Aşçıdan Mutfak Dersleri
Pek bi gençken, bilhassa misafire çıkaracağım yemekler, en basit bir börek çörek için bile Rabbime dua eder, gönül sultanlarından yardım isterdim; fakat yiyenlere afiyet şifa olmasından ziyade, elcağızımla sunulanlar mahcubiyetle kızarıp bozarmasın diye. Gerçi nazik konuklar da kan kusup, “kızılcık şerbeti içtim” diyenlerdendi.
Her neyse… Pirler sadece acemi gelinler değil, estirik yazarların işlerine de bazen yardım ederler. Bu yazının konusu da Hz Pir’den.
Giriş; Hz. Mevlâna’nın, onun insanı terbiye edip, pişirme sırlarını veren bir sevdalısından, Azim Cemal’den.
Yazar Azim Cemal, Hz. Pîr’in ilhamıyla onun meşhur “yemek için kaynayan nohut benzetmesiyle” ilgili bize tüyolar dersler veriyor:
“Başta, nohut acıdan şikâyet eder ve mümkün olduğu kadar çabuk bir yardım talep eder. Kaynama sayesinde yenebilir hale geleceğini, böylece daha büyük türlerin bir parçası olarak kaderine ulaşabileceğini anladığında, özgürlüğün kaynamanın altında olduğuna inanır. Kaynamanın büyümeye ve nihai kurtuluşa götürdüğünü anladığında ise şöyle der: ‘Beni biraz daha kaynat, bunu tek başıma yapamam.” ( Azim Cemal, Mevlana ve Sufi gibi Düşünmek )
***
Genellikle yaptığım yemekler ve yiyenler SOS verse de; nereden aklıma estiyse, neyim eksik, bir de ben sos yapayım dedim.
Tencereye malzemeleri saldım, pişirirken de derin düşüncelere daldım.
Acı biberle, tatlısını tencereye kattım; herhalde böylece hayatın acısı ve tatlısı birbirine karışıyordu.
Kokusuyla baş döndüren sarımsak da, sessiz sedasız sosuma gelin gitti, hoş bir lezzete büründü. İçinde eridi bitti.
Malzemeler ateşi gördükçe, isyanını arttırıyor, bilmem bana inat, sağa sola, yüzüme gözüme sıçramaya başlıyordu. Vah vah! Her bir parçanın da egosu, benliği vardı. Diretiyordu.
Damlalar göl olmadıysa da, etrafı kirletti. Yanmayı, pişmeyi hazmetmek elbette kolay iş değildi. Biz yine de iyi niyetle, neşeyle raks ediyorlardı diye suçu örtbas edelim, anlatıyı benzetelim.
Sonuçta ocağın ve tezgâhın üstü kırmızı noktalarla bezendi.
Yeni bir hava, kompozisyon ya da sanatkârane bir performans geldi.
Fotoğrafını çekmedim, olayı çizmedim ama bu ve benzeri resimlerle ilerde, entel dantel bir sergiye bile katılabilirdim.
Tabii iyi ki Eşim Bey bunu görmedi, hemen temizledim. Yoksa kırk yılın başı yardım için mutfağa girdiğinde, beceriksizliklerine bir araba dolusu lâf nasıl edecek, haşlayacaktım.
Şaheserimin içinde sert bir biber parçası, yerini beğenmemiş, özgür iradesiyle ikide bir başını kaldırıp duruyordu.
Uğraşmadım, onu da bir başka yemeğin içine attım, belki kendi dava arkadaşlarıyla buluşurdu; hayatın “acı gerçekleri” olarak girdiği yeri kavurur dururdu.
Piştikçe tatlanıyor, kıvamını buluyordu. Azıcık daha pişirdim. Fazlalıkları atıldı.
Bir miktar daha azaldı, birleşti, feryatlar dindi, “özleşti”. Şimdi âhenkli, hoş tıkırtılar, keyifli mırıldanmalar duyuluyordu.
Belki en nihayetinde yanık bir “gönül özü” kalıyordu.
Bilmem neden, tadını beğendim.
Sonra günün anlam ve önemine binaen nohut pişirdim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.