Arabulucu
“Yollar uzun, yollar ince / Yol kısalır aşk gelince / Yat kurban ol İsmail’ce / Bıçak senden incinmesin” dedi, Üstad Abdurrahim Karakoç; Allah rahmet etsin.
Yutkunmak, konuşmaktan daha etkilidir bazı zaman. Kelimeler ile ifade edilen dertler anlatılamıyor çoğu zaman. Bu da bir nevi kelime israfı oluyor pek çok zaman.
Kurbanlarımız ile bayram edeceğimize, bayramlarımızı kurban ediyoruz; değişmiş ve yozlaşmış kültürümüze.
“İbrahim’in sadakati kadar önemli İsmail’in fedakârlığı” dedi ihtiyar ve ekledi: “Feda edilecek can kendi canı olunca”.
Eski nesil ile yeni nesil arasındaki ara nesiller… Her iki neslinde dilinden anladığı için ve her iki nesli de bulabildiği için; arabulucu nesil.
Arabulucu gibiyiz; içinde bulunduğumuz zaman gereği, yaşımızın icabı gereği. Geçmişini özleyen ihtiyarlar ile yeni alınan elbiselerine sevinen çocuklar arasında... Bir tarafta eskiyi özleyenler, bir tarafta ise yeni elbiselerine, eve alınan şekerlere ve bütçe tahmini yaptığı toplayacağı bayram harçlıklarına sevinen çocuklar…
Bu arada biz de boş durmuyoruz ve kendimize göre güzellikler oluşturmaya çalışıyoruz. Özellikle arife günü; şehrin en kalabalık ve en eski çarşısında taze çekilen ve kokusu tüm alanı kaplayan Türk kahvesinden almak gibi.
Arabulucu olan bizler belki ihtiyarlar gibi eskiye özlem duymuyoruz, belki bayramın gelişine de çocuklar kadar sevinmiyoruz ama içinde bulunduğumuz durumlardan bazı hasletler bizi de üzüyor, bizi de yaralıyor.
Bayramların dini bir vecibe olup insanların mutluluklarını katlaması gerekirken; bu sürecin tüketim çılgınlığına dönüşmesi rahatsız edici oluyor.
Tüketim çılgınlığında sadece malların değil, bayramların da tüketilmesi daha çok rahatsız edici oluyor.
Canımızı gerektiğinde Hak için feda etmenin provası niteliğindeki bu bayramı, bir tabak kavurma ve bir senelik et ihtiyacı stoku seviyesine indirilmesi rahatsız edici oluyor.
Prova niteliğindeki bu bayramda malımızı kurban ederken, aslında manevi değerimiz olan bayramımızı kurban etmek rahatsız edici oluyor.
Bizlere sadece fedakârlığı değil aynı zamanda merhameti de uygulamalı olarak öğreten bu bayramda gördüğümüz vahşilikler rahatsız edici oluyor.
Bayramlarda samimiyetin önemi, gönüllerde muhabbet ile geçmesi gerekirken; kurban edilen hayvanın et verimi, dillerde hunharca katledilen kelimeler ile geçmesi rahatsız edici oluyor.
Allah için yapıldığı iddia edilen ibadetin, ağızlardan kaçan “çocuklar dışarı bakmasın” sözü ile suçüstü yakalanan insanlar rahatsız edici oluyor.
İbadetlerimizin; kasaplar başta olmak üzere bazı meslek gruplarının harmanı olarak görülmesi rahatsız edici oluyor.
Değerlerimizi ihya etmek, büyüklerimizin gönlünü almak için bize fırsat olan bu bayramların tatil için kullanılması rahatsız edici oluyor.
Tüm bu rahatsız edici hadiselerin içinde yine de bir umut var…
Hayvan pazarlarında; cambazlar ile yapılan sıkı pazarlıklar… Çarşı ve pazarlarda şekercileri, giyimcileri, ayakkabıcıları çocuğu ile gezen aileler… Gurbette yaşayan ve memleketine gitmek için heyecanla hazırlık yapanlar yeni evli çiftler… Başucunda; yeni aldığı elbiseleri ile uyuyan çocuklar… Bayram sabahı ailesine ve misafirlerine ikram etmek için heyecanla yemekler, pastalar ve tatlılar hazırlayan anneler… Dedesinin kestiği kurbanın kanı ile çocuğunun alnına nokta işareti koyan babalar… Ninesinin yaptığı kavurmayı daha yarı çiğ iken aşırıp karnını doyuran sonrada karnı ağrıyan afacanlar… Boğazından geçmeden fakirin boğazından kurban etinin geçmesini sağlayan erdemliler…
“Tüm umudumuz bunlardadır” dedi, arabulucu.
Bayram sonu ayrılık baş gösterince sordu arabulucu: “Bundan sonra ne yapacaksın?”. “Geçmişi özleyeceğim” dedi, ihtiyar.
Bir de şöyle düşünün: “Ezan okunmaya başladığında, en sevdiğin türkünün çalmaya başlaması ile radyo ne hisseder”.
“O anda radyoyu kapattığında” dedi ihtiyar; “sevdiğini kurban ettin gitti”.
Kurban bayramımız mübarek olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.