Dünyâyı Kazanmak
Geçen yazımızda insan üzerine hasbihal ediyorduk bugünde devam etmek istiyoruz müsâdenizle efendim.
Bugün maddi dünyâmızın en âlâ biçimde yaşanması adına ne emekler dökülüyor ne gayretler îfâ ediliyor. Onca çaba, hep insanın dünyâda en güzel ve en rahat bir şekilde yaşaması için. Ancak üzüldüğümüz nokta, insanın kendi için böylesi mükemmel bir hayâtı hazırlamak adına her türlü meşru ve hakça olmayan çalışmayı meşru görmesi. Bu hususta öylesine bencil ve bayağı fikirler insanımıza hâkim olmuş ki ‘Nerde yıllarca fazilet değerlerinin dünyâya kazandırılması için mücâdele veren büyüklerimiz?’ diye düşünmeden edemiyoruz. İnsan yeter ki en güzel kendi yaşasın ve kendi çıkarına dokunulmasın. Yahut kişiler veya milletler sâdece kendi menfaatleri uğruna adam öldürmeye kadar her çeşit yanlışı mübah görebiliyorlar. Yâni anlayacağınız dünyâyı kazanmak insanların en büyük hedefi. Böylesi bozuklukların yaşandığı dünyâda yaşayan küçüklerde bahsedilen yanlışlarla yetişerek hayâta menfi katkı sağlıyorlar.
Oysa; dünyâyı kazanmak, dünyayı bozmadan, kirletmeden hak ölçülerine göre yaşamaktır. Ona iyilikler, güzellikler, faydalar katmaktır. Böylesi insan, mânevî yönden diridir. Fakirlik çekse de, sıkıntı görse de bu insan yıkılmaz. İmânıyla hep dinamik ve ayaktadır. Geçmişte memleketimizde yaşanan ekonomik krizde, insanımız mânevî birikimleriyle ayakta durmuştur. İnsanımız bunu sabırla, şükürle, kanaat duygusuyla, gayretiyle sıkıntılara göğüs gererek aşmıştır. Halkımız mayasındaki imanla bunu başarmıştır. Böyle fertlere sâhip toplumlar her türlü problemin üstesinden gelirler. Bu sebeple aslında devletlerin, halkının inançlarını muhafaza etme ve geliştirebilme noktasında etkisi ve katkısı olmalı. Bundan devlet zarar görmez, aksine destek görür, güçlenir.
Bütün dinlerin amacı insanları mutlu kılmaktır. Özellikle dinlerin en mükemmeli olan son hak din İslâmiyet’in yegâne amacı; insanı, dünyâda da âhirette de saadete ulaştırmaktır. Yeryüzünde İslam kadar insana değer veren bir başka din mevcut değildir. “Onun için mi dünyadaki teröristler Müslüman’dır.” demeyiniz. Zirâ size dünya medyası Müslümanları öyle sunmak istiyor. Dünyânın dört bir tarafında haksızlıklara uğrayanlar Müslümanlar, zulüm gören, eziyet çeken onlar, inleyenler, ölenler onlar. Elbette bu insanlar kendilerini ifâde etmek için bazı şeyler yapacaklar, nefs-i müdafaa hakkını îfâ edecekler. Bunun adı terör olamaz. Olsa olsa onlara yapılan eziyetler, zulümler ve tehditlerin adı terördür. Ancak, insanın kendini ifade etmek adına masumlara kıyması tasvip edilemez. Oysa dünyânın izlediği sistemde insanın maalesef tavuk kadar kıymeti yoktur. Özellikle de Müslümanlara insan olarak dâhi değer verilmiyor. En acımasız kural ve kâidelerin onlara tatbik edildiğini görüyoruz. Bosna’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Irak’ta, Filistin’de bunun misallerini, dünya medyasının ve hümanizmin gerçek yüzünü bütün boyutlarıyla görüyoruz.
Bu sebeple yine diyoruz ve îlân ediyoruz ki dünyada insana gerçek ölçüleriyle en çok kıymet veren biricik din, bizim sâhip olduğumuz fakat kıymetini bilemediğimiz İslâmiyet’tir. Bugüne kadar insanımıza İslâm’ı ciddi boyutlarda tanıtmadılar, anlatmadılar. Çünkü insan tanısa anlayacak ve tanıdığını, bildiğini sevecek, yaşamak isteyecek. Yıllarca nasıl göstermek istiyorlarsa onları senaryo hâline getirip, önümüze sundular, biz de aldandık. Ama bu gerçeklerin idrâkinde olan insanlarımız var. Onlarla bu toplum ayaktadır. Onlarla gurur duyuyoruz.
Bu gerçeklerden hareketle hepimiz sâhip olduğumuz mânevi değerleri gâyet ciddiyetle önce kendimiz yaşayarak küçüklerimize doğru modeller oluşturmalıyız. Eğitim işini ciddiye almalıyız. İnsan olarak bizi en güzel anlatan Kur’anî ölçüleri kendimize rehber edinmeliyiz. Her zaman olduğu gibi bütün menfiliklerin çâresinin yüce İslam’da çözümlendiğine inananlardanız. Yeter ki bakışımız müspet görüşlerimiz yanlı olmasın. Hayırla kalın.
Bugün maddi dünyâmızın en âlâ biçimde yaşanması adına ne emekler dökülüyor ne gayretler îfâ ediliyor. Onca çaba, hep insanın dünyâda en güzel ve en rahat bir şekilde yaşaması için. Ancak üzüldüğümüz nokta, insanın kendi için böylesi mükemmel bir hayâtı hazırlamak adına her türlü meşru ve hakça olmayan çalışmayı meşru görmesi. Bu hususta öylesine bencil ve bayağı fikirler insanımıza hâkim olmuş ki ‘Nerde yıllarca fazilet değerlerinin dünyâya kazandırılması için mücâdele veren büyüklerimiz?’ diye düşünmeden edemiyoruz. İnsan yeter ki en güzel kendi yaşasın ve kendi çıkarına dokunulmasın. Yahut kişiler veya milletler sâdece kendi menfaatleri uğruna adam öldürmeye kadar her çeşit yanlışı mübah görebiliyorlar. Yâni anlayacağınız dünyâyı kazanmak insanların en büyük hedefi. Böylesi bozuklukların yaşandığı dünyâda yaşayan küçüklerde bahsedilen yanlışlarla yetişerek hayâta menfi katkı sağlıyorlar.
Oysa; dünyâyı kazanmak, dünyayı bozmadan, kirletmeden hak ölçülerine göre yaşamaktır. Ona iyilikler, güzellikler, faydalar katmaktır. Böylesi insan, mânevî yönden diridir. Fakirlik çekse de, sıkıntı görse de bu insan yıkılmaz. İmânıyla hep dinamik ve ayaktadır. Geçmişte memleketimizde yaşanan ekonomik krizde, insanımız mânevî birikimleriyle ayakta durmuştur. İnsanımız bunu sabırla, şükürle, kanaat duygusuyla, gayretiyle sıkıntılara göğüs gererek aşmıştır. Halkımız mayasındaki imanla bunu başarmıştır. Böyle fertlere sâhip toplumlar her türlü problemin üstesinden gelirler. Bu sebeple aslında devletlerin, halkının inançlarını muhafaza etme ve geliştirebilme noktasında etkisi ve katkısı olmalı. Bundan devlet zarar görmez, aksine destek görür, güçlenir.
Bütün dinlerin amacı insanları mutlu kılmaktır. Özellikle dinlerin en mükemmeli olan son hak din İslâmiyet’in yegâne amacı; insanı, dünyâda da âhirette de saadete ulaştırmaktır. Yeryüzünde İslam kadar insana değer veren bir başka din mevcut değildir. “Onun için mi dünyadaki teröristler Müslüman’dır.” demeyiniz. Zirâ size dünya medyası Müslümanları öyle sunmak istiyor. Dünyânın dört bir tarafında haksızlıklara uğrayanlar Müslümanlar, zulüm gören, eziyet çeken onlar, inleyenler, ölenler onlar. Elbette bu insanlar kendilerini ifâde etmek için bazı şeyler yapacaklar, nefs-i müdafaa hakkını îfâ edecekler. Bunun adı terör olamaz. Olsa olsa onlara yapılan eziyetler, zulümler ve tehditlerin adı terördür. Ancak, insanın kendini ifade etmek adına masumlara kıyması tasvip edilemez. Oysa dünyânın izlediği sistemde insanın maalesef tavuk kadar kıymeti yoktur. Özellikle de Müslümanlara insan olarak dâhi değer verilmiyor. En acımasız kural ve kâidelerin onlara tatbik edildiğini görüyoruz. Bosna’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Irak’ta, Filistin’de bunun misallerini, dünya medyasının ve hümanizmin gerçek yüzünü bütün boyutlarıyla görüyoruz.
Bu sebeple yine diyoruz ve îlân ediyoruz ki dünyada insana gerçek ölçüleriyle en çok kıymet veren biricik din, bizim sâhip olduğumuz fakat kıymetini bilemediğimiz İslâmiyet’tir. Bugüne kadar insanımıza İslâm’ı ciddi boyutlarda tanıtmadılar, anlatmadılar. Çünkü insan tanısa anlayacak ve tanıdığını, bildiğini sevecek, yaşamak isteyecek. Yıllarca nasıl göstermek istiyorlarsa onları senaryo hâline getirip, önümüze sundular, biz de aldandık. Ama bu gerçeklerin idrâkinde olan insanlarımız var. Onlarla bu toplum ayaktadır. Onlarla gurur duyuyoruz.
Bu gerçeklerden hareketle hepimiz sâhip olduğumuz mânevi değerleri gâyet ciddiyetle önce kendimiz yaşayarak küçüklerimize doğru modeller oluşturmalıyız. Eğitim işini ciddiye almalıyız. İnsan olarak bizi en güzel anlatan Kur’anî ölçüleri kendimize rehber edinmeliyiz. Her zaman olduğu gibi bütün menfiliklerin çâresinin yüce İslam’da çözümlendiğine inananlardanız. Yeter ki bakışımız müspet görüşlerimiz yanlı olmasın. Hayırla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.