Bilgi, bilen, nedir? Ne değildir?
Allah Teâlâ katında ‘bilmek’ ve ‘bilen’ değerlidir. Yüce Allah (c.c) Kutsal Kitâbında: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? “[1] buyuruyor. Ve yine: “…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkarlar…”[2] Bu âyetler bize çok açık ve net bir ifâdeyle kâinâtın yüce sâhibinden ancak, O’nu bilenlerin korkacağını anlatırken, bilmenin ve bilginin ehemmiyetini de göstermiş oluyor. "Allah, içinizden iman edenlerle, kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir." [3] âyetiyle de, bilen insanların, Rabbi Teâlâ katındaki kıymeti iyice anlaşılmış olur. Bilginin önemini Cenâbı Hak çeşitli âyetlerinde böylece vurgularken bir de uyarı yapıyor; "Sakın ha câhillerden olma!" [4]
Konu bu kadar önemli olduğundan, şimdi ‘bilgi’, ‘ilim’, inanan için ne ifâde eder ona bakmak gerekiyor. Tefsirlerde bahsedildiği üzere ‘ilim’, ‘zihne ve kalbe konu olan her şey’, deniyor. İslam âlimleri ise; ‘bir şeyin hakikatini idrak etmek’ ve ‘mâlum olanın olduğu hal üzere bilinmesidir’ diye târif ediyorlar. Yanlış mâlumat, bilgi ve ilim olamaz. İlim, gerçeğe uygun düşen inanç, bilgi ve kanaattir. Bir şeyi olduğu gibi idrak edip, gizli kapaklılığın kalkmasıdır. İlmin zıddı, cehâlettir, bilgisizliktir ve yanlış bilgidir. Kur’ânı Kerim’de ‘ilim’ kelimesi 105 defa, geçer. “Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır.”[5] Buyurulur.
İlim, ilâhi vahiy kaynaklıdır. Bizzat Allah Teâlâ’nın verdiği bilgi, şüphesiz en doğru bilgidir. İslâm’ın, bütünü ilimdir. Dayanağı yüce Yaratıcı olan ilim, hakikate ve Hakk’a dayanan ilimdir. Bu gerçeği kabullenmeyenler, profesör dahi olsalar, câhildirler. Ebu Cehil, bunları temsil eder. Cehâletin içine yüce Allah Teâlâ’yı bilmemenin yanı sıra, yanlış bilenler de girer.
Bilgi nedir? Bilginin mâhiyeti nasıldır? Neyi, ne çaplı bilmeliyiz? Bildiğimiz şeylerin doğruluk ölçüsü nedir? Duyularımızla elde edilen bilginin sağlık derecesi nedir? Akıl ile bilgi arasındaki ilişki, nasıl olmalıdır? Bu tür soruların cevâbı, zihni hep meşgul etmiştir.
Bâzılarına göre, yalnızca duyu organlarıyla bilinebilen bilgi hakikattir. Bunlar görünürde akıl yoluyla elde edilen bilgiyi, hakikat olarak kabul ederler. Aklın kabul etmediği şeylere, inanmazlar. Kimileri de rüya, ilham ve sezgi yolunu, bilgi kaynağı olarak kabul eder, diğer yolları reddederler. İnanan insanlar bilgi kaynağı olarak vahyi, dolayısıyla Kur’ânı Kerim’i kaynak ve onun yüce Peygamberini ölçü olarak alırlar. Nitekim bu şu âyette belirtiliyor: “Size kendi içinizden âyetlerimizi okuyan, sizi (kötülükten) temizleyen, size Kitap ve hikmeti öğreten, size bilmediklerinizi bildiren bir Resul gönderdik.”[6]
Mesele bu kadar net ve açık iken, iman eden insanlar her müşküllerinin çözümünde, Kur’an verilerini, Peygamberî sünnet ölçülerini, temel kaynak olarak almalıdır. Bir Müslümanın bilgi boyutu, duygu boyutu ve amel boyutu olmak üzere, üç boyutu vardır. Bu önemli üçlüde amel yâni davranış boyutu, bilgi ve duygu boyutunun neticesinde ortaya çıkar. Bilgi boyutu hiç olmayan kişiden ya da az olandan, elbette doğru davranışlar ortaya çıkmaz. Bilgi ve duygu boyutu güzel olanlardan, güzel davranışlar (=sâlih amel) ortaya çıkar. Bu üç özellik ne kadar güçlü ve ölçülü ise, kişinin kulluğu da o derece güçlü, amelleri kâmil boyuttadır. Bu üç özellik kişide ne kadar zayıf ise, o kişinin kulluğu da o ölçüde zayıf, davranışları dengesiz ve ölçüsüzdür. Bu sebeple bu üç özelliğin hepsini ayrı ayrı dengeli bir şekilde besleyerek, güçlendirmek lâzımdır. Bilgisiz, duygusuz ve amelsiz kişi ne yüce Yaratıcı’dan, ne de çevresi tarafından hüsnü kabul görür.
Yüce ve Aziz olan Rabb’imizden her dâim hüsnü kabul görmemiz niyazıyla efendim Cumânız mübârek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.