Elveda Ramazan Ve 13. Asr-ı Hicri de İftar Yemeği
Mübarek Ramazan’ın son günleri. Bu gün Kadir Gecesi mübarekliğini de sunarak Çarşamba akşamı ayrılırken, onun gidiş üzüntüsünü unutturabilmek için “Ramazan Bayramı” teşrif edecek sabahleyin.
Bu vesile ile sizler ve tüm Dünya Müslümanlarının Mübarek Kadir gecesini tebrikle, hayırlara vesile olması ve duaların kabulü. Mübarek Ramazan Bayramı’nın beraberliği ile sağlık ve esenlik içinde yaşam getirmesini niyaz ederim.
Mübarek Ramazan ayı içinde sadece Ramazan konularına yer verdiğim için bu günde devamla konu ettiğim 13. Asr-ı Hicrîde ki Ramazan İftar yemeğini anlatan “ Balıkhane Nazırı Ali Bey”in 1922 yılında yayınladığı yazı sonunda, asırlardır devam eden ve Ramazanın son günlerinde okunan “Elveda Ey Şehr-i Ramazan” ilâhisini sunmak isterim.
Nazır Ali Bey’in 13. Asr-ı Hicri de ki “İftar Sofrası”nı önceki yazıda okuduk bu günde “İftar Yemeği”ni izleyelim.
***
“Top atılmasıyla beraber oruçlar açılır, o mükellef sofraya bir hücumdur başlar;
Çorbalar, Yumurtalar, Etler, Börek ve Tatlılar birbirini takip ederdi
Beldemiz âdeti gereğince, hele Ramazanlarda yemeklerin çokluğu, misafirlerin ağırlanmasına bir ölçü kabul edildiğinden, yemeklerin arkasının alınmasına kadar beklemek tiryakilerin işine gelmediğinden, çoğu özür dileyerek sofradan kalkardı.
Vekil, Vezir ve büyüklerin Konaklarının çoğunda yemeğe ara verilmek usulü kabul edilmiş bulunduğundan, İftar vaktine birkaç dakika kala, hazır bulunanların önüne, ufak tepsilerde Reçel, Peynir, Zeytin gibi kahvaltı ve bir iki kâsede çorba konulurdu.
İftardan sonra Nargile, Çubuk, Kahve, Enfiye vb. gibi şeylerle keyifler yerine getirilirdi. Mükellef giyinip kuşanmış olan İç ağaları, hizmete hazır bir durumda beklerdi.
Gerçi yemekten önce ve sonra, Leğen ve İbriklerle Elleri yıkamak adet ise de, yemeklerin ellerle yenilmesi çirkin görüldüğünden, sonraları yavaş, yavaş Çatal Kaşık bulundurulması da yaygınlaştı.
Vaktiyle Öd ve Amber yakılarak, Her tarafı kokulara boğmak Adetti.
Büyük daireler de Kahve, Çubuk gelmesinde de bir çeşit teşrifat vardı. Evvela Çubuklar uzun olmak ve kıymetli Kehribar ve süslü imamelerle bezenmiş bulunmak, mevcut misafirlere bir anda verilmek şart idi.
Hatta Hariciye teşrifatçısı Kamil Bey, hizmetkârların Çubuk getirmesinden kinaye “Bu Kargılı heriflerden ne zaman kurtulacağız?” derdi.
Kahve takımını dairenin Kahvecibaşısı getirip, odanın uygun yerinde durur, kahve ibriği, soğumaması için “stil” denilen gümüş zincirli ateşliklere konurdu. bu stili taşıyan yamak da Kahvecibaşının yanında bulunurdu.
Ne kadar misafir varsa o kadar ağa(!) Kahveci başının çevresine dizilirdi. Tepsinin üzerinde bulunan sırmalı örtüyü kıdemli iç ağası kaldırıp Kahveci başının omuzuna kor, sonra ağalar kafesli gümüş zarflarla fincanları alıp, ateşlik üzerinde bulunan ibrikten kahveyi koydurup, zarfın altından tutmak şartıyla yine bir anda misafirlere verirlerdi.”
Nazır Ali Bey sofrada ki olanları böyle geçtikten sonra, bir diğer sofra anlatımına geçiyor..
O zamanlar, bu günlerin Devlet veya sivil kurum başlarında bulunanlar gibi elleri altında bulunan Hazine-î Hümayun’ dan değil de. Kendi keselerinden yaptıkları anlaşılan bir diğer İftar sofrasını izleyelim.
MUSTAFA PAŞANIN SOFRA VE YEMEĞİ
“Mısırlı Fazıl Mustafa paşa dairesinin İftar ve Sahur ziyafetleri, gerek Ramazanlar da, gerek diğer günlerdeki yemekleri, diğer vekillerin dairelerin de çıkan yemeklerin hiç birisine benzemez. Çünkü, Türk aşçısı, Frenk aşçısı, yemeklerinden başka, diğer deniz mahsullerinden., Kilerci başı birtakım yemekler daha hazırlardı.
Yemekler gayet lezzetli, kaplar büyük ve porsiyonlar çoktu.
İftardan başka, Sahur yemekleri de, konuşulmaya değer. Dana, Hindi ve av etlerinden yapılmış soğuk yemekler verildiğinden, birçok kişi Sahur yemeğine de giderdi.
Mustafa Paşa dairesinde, Usta, Kalfa ve çırak olarak kırk beş Türk aşçısı olduğu ve o nispette Alafranga ve Kadın aşçıları bulunduğu ve hele Karanfil Kalfanın harem de pişirdiği yemeklerin lezzeti, o zamanları bilenlerin malumudur.”
***
Bu günkü Lüks lokanta pardon Restaurant’lar da verilenler bir tarafa. Yapabilinen evlerde ki iftar yemekleri ile kıyaslamak zor olur herhalde!..
Hele o zamanın konak sahipleri Paşa’larının bizzat kendi keselerinden yapmasıyla manevi durumunu da(!) düşünürsek!..
O İftar ve yemeklerini Görebilmek yerine....
Sadece hatıralarını okuyup yazmakla kalırız!
***
Çocukluk günlerimin teravilerinde Ruhi haz içinde dinlediğimiz, güzel ses ve makamı bilen müezzinlerin…
Cami içini çınlatarak okudukları ve dinleyenlerin gözlerinden yaş damlatmaya vesile oldukları “Elveda ey şehr-i Ramazan” naat’ı (methiye-övgü) Herhalde bu günlerde de okunmaktadır.
***
“Elveda bizden sana ey şehr-i rahmet elveda
Sen gidersen yaktı bizi nar-ı firkat elveda
Geldiğin vakit yer gök, ahali cümle melekler sevinir
Gittiğin vakit ağlaşıp, çağrışırlar elveda
Hoş sefalar vermiştir bize vaslın şerbeti
Çünki gittin, fırkat ettin ah hasret elveda
Nurunla zeyn olurdu cümle mescitler tamam
Zikr, tespih hem teravih gitti bunlar elveda
Konuğunduk birer ay, şimdi terk ettin elveda
Minareler kargıda zar-ı giryan elveda
Gündüzün iyd idi bize gecelerin kadirdi
Gafletile çıktın elden can, canan elveda
Zi saadet şol kula kim seni hoşnut etti
Sen gidersen hoş sefalar tuttuk biz hak emrini
Yine kaldık hasretle zar-ı giryan elveda
Açılır cennet kapısı, örtülür nar-ı cehennem
Ey mübarek ferd-i âli şehr-i gufran elveda
Lütuf kıl, bizden şikâyet etme varıp hasret
Gerçi biz kullarda çoktur cümr-ü isyan elveda
Ya ilahi sen bu Mesced kavminin günahını
Lütfunla sen bağışla padişahım elveda”
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam ve mutlu geçecek Bayramlar dileğimle.
Mübarek Ramazan ayı içinde sadece Ramazan konularına yer verdiğim için bu günde devamla konu ettiğim 13. Asr-ı Hicrîde ki Ramazan İftar yemeğini anlatan “ Balıkhane Nazırı Ali Bey”in 1922 yılında yayınladığı yazı sonunda, asırlardır devam eden ve Ramazanın son günlerinde okunan “Elveda Ey Şehr-i Ramazan” ilâhisini sunmak isterim.
Nazır Ali Bey’in 13. Asr-ı Hicri de ki “İftar Sofrası”nı önceki yazıda okuduk bu günde “İftar Yemeği”ni izleyelim.
***
“Top atılmasıyla beraber oruçlar açılır, o mükellef sofraya bir hücumdur başlar;
Çorbalar, Yumurtalar, Etler, Börek ve Tatlılar birbirini takip ederdi
Beldemiz âdeti gereğince, hele Ramazanlarda yemeklerin çokluğu, misafirlerin ağırlanmasına bir ölçü kabul edildiğinden, yemeklerin arkasının alınmasına kadar beklemek tiryakilerin işine gelmediğinden, çoğu özür dileyerek sofradan kalkardı.
Vekil, Vezir ve büyüklerin Konaklarının çoğunda yemeğe ara verilmek usulü kabul edilmiş bulunduğundan, İftar vaktine birkaç dakika kala, hazır bulunanların önüne, ufak tepsilerde Reçel, Peynir, Zeytin gibi kahvaltı ve bir iki kâsede çorba konulurdu.
İftardan sonra Nargile, Çubuk, Kahve, Enfiye vb. gibi şeylerle keyifler yerine getirilirdi. Mükellef giyinip kuşanmış olan İç ağaları, hizmete hazır bir durumda beklerdi.
Gerçi yemekten önce ve sonra, Leğen ve İbriklerle Elleri yıkamak adet ise de, yemeklerin ellerle yenilmesi çirkin görüldüğünden, sonraları yavaş, yavaş Çatal Kaşık bulundurulması da yaygınlaştı.
Vaktiyle Öd ve Amber yakılarak, Her tarafı kokulara boğmak Adetti.
Büyük daireler de Kahve, Çubuk gelmesinde de bir çeşit teşrifat vardı. Evvela Çubuklar uzun olmak ve kıymetli Kehribar ve süslü imamelerle bezenmiş bulunmak, mevcut misafirlere bir anda verilmek şart idi.
Hatta Hariciye teşrifatçısı Kamil Bey, hizmetkârların Çubuk getirmesinden kinaye “Bu Kargılı heriflerden ne zaman kurtulacağız?” derdi.
Kahve takımını dairenin Kahvecibaşısı getirip, odanın uygun yerinde durur, kahve ibriği, soğumaması için “stil” denilen gümüş zincirli ateşliklere konurdu. bu stili taşıyan yamak da Kahvecibaşının yanında bulunurdu.
Ne kadar misafir varsa o kadar ağa(!) Kahveci başının çevresine dizilirdi. Tepsinin üzerinde bulunan sırmalı örtüyü kıdemli iç ağası kaldırıp Kahveci başının omuzuna kor, sonra ağalar kafesli gümüş zarflarla fincanları alıp, ateşlik üzerinde bulunan ibrikten kahveyi koydurup, zarfın altından tutmak şartıyla yine bir anda misafirlere verirlerdi.”
Nazır Ali Bey sofrada ki olanları böyle geçtikten sonra, bir diğer sofra anlatımına geçiyor..
O zamanlar, bu günlerin Devlet veya sivil kurum başlarında bulunanlar gibi elleri altında bulunan Hazine-î Hümayun’ dan değil de. Kendi keselerinden yaptıkları anlaşılan bir diğer İftar sofrasını izleyelim.
MUSTAFA PAŞANIN SOFRA VE YEMEĞİ
“Mısırlı Fazıl Mustafa paşa dairesinin İftar ve Sahur ziyafetleri, gerek Ramazanlar da, gerek diğer günlerdeki yemekleri, diğer vekillerin dairelerin de çıkan yemeklerin hiç birisine benzemez. Çünkü, Türk aşçısı, Frenk aşçısı, yemeklerinden başka, diğer deniz mahsullerinden., Kilerci başı birtakım yemekler daha hazırlardı.
Yemekler gayet lezzetli, kaplar büyük ve porsiyonlar çoktu.
İftardan başka, Sahur yemekleri de, konuşulmaya değer. Dana, Hindi ve av etlerinden yapılmış soğuk yemekler verildiğinden, birçok kişi Sahur yemeğine de giderdi.
Mustafa Paşa dairesinde, Usta, Kalfa ve çırak olarak kırk beş Türk aşçısı olduğu ve o nispette Alafranga ve Kadın aşçıları bulunduğu ve hele Karanfil Kalfanın harem de pişirdiği yemeklerin lezzeti, o zamanları bilenlerin malumudur.”
***
Bu günkü Lüks lokanta pardon Restaurant’lar da verilenler bir tarafa. Yapabilinen evlerde ki iftar yemekleri ile kıyaslamak zor olur herhalde!..
Hele o zamanın konak sahipleri Paşa’larının bizzat kendi keselerinden yapmasıyla manevi durumunu da(!) düşünürsek!..
O İftar ve yemeklerini Görebilmek yerine....
Sadece hatıralarını okuyup yazmakla kalırız!
***
Çocukluk günlerimin teravilerinde Ruhi haz içinde dinlediğimiz, güzel ses ve makamı bilen müezzinlerin…
Cami içini çınlatarak okudukları ve dinleyenlerin gözlerinden yaş damlatmaya vesile oldukları “Elveda ey şehr-i Ramazan” naat’ı (methiye-övgü) Herhalde bu günlerde de okunmaktadır.
***
“Elveda bizden sana ey şehr-i rahmet elveda
Sen gidersen yaktı bizi nar-ı firkat elveda
Geldiğin vakit yer gök, ahali cümle melekler sevinir
Gittiğin vakit ağlaşıp, çağrışırlar elveda
Hoş sefalar vermiştir bize vaslın şerbeti
Çünki gittin, fırkat ettin ah hasret elveda
Nurunla zeyn olurdu cümle mescitler tamam
Zikr, tespih hem teravih gitti bunlar elveda
Konuğunduk birer ay, şimdi terk ettin elveda
Minareler kargıda zar-ı giryan elveda
Gündüzün iyd idi bize gecelerin kadirdi
Gafletile çıktın elden can, canan elveda
Zi saadet şol kula kim seni hoşnut etti
Sen gidersen hoş sefalar tuttuk biz hak emrini
Yine kaldık hasretle zar-ı giryan elveda
Açılır cennet kapısı, örtülür nar-ı cehennem
Ey mübarek ferd-i âli şehr-i gufran elveda
Lütuf kıl, bizden şikâyet etme varıp hasret
Gerçi biz kullarda çoktur cümr-ü isyan elveda
Ya ilahi sen bu Mesced kavminin günahını
Lütfunla sen bağışla padişahım elveda”
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam ve mutlu geçecek Bayramlar dileğimle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.