Hadis delil olmaz mı?
Kur’an-ı Kerim’den başka hiçbir sözün ve kitabın korunmuş olamayacağını öne sürerek Allah (cc) Rasûlünün Sahih sünnet ve hadislerini dinde delil ve kaynak olarak kabul etmedikleri bir yana, en başta Rasulullah (sav) olmak üzere Sahabe ve Tabiinden (ra) itibaren tüm ilim ehlini (rha) iftiradan daha ağır bir şekilde şirk ile suçlayan Kur’ancılık Mezhebi mensupları, bu ithamları neticesinde Kur’an-ı Kerim’le ayrılmaz bir bütün olan sahih sünnet ve hadisleri dinde delil ve kaynak olarak kabul etmezler.
Hâlbuki en başta Kur’an-ı Kerim’den olmak üzere İslam Dininin en iyi şekilde öğrenilip yaşanması, büyük ölçüde Kur'ân-ı Kerîm'den sonra ikinci temel kaynak durumunda olan sahih Sünnetin ve Hadislerin çok iyi bilinmesine bağlıdır.
Rasulullah’ın (sav) sahih sünnet ve hadislerini ret edenler ve sünnet ehli müslümanları müşriklik ile suçlayan Kur’an Müslümanlığı mezhebi mensupları hadis sünnet bütünlüğünde çok önemli iki ayrıntıyı ya gözden kaçırıyorlar veya görmezlikten geliyorlar.
Bu ayrıntılardan birincisi ve en önemlisi olanı Kur'ân-ı Kerim’in Rasulullah (sav) zamanından itibaren ezberlenmesi yanında yazıyla da tesbit edildiği gibi, ta en başından itibaren Rasulullah’ın (sav) Kur’an ayetlerini açıklamaları babında Ashabına (ra) ve vahye muhatap olan diğer insanlara söylediği sözlerde ezberlenerek ve hatta yazılarak tevatür olarak adlandırılan şekilde tasnif zamanına ve hatta sonrasında da zamanımıza kadar gelmiştir.
Cenabı Allah’ın (cc) Kur’an’ın korunmasına dair vadinin hayatımızdaki gerçekleşme şekillerinden biri olan tevatür yoluyla geldiğinden dolayıdır ki; Müslümanlar arasında Ayeti Kerimelerin hiç birinin sıhhati konusunda tarih boyunca en küçük bir tereddüt hâsıl olmamıştır.
Buna karşın Rasulullah’ın (sav) sahih hadislerinin tamamı olmasa bile birçoğu Asr-ı Saadette ezberlenmesinin yanında yazı ile de tesbit edilmesine ve Kur’an-ı tevatür yoluyla rivayet eden Ashabın (ra) ve zamanımıza kadar gelen Sahih sünnet ehlinin (rha) Rasulullah’ın (sav) Sahih sünneti ve hadislerini de aynı yollarla rivayet etmiş olmaları ise görmezden gelinen ikinci ayrıntı olarak ortadadır.
Hatta rivâyet tariki ile daha sonraki nesillere intikal ettirilen yazılan ve ezberlenen sahih hadislerin tedvin edilmesini hadislerin yazımı diye tarihlemeleri de ayrıca bir cehalet hatta iftira örneğidir.
1400 yıllık İslam ilim kültür ve irfan geleneğinde Kur’an-ı Kerim karşısında sünnetin ne olduğu, Sünnetin dindeki yerinin belirlenmesi ile Sünnetin Kur’an-ı Kerim’den bağımsız olarak müstakil bir teşriî değerinin olup olmadığı, sahih Sünnetin vahiy ile ilişkisinin ne olduğu, Kur’an-ı Kerîm’e sahih sünnetin arz edilip edilemeyeceği, Müslümanların tabi oldukları amelî ve itikadî mezheplerin Sünnete bakış tarzlarının ne olduğu ve bu güne gelene kadar tarih içinde nasıl şekil aldıkları hususları sanki ilim adamları tarafından hiç tartışılmamışta sadece bunları bu gün sünnet düşmanlığı yapan şahıslar gündeme getirmişler gibi bir algı oluşturulması da bir başka töhmet ve iftira şeklidir.
Kısaca ifade etmek gerekirse Rasulullah’ın (sav) sahih Sünneti ile hadislerinin İslam dinindeki yeri hususunda Müslümanların kafalarında kuşku ve istifhamlar oluşturmak isteyen kerameti kendinden menkul, kendi kendini yetiştirmiş(!) ve tarihte çok uzun zamanlar öncesinde terk edilen şaj görüşleri ilk defa kendileri bulmuş(!) veya gündeme getiriyormuş gibi davranan din satıcıları ile Müslümanlar ilk defa karşılaşmıyorlar.
İster Kur’an ve hadis konusunda eğitim görmüş olanlar olsun, ister Rasulullah’ın (sav) hadislerine ittiba ettikleri için sahih Sünnetin İslam dinindeki yeri hususunda bilgi sahibi olmak için kendine yetecek kadar da olsa Tefsir, hadis ve özellikle de Fıkıh ilmi ile meşgul olan mütedeyyin Müslümanlar bu şahısların onlarcası le karşılaşmışlar ve Ehli Sünnet âlimleri olan Selefimizin(rha) bu bidat ehlini nasıl bir bozguna uğratarak tarihin çöplüğüne gömmüş olduğunu gözleri ile görmüşlerdir.
Usul ilimlerinin mensupları olarak Fakihler ve hadisçiler başta olmak üzere Ehli Sünnete mensup İslâm âlimlerinin (rha) tamamı Rasulullahın Sahih Sünnetinin ve hadislerinin Müslümanlar için Kur’an-ı Kerîm'den sonra ikinci müstakil kaynak olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin İslâm dininden nasibi olmayanların bu görüşe karşı çıkacaklarını söylemelerini doğrularcasına Kur’an-ı Kerim’i ve onun birinci muhatabı olan Peygamberimiz Hz. Muhammedi (sav) Kur’an’ın tarif ettiği şekliyle anlamayıp, kendi heva ve hevesleri ile Ayetlere mana vermeyi ve bundan maddi gelir elde etmeyi marifet bilen kişiler dün oldukları gibi bu günde azınlıkta kalacaklardır.
Sünnet ehli Müslümanların tamamının Rasulullahın sahih Sünnetinin müstakil bir teşrii değeri olmakla birlikte, sünnetin hiçbir zaman Kur’an-ı Kerîm’in önüne geçemeyeceğini, daha açık bir ifade tarzı ile Sünnetin, hüküm koyma ve delil olma açısından Kur’an-ı Kerîm'den sonra ikinci sırada yer aldığını kabul etmelerine rağmen hala Kur’ancılık mezhebi mensuplarının Sünnet ehli Müslümanların Kur’an-ı terk ettikleri iddiasıyla iftira boyutuna varan töhmette bulunmaları gerçekten Kur’an ve Sünnetten nasipsiz olmanın ne olduğunu göstermesi açısından manidardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.