Asıl kavga…!
Konya’da namlı bir kabadayının oğluyum…
***
Ama o bunlardan bahsetmemi sevmezdi… Göçtü gitti, hikayesi de bize kaldı…
***
Her şeyin unutulup gitmesini, dünyaya hiç gelmemiş gibi olmayı çok isterdi… Çekilen onca yoksulluğun, acının, günahın altında ezilir giderdi…
***
Onun dünyasına bakmamıza bile müsaade yoktu…
***
İzin vermez, milimetrik özenmelerimize bile asla müsamaha etmezdi… Kocaman cezaevi duvarlarının arkasından sevdim ben önce babamı… Ateşlendiğim gecelerde bir hayal gibi o duvarları aşar gelir, “Karam sık dişini” derdi…
***
Sayıklarmışım “Babam geldi” diye…
***
Ah o telaşeli akşam ezanları…
***
Çocukluğumun büyük bir bölümünde hüzündü o ezan …Babaların işlerden eve dönme zili gibiydi sanki… Evlere dönen babaların ardındaki çocuklar, sokak lambasının altında, kan kardeşliğimizi, arkadaşlığımızı bir anda satar giderlerdi babalarının ardından…
***
Tam o sırada sokağa ipek gibi bir merhamet yayılırdı, “Annenin sesi…” Olup bitenimizi hep gözetleyen, tam zamanında kalp kırıklarımızı sanki 404’lerle yapıştıran bir anne…
***
Mert bir kadının elinde büyüdüm…
***
Gündüz babaydı başımızda, gece ise korkusunu, ürpertisini uzaklara bakarak, yutkunarak saklayan bir anne… Kavgalardan en çok zarar gören, en çok canı yanan bir anne emzirdi beni…
***
Kavga etmeyi babamdan öğrendim…
***
Ama hiç yumruklarımı kullandırmadı bana…
***
Fazla kelamı sevmezdi…
***
Belki de az konuşabildiği için haksızlıklar karşısında kavga etmek zorunda kalıyordu…
***
Sonra kalemi verdi bana, kelam öğrenmemiz için, Kur’an Kursu, Kur’an Kursu gezdirdi…
***
Ardından İmam Hatip…
***
Arkadaşlarım bilir, hiçbir kavgadan korkmadım, haksızlık ve ekmesizlerden korktuğum kadar… Hangi kavganın içinde yüreğime bir korku salınsa, o hayal kuşatıverir beni hala ; “Sık dişini karam”
***
Biz kavgayı babamızdan öğrendik…
***
Kavga etmemek için, ömür boyu verilen asıl kavgayı…