Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Tarih Eğitiminin Sorgulanması

Tarih Eğitiminin Sorgulanması

Ülkemizde târih eğitiminin doğru ve bilinçli bir şekilde insanlarımıza aktarılması her zaman ülke menfaatinedir. İlköğretimin en alt basamağından en üst katmanlarına kadar bu eğitim düzeyli olarak teknik donatıları da katarak seviyeli bir şekilde insanlara verilmeli. Ayni zamanda bu öyle şuurlu bir tarzda olmalı ki kişiler ilerde hangi meslekleri icra ederlerse etsinler ülkelerinin meselelerini bilmek adına bu onlar için yapılan büyük bir kazanım olmalı. Zira târihini bilen, geçmişini bilir. Ancak doğru târih bilgi donatılarına sâhip insanlar memleketlerine istenilen düzeyde hizmet verebilirler. Fakat gerçek şu ki; ülkemizde özellikle orta eğitim seviyesinde yürütülen târih eğitim ve öğretimi gâyet yetersizdir.
Orta öğretim kurumlarından, yetersiz bir târih bilgisiyle üniversitelere gelen öğrencilerin târih bilgi ve kültürlerindeki yetersizlik, yazılı ve sözlü olarak kendilerini ifâde edememe, Türkçe dilbilgisi kurallarının lâyıkıyla kullanılamaması hususlarında öğrencilerin eksiklikleri tüm üniversite hocalarınca mâlumdur. Dahası okumayan, araştırmayan, kendini geliştirmeyen sâdece sanal âleme kendini teslim etmiş bir genç kitle var önümüzde. Yine okullardan çok ‘dershâneleri’n ölçüt alınması ve sınavlarda daha çok test usûlünün kullanılıyor olması (ki bu kaçınılmazdır) gibi sebepler eğitimi ve okumayı az emek harcayarak kısaltılmış bir havaya dönüştürülmesi gibi sebepleri, târih eğitiminin istenilen seviyede verilememesi nedenlerinden sayabiliriz.. Tabi bunların yanında daha farklı etkenler de var.
Bir kere bizim memleketimizde insanımıza uzunca süredir hep Fen Bilimlerinin gözde gösterildiği bir eğitim pompalandı. Sosyal bilimler hep geri plana itildi. Bu gerçekle yüzleşmeliyiz. İnsanlarımızın çoğunda gelecek dendi mi her zaman akla Fen Bilimleri geliyor ve sanki insanımızda Fen Bilimleri okuma takıntısı oluştu. Fen Bilimleri okuyan öğrenciler ortaöğretimden başlamak üzere üniversitede de târih okumazlar. İşte hata buradan başlıyor.
Halbuki tarih insanlar tarafından bilinmelidir. Zira târih geçmiştir, gelecek adına da en temel yatırımdır. Geçmişimizin kültürünü ve bilgisini bilmeden gelecek inşa edilemez. Bu sebeple eğitimin en alt basamaktan en üst basamağa kadar genel seviyede hem de doğru olarak târih ve sosyal bilimler kültürünün insanımıza verilmesi gereklidir. Kendi milletine ve kültürüne yabancı olanlar ülkesine hizmet edemezler. Aslında her Fen Biliminin altında sağlam bir Sosyal Bilim kültürü bulunmalı. Ülkesinin kültüründen habersiz doktorlar, mühendisler, bilim adamları memleketlerinin değerlerine önem vermezlerse sâdece mesleklerini yapmış ve karşılığında maaş almış olurlar. Böyle bir kişi yalnızca kendisi için çalışmış olur. Toplumuna yabancı kalır. Onun toplumuna hizmet etme diye anlayışı olmaz. Oysa bu büyük bir mutluluktur. Bugüne kadar bu ulvi fikir hep ihmal edildi. Bu fikrin gelişmesinde târih şuurunun etkisi epeyce fazladır. Günümüzde her meslek gurubu kendi menfaatlerine aykırı bir durum söz konusu olunca hemen ayağa kalkıyorlar. Mesela; yenilerde Sağlık Bakanlığında halk yararına yapılan bazı düzenlemeler doktorların maddi menfaatlerine dokundu. Buna doktorlar râzı olmadılar. Halbuki halkımızın haklarının iyileştirilmesini doktorlarımızda hizmet çerçevesinde kendileri kayıpta bile olsalar kendilerinden daha düşük konumda olanları tercih etmeleri onlardan beklenirdi. Tabi bu durum; ‘Halka hizmet Hakk’a hizmettir’ anlayışının benimsenmesiyle ancak mümkün olabilirdi.
Ama şükür ki onca olumsuzluğa rağmen halkımızın son günlerde târihe olan merâkı hayli artmıştır. Bu sevindirici bir gelişmedir. Ekranlardaki târihi dizilerin getirdiği tartışmalar insanımızı târihine, geçmişine sâhip çıkmaya götürmüştür. Bunu neticesinde tv kanallarının hemen her birinde târihçiler sohbetler, konuşmalar, oturumlar düzenleniyorlar. Bu programların halkın bilinçlenmesinde çok katkıları oluyor.
Geçmişin bilinmesi dâima daha iyi bir geleceğin inşâsına ışık tutar. Târihini bilmeyenler sağlam yârınları kuramazlar. İnsanın nasıl, nereden ve hangi kimlikle bugünlere gelindiğinin bilinmesi ona bundan sonra yürünecek yolda doğru bir duruş çizer. Eğer bu sağlanmadığı takdirde geçmişi görmeyen insan, târihi kendinden başlatır. Bu çıkmaz sokaktır ve aynen bugünkü gibi ‘ben’ merkezli egoyla şişirilmiş bir insan modelini ortaya çıkarır. Bu da vahim bir tablodur. Aslında vatandaşlara târih bilincinin verilmesi bir ülke meselesi olmalıdır. Vatansever insanlar bu şekilde yetişir.
Japonya ülke olarak kendilerine yapılanları ta en alt basamakta okula yeni adım atan öğrencilerinden başlayarak sürdürüyor. Japon yetkilileri öğrencileri götürüp Hiroşima’nın atıldığı mekanları gezdirip kendilerine yapılanları insanlarına anlatıyorlar. Ülkelerinin acı geçmişlerinin geçtiği yerleri bizzat göstererek canlı bir bilinç oluşturuyorlar. Belli aralıklarla insanlarına düşmanların tahrip ettikleri alanları ziyâretler yaptırarak târihsel bilinçlerini hep diri ve tâze tutuyorlar. Bizde de ayni çabaların kavrandığını ve bir süredir Çanakkale, Van, Erzurum gibi Kurtuluş Savaşı’nın cereyan ettiği mekanların öğrencilere ve halka rehberler eşliğinde ziyâretler yaptırılması güzel gelişmeler. Bunlar artarak devam etsin diliyoruz. Savaşların geçtiği alanların görülmesi insanımızı yapılan fedâkarlıkları düşünmeye sevk edecektir. Bu eğitimde târih bilincinin oluşturulmasına vesiledir.
Ancak târihin doğru anlatımında şimdiye kadar bâzı sıkıntılar yaşanmıştır. Târih oluşturulurken bir takım müdahaleler sonucu vâr olduğundan farklı mecralara taşınmıştır. Târihte yaşanan hâdiselerin doğru, bilimsel verilere uygun ve gerçekleri olduğu gibi yansıtılarak anlatılması, aktarılması Târih Bilimi için asıl hedeftir. Yoksa bâzılarının üzerlerine çarpı işâretleri atarak gerçek kahramanları târihten silerek târih oluşturulamaz. Kurtuluş Savaşına omuz vermiş isimli, isimsiz nice kıymetleri görmezden gelip İstiklal Savaşını sâdece birkaç kişiye endekslemek doğru bir netice değildir. İnsanlarımız ve gençlerimiz bugün kendilerine daha doğru bir târih sunulmasını istiyorlar. Neredeyse bir dünya İmparatorluğu kuran Osmanlı’yı da doğru anlamak istiyoruz. Daha açıkçası insanımız yalan söyleyen bir târih değil gerçeklerin gösterildiği bir târih istiyor.
Ülke târihleri konusundaki bu gerçekten hareketle genel tarih konusunda da ayni duyarlılığı görmek arzusundayız. Dünyâ târihinde bâzı kimlikler görmezden gelinmiş, yok saymak için çok çabalar sarf edilmiş. Bu hususlara da doğru bakmalı, hakikatler gizlenmemeli. Târihsel seyir içerisinde en çok Yahudiler, Ermeniler, Boşnaklar ve diğer azınlıklar târihten silinmek istenmiş. Bunu gerçekleştirmek adına târihe not düşülecek katliamlar yapılmış. Yine çeşitli etnik kökenlere sâhip topluluklara da ayni eziyetler revâ görülmüş. Müslüman Kürtler, Araplar, Çerkezler, Lazlar, Abazalar görmezden gelinmiş. Bu gerçeklere sırt dönülerek târih yazılamaz. Bütün bunlar târihsel bir bütünlük içerisinde insanlık târihinin bir parçası olarak hakikatleri çarpıtmadan her türlü dışlamalardan âri kılınarak târihsel süreçte yerini almalı.
Hayırla kalınız efendim. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi