Silo inşaatı yapan Danimarkalı şirket beni almak için Ankara’ya çağırmıştı..
Vardığım gün hava açık ve iyi idi ama akşam kar yağmaya başlamıştı.
Sabahleyin zamanın çok iyi ve ciddi çalışan “Oto Nakliyat Şirketi” otobüsü ile Konya’ya kar yağışı devam ederken dönüyordum.
Kulu kavşağına kadar trafik çoğunluğu ile belli olan yol. Ayrım sonrası bembeyaz idi.
Kulu’ya zar zor vardık. Burada kalalım diyenleri, gidelim diyenler bastırdı ve rampaya çıkış başladı ama şarampol falan görülmüyordu.
İki yolcu yaya önde yürüyüp yol gösteriyordu. Sıra bendenize de geldi ve giderken yolu biraz gören ama asla duramayacak olan otobüs beni de geçerek uzaklaşmaya bende tek başıma arazide kalmaya başlamıştım.
Yukarılarda karayollarının yol açacak ufak dozer gelmişti ama şarompola düşmüştü.
Orada duran otobüse yetişip binince açılmış olan yoldan Konya’ya geliverdik.
İşte o yıllar öyle idi şimdi TV’lerde ki görüntülere bakıyorum da neler neler oluyor?
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.