Dağarcıktan dökülenler
Okuyucularımız zaman zaman tarihi oluşum söz ve anlatımlardan parçalar olan yazılarımı takip etmişlerdir.
Geçenlerde yazdığım bu parçalardan sunarken “Dağarcıkta daha neler var neler” demiştim.
Okuyucumuz Sayın Ü. İnci gönderdiği Mail’inde “Dağarcığınızda olanlara devam ederek tarihî bilgiler edinmemizi sağlarsanız memnun kalırım” iletişimi ile…
Sayın İnci yanında tüm okuyucularımızın da faydalanması için bugün dağarcıktan bir kısmını daha sunmaktayım.
***
Bitmeyen Osmanlı Sevgisi
Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı" diye sayıkladıkları.
Budapeşte'den gelen bir yazarımıza bir Boşnak’ın “Mademki İstanbul'a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul'u görmeden almasın!” dediği,
Trablusgarp'daki ihtiyar Cezayirlilerin, boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıkları!
Ya biz cumhuriyet çocuklarına öğretilen ters yüz tarih!
***
Osmanlı Arması
Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in 1954’lü yıllarda çıkardığı “Büyük Doğu” mecmuasının bir sayısındaki kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca.
“Padişahlık propagandası yapmak” gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığı ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiği!
Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
“İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var. Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?” diye haykırdığı
Şimdileri “irticacı, halife yanlısı, Cumhuriyet kincisi vb.” diye yaftalayıp sicillerine geçirirlerdi herhalde!
***
Hayal Müessesesi
Teb'asını “Emanetullah” olarak gören Osmanlı Devleti'nde...
Akıl hastalarına “Bimarhane”lerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiği.
Aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastalarının ruhuna “Şeytan girmiş” denilerek diri diri yakıldığı!
İstanbul'daki Bimarhane’leri giren Mongeri Pere'nin: “Burası Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir” dediği ve Osmanlı'nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiği.
***
İçi Yivli Toplar ve Ecdadımızın Sızlayan Kemikleri
Yavuz Sultan Selim Han'ın Ridaniye Savaşı'nda, ileri görüşlü babası Sultan II. Bayezid'ın icadı olan "içi yivli top”ları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini..
Bugün ise bizlerin hala II. Bayezid’in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: “Yivli top 1868’de Almanlar tarafından icad edildi” diye yanlış tarihi okutma gafletini göstererek Osmanlıyı takdir etmeme düşüncesi içinde ecdadımızın kemiklerini sızlatmakta olduğumuz var sayımlı değil mi?
***
Tanzimat Dönemi Ordusu
II. Mahmut döneminde Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için danışmanlıkta bulunan Alman komutanı Helmuth von Moltke'nin Tanzimat dönemi ordusunun halini...
“Bu ordu: kaputları Rus, talimatnameleri Fransız, tüfekleri Belçika, sarıkları Türk, eğerleri Macar, kılıçları İngiliz ve öğretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur" diyerek tarif ettiği
***
Batıda ve Osmanlı'da Yalan
1717 - 1718 yılları arasında İstanbul' da İngiliz elçiliği yapan G. Montagu’nun hanımı Lady Montagu’nun Osmanlı toplumundaki ticaret ahlakı ile alakalı hatıralarında, oldukça enteresan bir şekilde:
“İngiltere'de yalancılar yaptıklarıyla öğünürler. Burada ise (Osmanlı'da) yalan söylediğinden emin olunduğu zaman yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun eğer bizde uygulanırsa ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfına mensup kişilerin kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmaya mecbur kaldıkları görülür.” diye yazdığı...
***
Ecdad Nesline Hürmet
Merhum Adnan Menderes’in, İstanbul'un imarı faaliyetlerinin başlatıldığı l950'li yılların birinde, gece yarısı Sultan II. Abdülhamid Han'ın muhterem kerimeleri Ayşe Osmanoğlu ile annesi Müşfika Kadınefendi’nin kaldığı evin kapısını çalarak gizlice içeri girip her ikisinin de ellerini öptükten sonra:
“Siz bize veli nimetlerimizin emanetlerisiniz. Fakat maalesef sizlerle bugüne kadar alakadar olamadım. Çok özür dilerim Çevremiz böyle tavırları hazmedemeyecek insanlarla dolu!.” Dediği.
Daha sonra da, Osmanlı'nın bu aziz analarına, kimseye muhtaç olmamaları için, içinde 10.000 lira bulunan bir zarf bırakıp ayrıca tahsisat-ı mestureden (örtülü ödenek) maaş bağladığını ve 27 Mayıs ihtilalı sonunda bu paranın kesildiği!
***
Eşsiz Misafirperverlik
Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmış olmakla meşhur Comte de Marsigli'nin, Türk toplumunun misafirperverliği ile alakalı olarak:
“Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar öğleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar.” Dediği…
Şimdileri kaç tane bulabiliriz? Bulsak da, onları hemen irticacı ile yaftalayıp savcılara şikayet için manşetler yaptığımıza...
Hatta hatırlarsanız Ecevit ile koalisyon arkadaşları zamanında olan Adapazarı civarı depreminde Aş evi açan sivil kuruluşları bu yönleme ile kapattırdıklarına ne diyelim ki?
***
Şefzade'nin Dolmabahçe Sefası
İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü’nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığını ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğini...
Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü’nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiği!
Ama bugün bunları bilmezlikten gelip o zamanı ak gösterirken. Şimdiki Ak zadelerin gemi ve şirketlerini manşet yapmada yarışan Milli Şef sempazistlerine ne demeli ki?
***
Enderun Okulu
Üç kıtada altı asırlık bir hükümranlık sırasında şanlı ecdadımızın devlet ve medeniyet mirasının sırlarının bulunduğu ve dünyanın en büyük arşivi olan Osmanlı Arşivi'ni...
Bizler doğru dürüst incelemeyi ve sunmayı bırakın yakılarak nemli depolarda küflendirilerek ve tetkiki yasaklanarak işlem yapılırken...
Bine yakın Amerikalı ile yüze yakın İsrailli tarihçinin yıllarca didik didik ettiğini...
Bugün ABD'de sadece “Enderun okulu” hakkında hazırlanan uzman eserlerin ve doktora tezlerinin sayısının 350 tane olduğu.
***
Hakiki Nişan
Kırım Savaşı'ndaki büyük hizmetlerinden dolayı Fransız hükümetince kendisine nişan verilen Deli Hasan Ağa'nın bu nişanı takmadığını fark eden Fuat Paşa'nın ona takmama sebebini sorması üzerine:
“Paşam, benim vücudumda harpte kazandığım yedi nişan (yara izi) var. Onlar varken elin Frenk'inin nişanını ben ne yapayım!” diye cevap verdiği!
***
Bugünkü dağarcık bu kadar ileride tekrar sunabiliriz inşallah…
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…
Geçenlerde yazdığım bu parçalardan sunarken “Dağarcıkta daha neler var neler” demiştim.
Okuyucumuz Sayın Ü. İnci gönderdiği Mail’inde “Dağarcığınızda olanlara devam ederek tarihî bilgiler edinmemizi sağlarsanız memnun kalırım” iletişimi ile…
Sayın İnci yanında tüm okuyucularımızın da faydalanması için bugün dağarcıktan bir kısmını daha sunmaktayım.
***
Bitmeyen Osmanlı Sevgisi
Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı" diye sayıkladıkları.
Budapeşte'den gelen bir yazarımıza bir Boşnak’ın “Mademki İstanbul'a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul'u görmeden almasın!” dediği,
Trablusgarp'daki ihtiyar Cezayirlilerin, boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıkları!
Ya biz cumhuriyet çocuklarına öğretilen ters yüz tarih!
***
Osmanlı Arması
Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in 1954’lü yıllarda çıkardığı “Büyük Doğu” mecmuasının bir sayısındaki kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca.
“Padişahlık propagandası yapmak” gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığı ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiği!
Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
“İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var. Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?” diye haykırdığı
Şimdileri “irticacı, halife yanlısı, Cumhuriyet kincisi vb.” diye yaftalayıp sicillerine geçirirlerdi herhalde!
***
Hayal Müessesesi
Teb'asını “Emanetullah” olarak gören Osmanlı Devleti'nde...
Akıl hastalarına “Bimarhane”lerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiği.
Aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastalarının ruhuna “Şeytan girmiş” denilerek diri diri yakıldığı!
İstanbul'daki Bimarhane’leri giren Mongeri Pere'nin: “Burası Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir” dediği ve Osmanlı'nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiği.
***
İçi Yivli Toplar ve Ecdadımızın Sızlayan Kemikleri
Yavuz Sultan Selim Han'ın Ridaniye Savaşı'nda, ileri görüşlü babası Sultan II. Bayezid'ın icadı olan "içi yivli top”ları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini..
Bugün ise bizlerin hala II. Bayezid’in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: “Yivli top 1868’de Almanlar tarafından icad edildi” diye yanlış tarihi okutma gafletini göstererek Osmanlıyı takdir etmeme düşüncesi içinde ecdadımızın kemiklerini sızlatmakta olduğumuz var sayımlı değil mi?
***
Tanzimat Dönemi Ordusu
II. Mahmut döneminde Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için danışmanlıkta bulunan Alman komutanı Helmuth von Moltke'nin Tanzimat dönemi ordusunun halini...
“Bu ordu: kaputları Rus, talimatnameleri Fransız, tüfekleri Belçika, sarıkları Türk, eğerleri Macar, kılıçları İngiliz ve öğretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur" diyerek tarif ettiği
***
Batıda ve Osmanlı'da Yalan
1717 - 1718 yılları arasında İstanbul' da İngiliz elçiliği yapan G. Montagu’nun hanımı Lady Montagu’nun Osmanlı toplumundaki ticaret ahlakı ile alakalı hatıralarında, oldukça enteresan bir şekilde:
“İngiltere'de yalancılar yaptıklarıyla öğünürler. Burada ise (Osmanlı'da) yalan söylediğinden emin olunduğu zaman yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun eğer bizde uygulanırsa ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfına mensup kişilerin kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmaya mecbur kaldıkları görülür.” diye yazdığı...
***
Ecdad Nesline Hürmet
Merhum Adnan Menderes’in, İstanbul'un imarı faaliyetlerinin başlatıldığı l950'li yılların birinde, gece yarısı Sultan II. Abdülhamid Han'ın muhterem kerimeleri Ayşe Osmanoğlu ile annesi Müşfika Kadınefendi’nin kaldığı evin kapısını çalarak gizlice içeri girip her ikisinin de ellerini öptükten sonra:
“Siz bize veli nimetlerimizin emanetlerisiniz. Fakat maalesef sizlerle bugüne kadar alakadar olamadım. Çok özür dilerim Çevremiz böyle tavırları hazmedemeyecek insanlarla dolu!.” Dediği.
Daha sonra da, Osmanlı'nın bu aziz analarına, kimseye muhtaç olmamaları için, içinde 10.000 lira bulunan bir zarf bırakıp ayrıca tahsisat-ı mestureden (örtülü ödenek) maaş bağladığını ve 27 Mayıs ihtilalı sonunda bu paranın kesildiği!
***
Eşsiz Misafirperverlik
Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmış olmakla meşhur Comte de Marsigli'nin, Türk toplumunun misafirperverliği ile alakalı olarak:
“Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar öğleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar.” Dediği…
Şimdileri kaç tane bulabiliriz? Bulsak da, onları hemen irticacı ile yaftalayıp savcılara şikayet için manşetler yaptığımıza...
Hatta hatırlarsanız Ecevit ile koalisyon arkadaşları zamanında olan Adapazarı civarı depreminde Aş evi açan sivil kuruluşları bu yönleme ile kapattırdıklarına ne diyelim ki?
***
Şefzade'nin Dolmabahçe Sefası
İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü’nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığını ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğini...
Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü’nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiği!
Ama bugün bunları bilmezlikten gelip o zamanı ak gösterirken. Şimdiki Ak zadelerin gemi ve şirketlerini manşet yapmada yarışan Milli Şef sempazistlerine ne demeli ki?
***
Enderun Okulu
Üç kıtada altı asırlık bir hükümranlık sırasında şanlı ecdadımızın devlet ve medeniyet mirasının sırlarının bulunduğu ve dünyanın en büyük arşivi olan Osmanlı Arşivi'ni...
Bizler doğru dürüst incelemeyi ve sunmayı bırakın yakılarak nemli depolarda küflendirilerek ve tetkiki yasaklanarak işlem yapılırken...
Bine yakın Amerikalı ile yüze yakın İsrailli tarihçinin yıllarca didik didik ettiğini...
Bugün ABD'de sadece “Enderun okulu” hakkında hazırlanan uzman eserlerin ve doktora tezlerinin sayısının 350 tane olduğu.
***
Hakiki Nişan
Kırım Savaşı'ndaki büyük hizmetlerinden dolayı Fransız hükümetince kendisine nişan verilen Deli Hasan Ağa'nın bu nişanı takmadığını fark eden Fuat Paşa'nın ona takmama sebebini sorması üzerine:
“Paşam, benim vücudumda harpte kazandığım yedi nişan (yara izi) var. Onlar varken elin Frenk'inin nişanını ben ne yapayım!” diye cevap verdiği!
***
Bugünkü dağarcık bu kadar ileride tekrar sunabiliriz inşallah…
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.