Sohbet tadında
“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d Suresi 28)
**
Bu hafta gelin hep beraber sohbet tadında bir yazıya imza atalım. Etrafımızı sessizce gözlemleyip dünyanın telaşında akıp giden hayatlara bir bakalım. Herkeste bir telaş, bir koşuşturma. Hedefi neresi, gayesi ne belli olmayan bir mücadele. Peki, nereye bu yolculuk?
***
Dünya sanki bizi içerisine hapsetmiş, bırakıvermiyor. Hükmü ebedi olan bir mahkûm gibiyiz nedense. Bizi sarıp sarmalayan bu döngüden sıyrılıp çıkmak, gönül ferahlığına kavuşmak, sakin bir hayat yaşamak herkesin ideali olmuş. Ama kabuğundan sıyrılıp çıkan çok az nedense. Hep bir amalarımız, nedenlerimiz, çünkülerimiz var.
**
Bizi bize bağlayan birçok neden. Nedensiz “soruların” içinde, nedensiz “sorunlarla” mücadele eden bir anatomiye sahip bedenleriz. Bu hayattan beklentin nedir? Diye sorarsan insanlara elbet hepsinden farklı farklı cümleler duyarsın. Kimisinin beklentisi para, kimisinin ki araba, kimisinin ki ise huzurdur.
**
Peki, gönlün ferahlamasının, iç huzura kavuşmasının anahtarı nerededir? Bunun cevabı aslında uzağımızda değildir. Hemen yanı başımızda saklıdır. Bu sorunun cevabını bulmak için uzak diyarlara yolculuk etmeye de gerek yoktur.
**
Ra’d Suresi 28.Ayet-i Kerime bize ışık tutmakta ve şu şekilde seslenmektedir : “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
**
Huzurun, mutluluğun kaynağı aslında bize bizden yakın olan, bizi bizden iyi bilen, bizi en güzel bir şekilde yaratandır. O’da diyor ki, geçici olan dünya hayatına kendinizi kaptırmayın, bu dünyanın geçici olan süsüne, şanına aldanmayın. Bu da gösteriyor ki dünyanın peşinden koşan her kim olursa olsun bu güne kadar asla dünyayı yakalayamamıştır. Dünyaya sırtını dönenler ise hep kazanmıştır.
**
Söylediğimiz gibi bugün sohbet tadında bir yazı kaleme alalım istedim. Biz bize içimizden geçenleri ortaya dökelim. Yüreğimizde sakladıklarımızı, korkularımızı, heyecanlarımızı paylaşalım.
**
Bu dünya döngüsü içerisinde üstlendiğimiz rollerimizi düşünelim mesela. Biz kimiz? Şu an hangi rolü oynamaktayız? Çocuk mu? Baba ya da anne mi? Dedemi? Patron ya da işçi mi? Memur ya da amir mi? Nerede ve nasıl durmaktayız?
**
Rolümüzün hakkını veren biri miyiz? Yoksa değil mi? İşin özü aslında hepimiz birer kuluz. Yarın tekrar dirildiğinde hiç kimsenin üzerinde bir yetkisi kalmayacak, sadece annesinin ismiyle çağrılacak bir “insan” olarak dirilecek herkes.” Falanca oğlu/kızı falanca” gel bakalım! Bu senin hesap defterin denecek. O kadar. Aslında içimizde yatan, özümüzde barındırdığımız telaşımızın altında yatan budur. Hesap defteri hangi elimize verilecek?
Selam, dua ve muhabbetlerimle…