Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

13. Asr-ı İstanbul'unda iftar yemeği

13. Asr-ı İstanbul'unda iftar yemeği

Bu günkü yazım nostalji olan evlerde iftar davetlerini yazacaktım ama…

Ramazan içinde son yazım olacağı için bu anlatımı Face bookta yapıp sizlere 13. Asr- hicri de davetli  iftar yemekleri nasıl oluyordu?

Bunu anlatmak istedim…

***

yıllar evveli İstanbul ‘da ki yaşamım sırasında, Süleymaniye kütüphanesin de rastlayıp not ettiğim “ Balıkhane Nazırı Ali Bey” in yazılarını yazdığı…

1922 yılında yayınlanan Peyam-ı Sabah ve Alemdar gazetelerinde yayınlanan “On üçüncü Asr-ı Hicri’de İstanbul hayatı” dizisinden parça olarak “…İftar yemeği” başlıklı yazısını sizlere sunmak isterim.

***

“İftar sofrası ve İftar edecekler  çevrelenmiş bekliyor...” diyerek başlayan Merhum Nazır Ali Bey, İftar  anı ve sonrasına ait yazılımları ile anlatmaya devam ediyor.

***

“Top atılmasıyla beraber oruçlar açılır, o mükellef sofraya bir hücumdur başlar;

Çorbalar, Yumurtalar, Etler, Börek ve Tatlılar birbirini takip ederdi

Beldemiz âdeti gereğince, hele Ramazanlarda yemeklerin çokluğu, misafirlerin ağırlanmasına bir ölçü kabul edildiğinden, yemeklerin arkasının alınmasına kadar beklemek tiryakilerin işine gelmediğinden, çoğu özür dileyerek sofradan kalkardı.

Vekil, Vezir ve büyüklerin Konaklarının çoğunda yemeğe ara verilmek usulü kabul edilmiş bulunduğundan, İftar vaktine birkaç dakika kala, hazır bulunanların önüne, ufak tepsilerde Reçel, Peynir, Zeytin gibi kahvaltı ve bir iki kâsede çorba konulurdu.

İftardan sonra. Nargile, Çubuk. Kahve, Enfiye vb. gibi şeylerle keyifler yerine getirilirdi. Mükellef giyinip kuşanmış olan İç ağaları, hizmete hazır bir durumda beklerdi.

Gerçi yemekten önce ve sonra, Leğen ve İbriklerle Elleri yıkamak adet ise de, yemeklerin ellerle yenilmesi çirkin görüldüğünden, sonraları yavaş, yavaş Çatal Kaşık bulundurulması da yaygınlaştı.

***

Vaktiyle Öd ve Amber yakılarak, Her tarafı kokulara boğmak Adetti.

Büyük daireler de Kahve, Çubuk gelmesinde de bir çeşit teşrifat vardı. Evvela Çubuklar uzun olmak ve kıymetli Kehribar ve süslü imamelerle bezenmiş bulunmak, mevcut misafirlere bir anda verilmek şart idi.

Hatta Hariciye teşrifatçısı Kamil Bey, hizmetkârların Çubuk getirmesinden kinaye “Bu Kargılı heriflerden ne zaman kurtulacağız?” derdi.

Kahve takımını dairenin Kahvecibaşısı getirip, odanın uygun yerinde durur, kahve ibriği, soğumaması için “stil” denilen gümüş zincirli ateşliklere konurdu. bu stili taşıyan yamak da Kahveci başının yanında bulunurdu.

Ne kadar misafir varsa o kadar ağa(!) Kahveci başının çevresine dizilirdi.  Tepsinin üzerinde bulunan sırmalı örtüyü kıdemli iç ağası kaldırıp Kahveci başının omuzuna kor, sonra ağalar kafesli gümüş zarflarla fincanları alıp, ateşlik üzerinde bulunan ibrikten kahveyi koydurup, zarfın altından tutmak şartıyla yine bir anda misafirlere verirlerdi.”

Nazır Ali Bey sofrada ki  olanları böyle geçtikten sonra, bir diğer sofra anlatımına geçiyor..

         MUSTAFA PAŞANIN SOFRA VE YEMEĞİ

“Mısırlı Fazıl Mustafa paşa dairesinin İftar ve Sahur ziyafetleri, gerek Ramazanlar da, gerek diğer günlerdeki yemekleri, diğer vekillerin dairelerin de çıkan yemeklerin hiç birisine benzemez. Çünkü, Türk aşçısı, Frenk aşçısı, yemeklerinden başka, diğer deniz mahsullerinden., Kilerci başı birtakım yemekler daha hazırlardı.

Yemekler gayet lezzetli, kaplar büyük ve porsiyonlar çoktu.

İftardan başka, Sahur yemekleri de, konuşulmaya değer. Dana, Hindi ve av etlerinden yapılmış soğuk yemekler verildiğinden, birçok kişi Sahur yemeğine de giderdi.

Mustafa Paşa dairesinde, Usta, Kalfa ve çırak olarak kırk beş Türk aşçısı olduğu ve o nispette Alafranga ve Kadın aşçıları bulunduğu ve hele Karanfil Kalfanın harem de pişirdiği yemeklerin lezzeti, o zamanları bilenlerin malumudur.”

***

Bu günkü el üstünden olanlar bir tarafa, kendilerince yapılmakta olan iftar yemekleri ile kıyaslamak zor olur herhalde!..

Hele o zamanların konak sahiplerinin bizzat kendi keselerinden yapmasıyla manevi durumunu da(!) düşünürsek!..

Görebilmek ne gezer o İftar ve yemeklerini.

Sadece hatıralarını okuyoruz yazıyoruz…

***

Mübarek zamanın son demlerini yaşıyoruz. Çocukluk günleri teravilerde başlanırdı güzel sesli ve makamı bilen müezzinlerce. Cami içini çınlatan dinleyenlerin gözlerinden yaş damlatan “Elveda ey şehr-i Ramazan” naat’ı (methiye-övgü) okunurdu. Herhalde bu günlerde de olabilmekte.

***

“Elveda bizden sana ey şehr-i rahmet elveda
Sen gidersen yaktı bizi nar-ı firkat elveda
Geldiğin vakit yer gök, ahali cümle melekler sevinir
Gittiğin vakit ağlaşıp, çağrışırlar elveda
Hoş sefalar vermiştir bize vaslın şerbeti
Çünki gittin, fırkat ettin ah hasret elveda
Nurunla zeyn olurdu cümle mescitler tamam
Zikr, tespih hem teravih gitti bunlar elveda
Konuğunduk birer ay, şimdi terk ettin elveda
Minareler kargıda zar-ı giryan elveda
Gündüzün iyd idi bize gecelerin kadirdi
Gafletile çıktın elden can, canan elveda
Zi saadet şol kula kim seni hoşnut etti
Sen gidersen hoş sefalar tuttuk biz hak emrini
Yine kaldık hasretle zar-ı giryan elveda
Açılır cennet kapısı, örtülür nar-ı cehennem
Ey mübarek ferd-i âli şehr-i gufran elveda
Lütuf kıl, bizden şikâyet etme varıp hasret
Gerçi biz kullarda çoktur cümr-ü isyan elveda
Ya ilahi sen bu Mesced kavminin günahını
Lütfunla sen bağışla padişahım elveda”

***

Tüm Müslüman alemi ve din kardeşlerimin Mübarek Kadir gecesinde dualarımızın kabulünü diler, Ramazan bayramını tebrik eder Sağlık ve esenlik içinde sevdikleri ile yaşam ve bayramlar dilerim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi