Gençlik ve Milli Eğitim
Günümüzde yetişen genç nesilde maalesef ‘ideal anlayışı’ bulunmuyor. Genç kuşaklar yalnızca şahsî menfaatleri doğrultusunda hayat rotalarını çiziyorlar. Yâni ‘ben merkezli’ bir hayat programı onların baş hedefidir. Gençlerin yaşamak istediği hayat tarzında ahlak, değerler, kültür ve inançlar yok. Üzüntü, dert, keder yok ama bunların yerine eğlenti, günü gün etme, hayâtı en lüks ve en kolay şekilde yaşama istekleri ön planda. Bu hususta gâyet pozitivistler. Bu terbiye ve yaşama stili aynı Amerikan vâri bir yaşam tarzıdır. Neticede hayâta son hızla tutunan idealsiz ve inançsız, değer yoksunu her işte son derece serbest takılan fütursuz bir nesil yetiştirildi. Milli Eğitimden amaç bu muydu? Ortaya çıkan bu tabloya yönelik Nureddin Topçu şunları serdediyor;
‘… Biz kendimiz için yaşanmaya değer bir hayat istemeliyiz. Bize bu hayâtı kim vaad edebilir? Bin yıllık târihin devraldığı sönmez heyecanları tek asır içinde eriten, on beş çeşit millet kültürünün sergisi hâline gelmiş maarif mi? O maarif ki, daha bir neslin hayâtı içinde Avrupa milletlerinin kültürünü hazır elbise gibi birer birer giydikten sonra, Uzak-Doğu’dan Uzak-Batı’ya kadar kafasını dolaştırarak, -Japonlara hayranlıkla- Amerikan rûhuna teslim olmuş denemelerini birbiri ardı sıra süratle başarmış ve bu denemelerin hepsinden kendini inkar kazancıyla çıkmış bir müessesedir.’(Nureddin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, 2019, İst, s.86) Diyor geçmiş sürecin özeti mâhiyetinde haklı olarak… Biz de aynı fikirdeyiz.
Geçmiş senelerden bu yana okumaktan hoşlanmayan, dinlemekten sıkılan, tecrübeye değer vermeyen, zeka enerjisini kullanmaya üşenen, her şeyden çabucak sıkılan, usanan, ruh yapısı uyuşuk, oturduğu yerden kalkmak istemeyen beden yapısı neredeyse çürük bir genç nesil var karşımızda. Mâzinin yanlış işleyen hakikatlerinin izleridir bu sonuçlar. Halbuki mektepler, okullar nesli en dinamik şekilde yetiştirerek onlarla memleket kalkınmasını sağlamalıydı.
‘Mektep, neslin rûhundaki kuvvetli tarafları yaşatmasını bilmelidir. Eğer bu şuur ve idrâke sâhip olarak kurulmuş mektebimiz olsaydı, geçen asırlarda olduğu gibi, asrımızda da milletimizin ilim, sanat ve felsefe sahasında büyük adamları, dâhileri yetiştirirdi… Şüphesiz, rûhumuzun bütün bölümlerini işleyip değerlendirecek olan maariftir. Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara bir takım bilgiler vermek değildir. O, bir milletin bütün hâlinde, düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir… Maarif bir milletin gençliğine ilimlerde olduğu gibi din hayâtı içinde, memleket ve dünya hâdiseleri karşısında metodlu düşünmeyi öğretir. ‘ (A.g.e, s.88)
Hayat realitelerinden hareket eden asrımızın gençliğinin fikir dünyâsı ideal anlayışından beslenmediği için, onlar spor, magazin, eğlence ve kolay siyâset gibi genel geçer gerçeklerden hareket ediyorlar. Bugünkü eğitim sistemi daha bu hakikatin bile farkında değildir. Ufuksuz, idealsiz, gâyesiz yetişen bir gençlik var karşımızda. Bu bizim derdimizdir. Ve âcilen hastalıklarının farkında olabilen ilim ve irfan sâhibi genç kuşaklar yetiştirilmesi gerekiyor yoksa keyif peşinde koşan bu nesil hebâ olacak. Bizim dertli olduğumuz bu konularda bir yazı yazan o da bu işin dertlisi olan Yusuf Kaplan’ın makâlesinde bâzı alıntıları sizlerle paylaşmak istiyoruz.;
‘Dünyânın bizi beklediği bir süreçte, dizimizi bükeceğiz ve bu dünyâda yaşayacak ama bu dünyâyı yaşamayacak önümüzü açacak bir öncü kuşak yetiştirmeye odaklanacağız. Tek derdimiz ve en önemli derdimiz bu olacak… İlim ve fikir dünyâsında, irfanda, kültürde ve medyada söz sâhibi bir nesil yetiştirmek için elimizi çabuk tutmazsak yarın mevcut varlığımızdan bile söz edemeyiz. On beş asırlık eşsiz medeniyetimizi tesis eden ilim, irfan ve hikmet modellerini çağın insanına ulaştıracak gerekli hazırlıkları yapmak zorundayız.
Batının zihinleri iğdiş eden dayatmalarından kendisini ve cemiyeti âzâde kılacak bir neslin yetiştirilmesi için gerekli eğitim modeli bizde var ama keşfedilmeyi ve yenilenerek diriltilmeyi bekliyor. Her alanda mânevî tahribâtın, inkârın ve boşluğun toplumda tedirgin edici bir hızla yaygınlaştığını gözlemliyoruz. Târihiyle, medeniyetiyle, insanıyla kavgalı mankurtlaşmış kuşaklar yetiştiren mevcut eğitim sistemi, kültür dünyâsı ve medya rejimiyle bir yere gidemeyiz. Bu gidişâta dur demez ve tersine çevirmez isek kendi ayağımız kurşun sıkmaktan ve intiharın eşiğine sürüklenmekten başka bir şey yapmış olmayacağız. Dersten önce derdini öğretecek, özgüven verecek, önümüzü açacak eğitim modeli üzerinde kafa yormamız lâzım.’ Diyor. 15 Şubatta yayınlanan Yeni Şafak gazetesindeki yazısında. Biz de ayni derdin dertlisiyiz kendisine sonuna kadar katılıyoruz.
Şimdiye kadar Milli bir eğitim bizi hem ilmi hem ahlâkî noktada yüksek bir mertebeye getiremedi. Yazımızı üstad Nureddin Topçu’nun şu tespitleriyle bitirelim;
‘İlmin dayandığı prensiplerden şüphe, tenkit ve hakikat aşkını harekete geçiren kuvvetlerin yokluğu, dimağlarımızı Batı’ya esir etti. Mektepte öğretim hakiki araştırma yollarını bulduracak yerde, Batının fikir pazarından aldıklarımızı genç dimağlara nakletmekten, ezberletmekten ibâret bir çalışma oldu. İlim zihniyetini zincirleyen esâret kilidi değişti. Medreseden kalan paslı kilit, Batı pazarından getirilen yaldızlı kilit oldu.’ diyor efendim haklı olarak. Şimdilik bu kadar hayırla kalınız, en güzele emânet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.