Elimizi nereye koysak olur?
Bir ara Frengistan'dan muteber bir elçinin geleceği haber alınmış ve devlet erkânını bir düşünce ve tasadır almıştı...
***
Yavuz Sultan Selim Han, dervişler gibi giyiniyor üstüne başına pek dikkat etmiyor, öyle şatafatlı kaftanlara da uzak duruyordu… Divanı Hümayun’da onların bu düşünceli hallerini sezdiğinden Hünkar sebebini sordu ve dertlerini(!) öğrendi...
***
Yavuz Han bunun üzerine;
“Vezirlerim, paşalarım beyhude tasa edersiniz, hemen yeni ve en alasından kaftanlar, gömlekler ve kavuklar sipariş edin, ta ki Frenk elçisi Devlet-i Aliyye'nin haşmet ve azametini görüp anlaya” diye vezirlerini rahatlattı…
***
Devlet erkânı, bu sözler karşısında gönülleri ferahlayıp cesaret bularak; “Ya saadetlü hünkârımız ne giyeceksiniz kabul sırasında” diyecekken Yavuz Han; “Biz de elbette münasip olanı yerine getiririz” deyip kestirip bahsi kapatır…
***
Sonunda beklenen elçi İstanbul'a gelir… Çemberlitaş civarında bulunan Elçi Hanı'na misafir olan elçi, bir ay kadar burada kalır… Sonra Kapıcıbaşı, bir bölük kapıcı ile varıp kendisini saraya davet eder…
***
Yavuz Sultan Selim Han, kuşluk zamanı Harem-i Hümayun'dan çıkıp izzet ve saadetle arz odasına varıp, tahta oturur ve nice gaza görmüş çelik bir yılanı andıran parlak kılıcı tahtın basamağına koyar…
***
Bu sırada sadrazam ile kubbe vezirleri, beylerbeyi ve diğer erkân, huzura girerler... Hayret ve dehşet içinde görürler ki, hünkâr eski pırtıların içindedir…
***
Ancak onların ağız açmalarına fırsat vermeden, Hünkârın işareti üzerine iki görevli, elçiyi huzura sokarlar… Selam ve kelamdan ve birkaç cümle söyleşiden sonra elçi, padişahın huzurundan ayrılır…
***
Yavuz, vezire:
— “Koş bakalım, bizi nasıl bulmuş, bir sor “ der…
***
O da koşarak Bâbüssaâde denilen üçüncü kapı çıkışında elçiyi yakalar ve ziyaretin nasıl geçtiğini sorar... Elçi hala titremektedir, Osmanlı padişahının huzurunda bulunmaktan sersemleyip dili dolaşmış vaziyette;
“Tahtın basamağındaki o kılıcın şaşasından başka bir şey göremedim ki, ne söyleyeyim,” der…
***
Vezir, geri varıp onun bu sözlerini huzurunda nakledince, Yavuz Han;
“ İşte şimdi boşuna kasavet çektiğinizi anladınız mı? Paşalar ve beylerim, şunu unutmayın ki, kılıcımız keskin olduğu müddetçe düşmanlarımız onun şaşasından gayrı bir şey görmezler ve başlarını kaldırıp bizlere nazar edip ne halde olduğumuzu fark etmezler… Ama maazallah bu kılıç bir gün kesmez olursa o zaman devletsiz başlarını küstahça kaldırıp, bizi bir hoş teftiş edip her halimizi görüp anlarlar”
***
Günlerdir okuyoruz; G-20 zirvesi ile ilgili yorumları… “Orasını okşadı, burasına elini koydu, bacağını şöyle attı, kaşını böyle çattı” diye…
***
Sonuç?
***
Vahşi batı artık Müslüman öldürmeyecek mi? Ümmet coğrafyası bugünden itibaren kandan, gözyaşından arınacak mı? Bekleyip göreceğiz diye bile yazamıyoruz… Müslümanların başına bombalar yağmaya devam ediyor…
***
Mekânları değil, kılıçları keskin tutmalıyız vesselam…