Gelin bu dünyayı değiştirelim
“Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Milyonlarca acı ve ızdırap dolu, perişan insanlar… sarhoş kahkahaları ve sefahat içinde yüzen insanların naraları mazlumların ağlama ve iniltileriyle iç içe… Bu dünya hiç değiştirilemez mi? Dehşette eşi görülmemiş savaşlar ile sarsılan insanlık, zalim dünya süperlerinin peşi sıra sendelemekte, onların zulüm ve cinayetlerini, çaresiz, seyretmektedir.
Bu dünyada Müslüman olarak bizim durumumuz nedir? Kokuşmuş ve değersiz Batı Medeniyet’inin kültürel köleliğini kabul eden/ettirilen güya bağımsız Müslüman toplulukların bu hareketlerini durdurabilir miyiz?
Hangi zayıflık ve güçsüzlük bizi gerçek Müslüman olmaktan alıkoyuyor?”
Pakistanlı alim Ebu’l A’la Mevdudi’nin(1903-1979) “Come Let Us Change This World” adlı eseri İnkilab yayınları tarafından 1997 yılında “Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim” adıyla basılmıştır. Bu kitap 1986’da yayınlanmasından 20 gün sonra İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığı TCK. Nun 163/3 maddesine aykırı davranıldığı gerekçesi ile yayınevi ve mütercim hakkında suç duyurusunda bulunmuş, kitapların da toplatılması için karar istemiş. On ay süren duruşmalardan sonra Mahkeme heyeti tarafından yayıncı Hasan Güneş’e 7,5 yıl ağırlaştırılmış hapis cezası verilmiştir.
İnsanın beynine çekiç gibi inen bir eser… Dikkatle, düşünerek, hazmedilerek okumaya değer... 120 sayfalık bu eserin sonuna kitabın toplatılmasının gerekçeleri, yayıncı ile ilgili mahkeme kararı ve iddianame eklenmiştir. Kitaptan bazı bölümleri aktarıp düşünce ve yorumları sizlere bırakıyorum.
“Sokağa çıksanız kaldırımlarda bekleyen “Müslüman” fahişeler ve çevrelerinde dolaşan “Müslüman” zinakarlar görürsünüz. Hapislere gitseniz “Müslüman” hırsızlar, “Müslüman” soyguncular, “Müslüman” pezevenklerle karşılaşırsınız. Mahkeme salonlarını ve devlet dairelerini gezseniz, rüşvete, sahtekarlığa, yalancılığa, dolandırıcılığa ve diğer suçlara müptela olmuş “Müslüman”lar görürsünüz. Toplumun içine girseniz “Müslüman” ayyaşlar, “Müslüman” kumarbazlar, “Müslüman” dansözler, şarkıcılar ve müzisyenler bulursunuz. “Müslüman kelimesi ne kadar alçaltılmış ve ne tür vasıflarla birleştirilmiş!.. “
“Neyin alınmaya ve neyin atılmaya değer olduğunu öğrenebilmek için ne geçmişin mirasını, ne de yeni medeniyeti ciddi olarak tetkik ettiler. Mağlubiyetimizi hazırlayan düşünce ve hareketlerimizdeki hataları bulmak veya bir ulusun kilometrelerce uzaklardan gelip bizi tahakkümü altına almasını sağlayan ilim ve istidadını araştırmak için köklü bir teşebbüste bulunmadılar. Bu hususlara dikkat sarfedecekleri yerde, bütün güçlerini evvelki vazifeyeti devam ettirmek için harcadılar. Bugün de hala o şekildeler. Eğitim sistemleri 19. Yüzyılın başlangıcında nasıl idiyse hala o şekildedir.”
Sosyalizm ile ilgili fikirleri:
“İslamiyet ile Sosyalizm, birbirlerine tamamen zıttır. “Biz sadece Tek Allah’a aidiz” inancı İslam’ın temelini teşkil eder. Allah-u Teala’nın Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve Kitabı aracılığıyla bize bahsetmiş olduğu Doğru Yol (Sırat-ı Musta-kim)’un hayatımızdaki bütün meselelerde mutlak hakikatine iman ederiz.
...Bunun tam zıttı olan Sosyalizm, İlahi Rehberliğe veya peygambere ihtiyacı olmadığını, kendi ihtiyaç ve anlayışlarına göre yeni bir hayat felsefesi oluşturmaya hakları olduğunu iddia eder. Bu fikir temeline dayanarak, kendilerine yeni bir tarih ve ekonomi felsefesi benimsemiş, yalan söylemeyi, sözünde durmamayı, sınırsız şiddet ve kan dökülmelerini de kapsayan bütün yollarla onu uygulamaya çalışmıştır. Sosyalizme göre, ekonomik meselelerde özel mülkiyet ve kişinin özgürlüğünü kullanması bütün kötülüklerin kaynağını teşkil eder. Bu sebeple o öyle bir sistem ileri sürer ki, bu sistemde, bütün iktisadi kaynaklar ortak mülkiyetin bir parçası haline gelmeli ve fertler bu ortak makineye şartlanmalıdır. Bu, tuhaf ve kendi kendini yalanlayan bir düşünce tarzıdır. Çünkü fertlere güvenilmez kişiler olarak bakan bir ideoloji, bu ortak makinada çalışacak insanların diğer bütün insanlardan daha üstün, hatasız ve melek gibi olacaklarını, onların kontrolü ve idaresi altında ülkenin iktisadi araçlarının daha iyi bir şekilde kullanılacağını ve servetin adil dağıtılacağını kabul eder. Bu düşünce tarzının çelişkisi ve temel hatası azıcık fikri olan bir kişi tarafından bile kolayca fark edilebilir. Son elli yılın tecrübesi bunu fiilen doğrulamıştır.”
“Darwin’in fikirlerinin etkisi altında kalan normal bir akıl, kainatın, hayatta kalabilmek için her zaman ve her yerde sürekli mücadele verilen bir savaş alanı olduğuna inanır. Tabiat öyle bir hale gelmiştir ki, yaşamak isteyen herkes mücadele etmek, savaşmak ve saldırmak zorundadır. Tabiatın özü, sadece yaşayabilecek güce sahip olanların hayatta kalmalarını kabul edecek bir eğilimdedir. Bu kainatta mağlup olanın hayatı sona erer; çünkü o zayıftır ve mağlup olmalıdır. Hayatta kalan kişi de yaşamaya devam eder; çünkü o güçlüdür ve yaşamalıdır. Dünya ve onda bulunan her şey, haklı olarak yaşama yeteneğini ispat etmiş olan güçlüye aittir. Güçsüzün bunlar üzerinde hiçbir hakkı yoktur. O sadece güçlüye yer hazırlar. Eğer güçlü, zayıfı öldürür ve mağlup eder de yerini alırsa tamamen haklıdır.
Bu kainat anlayışı ve tabiat görüşü bir kimsenin zihnine yerleştiğinde o kişinin kendi soydaşları için ne hale geleceğini bir düşünün. Hayat felsefesinde sevgiye, merhamete, fedakarlığa ve diğer asil insani meziyetlere yer kalabilir mi? Zayıf olanlar için Hakk’ın burada ne anlamı olabilir?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.