Nesrin Ercan

Nesrin Ercan

Asrın Felaketi

Asrın Felaketi

Artık hiç bitmeyecek bir gün başladı bugün.

Gecesi, sabahı, ortası bilinmeyen, sonrası olmayan, sonu gelmeyecek olan bir gün başladı.

“ Unutmak” kelimesini anlamsızlaştıran, unutmayı unutturan, hatta imkansız hale getiren kayıp bir gün başladı. Donuk, soğuk, karanlık, yaşayanların değil, ruhların bile kaçıştığı bir gün başladı.

Saat 04.17… Akrep ve yelkovanın hareket etmemek için direndiği, ilerlememek için mücadele ettiği o an geldi. Her şeyin bittiği, aynı zamanda her şeyin başladığı, sıradanlıkların sonu, sonsuzluğun başlangıcı o an… Hiç durmadan akıp giden zaman, dizlerinin üstüne çöküp kaldı öylece…

* * *

İlk kez ne yazacağımı bilmeden aldım kalemi elime. Ne yazdıysam beğenmedi kalemim. Kelimelerim, yaşanılan bu acıyı tam olarak karşılayamamaktan çekindi, anlatamamaktan korktu. Bu yazıda varolmak istemediler sanki… Çünkü biliyorum ki, bu acıyı anlatabilecek bir söz ya da sözcük yok. Bu acıyı hissettirebilecek duyguların adı yok. Yeryüzünün, gökyüzünün, dağların, ağaçların, kuşların, kısacık ömürleriyle ölüme en yakın olan kelebeklerin bile ağladığı bu acıyı tarif edebilecek ne bir kalem var, ne de bir kelam…

Gözler bulanık ve dalgın, dil suskun, akıl durgun, kalp yorgun ve yangın yeri; sanki üstünden büyük bir kaya parçası onu ezip geçmiş gibi… sanki üzerine bir kor parçası bırakılmış gibi…

Ağlamanın, yakarmanın bile yetmediği, karşılık bulamadığı bir acı bu çünkü.

Büyük, çok büyük bir acı…

Öyle ki göğün kalbi çıktı yerinden, yerin nefesi kesildi. Dağlar yürüdü korkudan, Asi nehri unuttu kendini, sakinleşti… Yokluk yok oldu, varlık yok oldu. Canlar yok oldu. Hayatlar, hayaller, umutlar yok oldu. Anneler evlatsız, evlatlar annesiz kaldı. Sevinçler, sevdalar, mutluluklar yarım kaldı. Her şey yitip gitti.

Enkazdan çıkan küçük bir bebeğin gözündeki bir damla yaş kadar değeri, anlamı kalmadı hiçbir şeyin… Varlığı dahi hissedilmeyen, adı bile geçmeyen saniyeler, aldı götürdü her şeyi... Çaresizlik yağmuruna tutuldu şehirler. Gören, işiten, yürüyen, konuşan ama asla yaşamayan insanlarla doldu sokaklar…

Gerçekten, insan aklı idrak edemiyor bunu. “ Nasıl? “ diyor. Nasıl?

İnsan böyle bir acıya nasıl dayanabilir?

Sesini duyup yardım edememek, elini uzatıp çekip alamamak… Nerede, ne halde olduğunu bilmemek. Zaman geçmesine rağmen ondan en ufak bir ize rastlayamamak, belki de gözlerinin önünde kaybolup gidişini izlemek, son anlarına şahit olmak…

Bu, yalnızca Allah (c.c.) ‘ tan başka sığınılacak bir yer olmadığını bilenlerin kaldırabileceği bir yük, sabrın elinden tutarak dayanılabilecek bir imtihan.

Evet. Aradan aylar geçti. Bu acıyı hep sırtında taşıyan zorlu günler geçti. Mübarek Ramazan ve bayram geçti. Onca şey yaşandı. Unuttular mı? Hayır. Unuttuk mu? Hayır.

Her şey ilk günkü gibi. Acılar dün gibi taze. Yaralar hala kanıyor. Eminim dualarımız hala onlarla. Çünkü ancak bu sayede tutunabiliriz. Çünkü biliriz ki; biz, “ biz “ olursak bakiyiz, biz, “ bir “ olunca mukavimiz. Biliriz ki, biz ancak birbirimiz olunca varız. Gün gelir Maraşlı oluruz, gün gelir Antepli, gün gelir Hataylı oluruz, Konyalı, İzmirli, Malatyalı oluruz. Ama hep tek vücut!

Ayrılmayız. Ayrışmayız. Yılmayız. Dağılmayız. Şüphe etmeyiz birbirimizden. Ağlayana dayanak olur, düşene aynı anda koşarız hiç düşünmeden. Kalpten kalbe gözle görülmez sırlı yolların olduğunu bilir ve bunu hiç unutmayız.

İçimizdenmiş gibi, bizdenmiş gibi görünen “ akıl garibanları “ na rağmen.

Bünyesinde insanlığa dair zerre bir şey bulunmayan, sahip olduğu sıradan şeylerle, kendini toplumun büyük bir çoğunluğundan üstün kabul eden, iyiliği ticaret gibi gören pasif zihinlere rağmen biz, Yunus Emre fikriyatıyla yaradılanı, Yaradan’ dan ötürü kıymetli biliriz.

Bu milletin bir ferdi, bu vatanın evlatları olmaktan da onur duyarız daima.

Nedense şahit olduğumuz bazı talihsiz şeyler; bana, geçen yıl kaleme aldığım ilk yazımdaki bir cümleyi hatırlattı:

“ İnsanca yaşamak bir lütuf, insan kalabilmek ise nasip işidir. “ demiştim. Bunu tekrardan anımsamak çok da şaşırtmadı açıkçası..

Son olarak da, bir yerlerde okuduğum ve de bende iz bırakan bir anekdotu sizlerle paylaşmak isterim. Şöyle diyordu:

“ Merhametsiz olan herkes kaybedecek.

Her gün bir şeyini, bir gün her şeyini. “

‘Herkes’e dahil olmamak, insanlık vazifesinden feragat etmemek duası ile…



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nesrin Ercan Arşivi