Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

FİLİSTİN ŞEHİDLERİNE

FİLİSTİN ŞEHİDLERİNE

Yaratılan ilk insan Hz. Âdem ile hak ve bâtıl mücâdelesi başlamış oldu. Bâtılın temsilcisi şeytan, insanları hak yoldan saptırmak adına ne hüneri varsa kullanmış, her türlü insanı yanıltıcı hile ve tuzaklara başvurmuş ve nihâyetinde bunu başararak insanı cennetten çıkarmıştır. Bu bir mücâdeledir ve şeytan Cenâbı Hakk’tan kıyâmet kopana değin insanları hak yoldan kaydırmak üzere ruhsat almıştır. İnsanları keyifçiliğe, dünyâya, yanlışa, kötülüğe çağıran şeytanın karşısında her devirde, hakka-iyiliğe-doğruluğa-güzelliğe ve cennete çağıran peygamberler olmuştur. İman ile imansızlık arasındaki bu savaş şartlar değişse de, hiç bitmeden devam etmiştir ve kıyâmete kadar da, devam edecektir.

Bu hak-batıl mücâdelesinin son kahramânı peygamberlerin Sultânı Hz. Muhammed aleyhissalâtu vesselam bütün bir insanlığa gönderilmiş son elçidir. O ki, şeytanın oyuncağı hâline gelmiş, her türlü çirkin işi yapan bir câhiliye topluluğuna peygamber olmuş, onların tüm sapkın, bâtıl örf ve geleneklerine cesurca karşı çıkmıştır. Câhiliye âdetlerinin sapkınlıklarıyla beyinleri uyuşmuş o devrin insanlarını Hz. peygamber aleyhisselam; adâlete, doğruluğa, dürüstlüğe ve ahlaklı olmaya, bir olan Allâh’a imâna dâvet etmiştir. O sapkınlar güruhu ise, bu kutsi çağrıya inkarla, alayla, yalanlamayla, boykotla, zulümle, işkenceyle cevap vermişlerdir.

Fakat O Hakk’ın vaz geçilmez temsilcisi, bunca zorluğa rağmen hür-köle, genç-yaşlı, kadın-erkek, zengin-fakir pek çok insanı iman ile buluşturmuştur. Ve bu hak-bâtıl mücâdelesi her devirde, kendi şartları içinde hep devam etmiştir. Bugün de etmektedir. Peygamber aleyhisselam bu hergâmede ‘küfür tek bir milletir’ hükmünce, karşılarına dikilen kabilelerle birçok savaşlar gerçekleştirmiştir. Bu savaşlarda sayıca az olan Müslümanlara, Allah Teâlâ’nın Hak Nebîsî, ‘Cennete ulaşma hedefi’ olarak ‘şehâdet’i öğretmiştir.

O şehâdet, dünyâdaki ‘kul hakkı hâriç’ bütün günahları yok edecek bir arınmadır. O şehadet, öldükten sonra bile tekrar dünyâya dönüp bir daha şehid olmayı istetecek kadar değerlidir. O şehâdet, şehidi nebîlerin-sıddıykların mertebesine eriştirecek bir rütbedir. O şehâdet, şehidi Rabb’in rızâsına kavuşturacak en mükemmel neticeli, ulvi bir derecedir. O şehâdet, şehid olma arzusunun en kutsi sonucu ve imânın belirtisidir. Şehid olma isteğinin yokluğu da, nifak alâmetidir.

Pek tabi şehid olma arzusu, her Müslüman ulaşmak istediği en ulvî isteğidir. Şehâdeti istemeyen, hayâlini kurmayan savaşlara girip şehid olsa da, şehidlik makâmına ulaşamaz. Şehâdet savaşa girip vatanı için, dîni için ölmek değildir. Şehâdet yalnızca ‘Allah rızâsı’ için Cenâbı Hakk’ın hak dînini yaşatmak, vatanını korumak-kollamak için canından-malından vaz geçmektir. Her şeyini hak için kurban etmektir. Saadet asrında her sahabi, savaşlara giderken âdeta ölüme koşarcasına, şehâdete gidiyorlardı. O devirde kadın-erkek, yaşlı-genç herkes ama herkes şehâdete sevdâlıydılar. Onlar ahreti dünyâya tercih eden muhabbet erleriydiler.

Bu şehâdet rûhuyla Müslümanlar hemen her vakit kendilerinden üstün sayıya sâhip olan bâtıl güçler karşısında hep muzaffer oldular. Asrısaadetten sonra ilerleyen yıllarda târih sahnesinde Müslümanlar, şehâdet aşkıyla başarıdan başarıya koştular, dünyâya hükmettiler. Ancak mâlesef ne zaman ki, Müslümanların içinde dünya sevgisi ağır bastı, nefsi istekler öncelendi, ahrete kıymet verilmedi işte o zaman küffar gâlip geldi, Müslümanlar zelil oldu. Halbuki dünyâyı ahret karşılığı vermek en büyük bir kazançtı. O gün bugün iflah olmuyoruz, iki yakamız bir araya gelmiyor, dînimiz, değerlerimiz, mukaddesâtımız ayaklar altında çiğnenendi, çiğneniyor. Doğrusu bu, pek hazin bir âkıbet!

Müslüman’ın malı-canı, neyi varsa hepsi hak yoluna fedâdır. Zâten onlar kişiye emâneten verilmiştir ve bâki bir âlemde hesâbı tek tek sorulacaktır. Kişi kendisinin neyi varsa onu verene, emânetleri hakkıyla teslim etmesi beklenir, bu bir kul sorumluluğudur. Bu bilinç gidince, tabi insan kendinde olmuyor, nefsine uyarak her türlü yanlışı yapabiliyor. Oysaki gelip-geçici fâni bir hayâtın kölesi olmak yerine, içinden hiç çıkmayacağımız bâki bir hayâtı kazanmak daha karlı değil mi?

Bilisin ki, bu dünyâdan ahrete ne gönderdiysek, yarın o bâki âlemde karşımıza onlar çıkacak. Bu bir alışveriştir. Rabb’imize sırf O’nun rızâsını kazanmak amacıyla canını fedâ eden kişi, ne kutsî bir alışveriş yapmıştır. Âlemlerin Mutlak Sâhibi cömerttir âdeta ‘bir verene bin verir’ hele de canını kendisi için veya mukaddesâtı için verene nasıl muamele eder şöyle bir düşünelim… Dolayısıyla şehâhet, ebedi kaybedilmeyecek bir servettir.

Bedir’de, Uhud’da, Çaldıran’da, Malazgirt’te, Endülüs’te, İstanbul’da, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda şehâdete koşan yiğitlerimiz vardı bizim. Günümüzde de, senelerdir Güneydoğu’da, yanı başımızda oluşturulmak istenen terör koridorunu bozmak için, kezâ 15 Temmuzda hâin terör örgütünün darbesine karşı şehâdete koşan cesur kahramanlarımız vardır bizim. İşte daha yeni Filistin’i işgal eden kâtil, hâin, terörist devlet İsrâil’e karşı korkusuzca direnen Filistinli, Gazzeli Müslüman kardeşlerimiz var bizim. Melekler onların alınlarından öpsün. Biz ölüme meydan okuyan şehâdet sevdâlılarıyız. Bu aşkla hayâtı yaşadığımızda ölüm dahi güzeldir bizim için.

Filistinli şehidlerimize selam olsun, İsrâil ve arkasında duran ABD ve AB ülkeleri kahrolsun, mahvolsun, perişan olsun, birbirine düşsün. Yüce Rabb’im Müslümanları korusun, aziz etsin inşaALLAH.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi