Ulemanın Ümeraya Otoriterliği
Müslümanlar arasında devlet millet hayatında ulema, ümera ve fukara olarak adlandırılan üç sınıf insanın var olduğu kabul edilir.
Bu kabulden yola çıkarak da ulema bozulunca din elden gider, ümera bozulunca devlet elden gider, fukara olarak kastedilen dervişler bozulunca da ahlâk elden gider şeklinde bir deyim oluşmuştur.
Yukarıdaki ifadedeki bozulma konusunda gelince ümerayı bozan hususun adaletsizlik, ulemayı bozan hususun dünya hırsı ve fukarayı bozan husus ise ikiyüzlü ve riyakâr olmaları olarak açıklanır.
Müslümanlar arasında zaman zaman ümeramı ulemaya tabi olacak, yoksa ulema mı ümeraya tabi olacak cinsinden tartışmalar yaşanmaktadır.
İslam ümera merkezli bir din değil aksine ulema merkezli bir yapı oluşturulmasını ister diyenler olmuştur.
Diğer taraftan bir kısım insan ise aksi düşünce olarak İslam hayata uygulanan bir din olması nedeniyle ulemaya nispetle ümeranın emir ve yasakları baskın olması dolayısıyla ulema ümeraya tabi olacaktır şeklinde düşünenlerde olmuştur.
Bu iki görüş geçmişte olduğu gibi bu gün de, yarın da tartışılacak hatta farklı bir düşünce ile üçüncü bir görüş de ortaya atılabilecektir
İslam tarihi boyunca ulemanın ümeraya otoriterliğini iddia edenler Hz. Peygamberimizin(sav) seçilmiş sahabelerine(ra) karşı özellikle Raşid Halifeler(ra) döneminden sonraki zamanlarda devlet başkanı olanlar tarafından yapılan haksızlıkların toplum nazarında kabul görmemesini örnek olarak göstermişlerdir.
Ümeranın ulemaya otoriterliğini öne sürenler ise yine Peygamber Efendimiz(sav) döneminde düzenlenen seriyyelerin yönetiminin Sahabe neslinden(ra) bilgi sahibi olanlara değil de ümera olarak seçilenlere verilmesini örnek göstermişlerdir.
Burada fukara olarak ifade edilen dervişlerin bozulması ise çoğunlukla ulema ve ümera arasında farklı zamanlarda yaptıkları farklı tercihler nedeniyle olduğuna inanıyoruz.
Ulema yanına geldiklerinde dünyalık ile ilgilerinin olmadığını söylemelerine rağmen ümeranın yanına gelince dünya hırsının öne çıkması sebebiyle dünyalık makam hırsı, mevki talepleri ve rızık endişesi ile yaptıkları ikiyüzlü davranışları ahlaki kabullerini ayaklar altına almalarına ve hepten yok olmasına neden olmuştur.
Dervişlerin bu davranışlarını altında yatan sebeplerden bir diğerinin yer yer ümeranın ulemaya baskın oluşu olsa da sonuç yine değişmez.
Esasında hem ümera hem de ulemanın yönetimde yer almalarındaki aşırı istek ve arzunun toplumdaki umumi bozulmaya sebep olduğuna inanıyoruz.
Şimdilerde Hz. Peygamberimiz(sav) den sonraki Raşid Halifeler(ra) dönemi sonrasındaki Emevi ve Abbasi dönemlerindeki bozulmayı gündeme getiren ulema ve ümeranın da aynı sebeplerden dolayı kendilerinin de içinde bulundukları bozulmayı gündeme getirmediklerine inanıyoruz.
İslam tarihinde ne zaman ümera ulemadan icazet almayan hiçbir uygulamayı geçerli kılmadı ve ne zaman ulema ümeranın İslâma uygun davranışlarına şartsız bir şekilde uydu ise toplum yücelmiş ve insanlar rahat ve huzur içinde olmuşlardır.
Ama ulema ne zaman eski dönemlerdeki verilen yönetime dair icazetleri kendileri için geçersiz saymış ve yeni aldıkları kararların uygulanmadığı düşüncesi içinde olmuşlar ise toplum o zaman ulema ve ümera arasındaki kargaşadan etkilenmiş ve çöküş başlamıştır.
Ya da aksi bir durumda siyaset baskınlığını öne çıkararak ümera bazı âlimlerden uyguladıkları siyaseti meşrulaştırıcı yeni yeni fetvalar alarak bir yönetim şekli oluşturmaya çalıştıklarında yine toplum ulema ve ümeraya olan güvenlerini kaybettiklerinden yine çöküş dönemi ortaya çıkmıştır.
Batı toplumlarında orta çağlarda meşruiyet kaynağı olarak kabul edilen kilisenin yanlışlarına karşı tepki olarak ortaya çıkan ve meşruiyet kaynağını zorbalıkla da olsa, demokratikte olsa devleti ele geçirenin meşru hâkim güç olduğunu kabul eden görüşün yanlışlığını kabul eden Müslüman toplumlar ise nerede ise ayağa kalkamayacak ölçüde bir çöküş yaşamışlardır.
FARKINDA MIYIZ?
Ulema ve ümeranın yönetim konusundaki aşırı isteklerinin tuğyana dönüşmesi toplumun sapmasına, modern cahiliyenin şirk oyunlarının insanlara cazip gelmesine ve hevalarının nerede ise ilahlaşmasına sebep olmuştur.
Ulema sınıfında mutedil durum olarak görülen tasavvufi yapılanmalar ise ümmete rahmet ile öncülük yapacak bir yapı oluşturamadığı için toplumdaki yozlaşma artarak devam etmektedir.
Son yıllarda Kuran İslamını savunduğunu iddia eden akademik çevre başta olmak üzere zihni bir sekülerleşme ve laikleşme temayülüne giren kişi ve kurumlar ise maalesef modern cahiliyenin askerleri gibi hareket etmektedirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.