CEMAAT
Geometri (hendese) ilminde “ muvazi” kazıyyesi (önermesi ) vardır. Buna göre, İki hat ayrı ayrı diğer bir üçüncü hatta muvazi olursa o iki hat da birbirine muvazi olur. Bu kazıyyeye kıyasen diyoruz ki, cemaatler ayrı ayrı hakiki bir muhabbetle Allah ve Rasulüne bağlanırlarsa aralarında muvazi olur.
Cemaatlerin, hakiki bir muhabbetle Allah ve Rasulüne bağlanabilmeleri için, kitap ve sünneti bir bütün olarak kabul etmeleri ve ellerinden geldiği kadar gereğine göre hareket etmeleri şarttır; aksi halde hakiki bir muhabbetle İslâm dinine bağlanamazlar ve bunun sonucu aralarında “muvazi olmaz. Unutmayalım ki, İslâm dini, inanç, ibadet, muamelat ve ukûbat esaslarından ibarettir.
Müslüman cemaatlerin bir kısmı, beşeri ideolojilerin etkisinde kaldıkları için İslâm dinini sadece inanç temelli bir din olarak kabul etmektedirler. Bu sebeple siyasal İslâmcı bildikleri cemaatlere cephe almaktadırlar. Bu duurmda cemaatlerin arasında bir muvazi olmaz.
İslam’ın siyasalı, ılımlısı olmaz. Çünkü İslâm dini vahye dayanan bir dindir. Bu din, sömürünün ve zulmün ortadan kaldırılması için dünyaya adaletin ve Hakk’ın hâkim olmasını ister, hiçbir kimsenin inancına da müdahale edilmesini istemez; bu, dinin âmir bir hükmüdür. Bunu gerçekleştirmek bütün Mü’minlerin asli görevidir. Bunun adına siyasal İslâm, ideolojik İslâm denilemez. Bu kavramlar, İslâm dinini sadece inanç temelli bir din olarak gören yeni Osmanlıların, ulusalcıların ürettiği kavramlardır; Müslüman bu kavramlara itibar etmez.
Taptuk Emre, Yunus Emre, Ahmed Yesevi, Mevlana gibi mutasavvıflar, Bediuzzamn Said-i Nursi ve Süleyman Hilmi Tuna gibi âlimler tebliğ ve irşad erleridir. Bunlara geleneksel ılımlı İslâm’ın temsilcisi demek, onlara karşı yapılan en büyük bir bühtandandır.
Öyle olsaydı mesela Bediuzzaman Said-i Nursi, resmi ideoloji ile ters düşmezdi, uzun yıllar sürgün hayatı yaşamazdı, ömür boyu hapishanelerde çürümezdi ve kabrinin yeri belli olurdu.
Sufi gelenekteki özgürlükçü İslâm yorumunun, İslâmcılığa karşı en etkili bir yorum değil, bilakis İslam’ın hâkimiyetini destekleyen bir yorumdur. Çünkü Anadolu’nun, Kafkas’ların ve Afrika’nın İslâmlaşmasında ve diğer beldelerin Müslümanlaşmasında sufilerin büyük rolü vardır; halen devam etmektedir ve gelecekte de devam edecektir; bu, sufiliğin bir gereğidir.
İddia edildiği gibi İslâm dinini sadece inanç temelli bir din olarak kabul eden Yeni Osmanlıların ürettiği ve günümüzde ulusalcıların dillerinden düşürmediği siyasal, ideolojik İslâmcılıkla ne Pakistan’daki Cemaat-i İslâmyye’nin ne İhan-ı Müslimin ne Milli Görüş’ün ve ne de AKP’nin bir ilgisi vardır. Bu koskoca camianın bir gayesi vardır: O da sömürüyü ve zulmü önlemek için adaleti ve Hakk’ı, hukuk çerçevesinde yeniden dünyaya hâkim kılmaktır.
Bu koskoca camia, Prof. Dr. Hayrettin Karaman’nın dediği gibi diyor: “Bana İslâmcı dediklerinde, ister Meşrutiyet dönemindeki, ister günümüzdeki manasında İslâmcılık ile kendi davam ve konumum arasında bir aynilik ve ilişki kuramıyorum. Ama benim de İslâmcılık diye adlandırabileceğim bir davam vardır; bu dava şuurlu bütün Müslümanların ortak davasıdır ve bu tanımlamada İslâmcı ile Müslüman aynı kimliktir.”
Bkz. “Sadık Küçükhemek, Anlamlarını Yonttuğumuz Kavramlar, İslâmcılık Kavramı”
Bu koskaca camianın fikirlerini ve eylemlerini radikal bulan ve bu koskoca camiaya şiddet yanlısı, devrimci, marjinal gurup yaftası vuran zihniyet, İslâm dinin sadece inanç temelli bir din olarak kabul eden, gelenekçi ılımlı İslâm’ı (?!) benimseyen ve ehli Kitap’ın şemsiyesi altında yaşamayı bir prensip haline getiren zihniyettir.
Cemaatler, selefi salihin yolunu benimserlerse aralarında muvazi olur; aksi halde aralarında ihtilaf doğar. Cemaatlerin birbirine düşmesi, bid’at ve dalalettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.