Sabreden kazandı!
Torku Konyaspor'un oynadığı futbolun karşılığı değildi ilk 45 sonunda soyunma odasına 2-1 geride gitmek...
Maçı 2-0 geriden getirip 2-2'ye bağlamak, kazanmak kadar değerli olacaktı...
Olmadı...
Şu bir gerçek ki, maçı sabreden taraf kazandı...
“Hoşlanmadığına sabretmedikçe, hoşlandığını ele geçiremezsin” demiş düşünen bir adam...
Golü atıncaya kadar takımına hiçbir katkı koymayan, dahası takımının bir eksik oynamasına neden olan Fernandao'nun saha durmasının bile işe yarayacağına inanan Şenol Güneş, bu oyuncuya sabretmenin mükafatını maçı kazanmakla aldı...
Tabi ki seyirciyle “dalaşan” Volkan'a da...
Djalma ve Torje'ye sabredemeyen Aykut Hoca ise aceleciliğinin ya da skoru koruma içgüdüsünün bedelini ağır ödedi...
Hem de iyi oynarlarken, hem de topu rakip kaleye en kısa yoldan götürürlerken, bu iki oyuncuyu kenara alması, kendi ayağına kurşun sıkmak gibi birşeydi...
Kulübeden gelenlerle ilgili ne diyebilirim ki?
Aykut Hoca, “Yaptığımız oyuncu değişiklikleri takımın fiziksel seviyesini yükseltmeye yönelikti. Ancak bu işe yaramadı” diyerek, kulübeden gelenlerin takıma bir katkı koymadığını itiraf etmiş maç sonu basın toplantısında...
Kocaman, “sadece saha değil, kulübem de yetersiz” demeye getirmiş...
Haksız da sayılmaz...
Recep Aydın, Benjamin Fuchs ve Barış Örücü...
Bunlar genç oyuncular...
Oyunu “tutma”ya ve skoru “koruma”ya yönelik bir hamleydi Kocaman'ın Recep, Fusc ve Barış hamlesi...
“Tutma”dı...
Hakkını yememek lazım Torku Konyaspor'un...
Bursaspor'a göre daha doğru oynadı, daha organize ve daha ne yaptığını bilen taraftı...
Ama oyuncudan bozma kaleci Belec'in maç boyunca “çuval”laması, Bursaspor'un işine yaradı...
Bursaspor'un ilk 2 golüne bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz!
Üçüncü golü saymıyorum, çünkü kollektif yapılan hatalar zincirinin ürünüydü Volkan'ın getirip, Fernandao'ya attırdığı gol...
Ve...
Aykut Kocaman'ın özellikle altını çizdiği erken gol yeme alışkanlığı ya da rakibin ilk kalemize geldiğinde sonuç alması...
Belki konsantre eksikliği, belki iyi hazırlanamama, belki takımın içinde bulunduğu kaotik ortam, belki de tesadüf...
Ya da hepsi...
Kimbilir...
Ancak, tesadüfle geçiştirilmeyecek kadar önemli bir sorun bu...
Bir zihin bulanıklığı var ortada...
Ve bu bulanıklığın acil çözülmesi lazım...
"Sebebini bir türlü çözemediğimiz ve anlam yüklemekte zorluk çektiğimiz şekilde Galatasaray maçından bu yana kalemize gelen ilk top gol oluyor. Bu maçta da böyle oldu” diye geçiştirmemek lazım...
Önce teşhis, sonra tedavi şart...
Bu da Aykut Kocaman ve Ahmet Şan başta olmak üzere teknik ekibin ve yönetenlerin işi...
Uykuyla geçirelecek bir hastalık olmadığı ortada...
xxx
Ve Hleb konusu...
Saha içinde ve saha dışındaki Hleb'i içine sindiremediğini biliyoruz Aykut Kocaman'ın...
Takımdan ayrılmasında bir sakınca görmediğini de...
Son haftalarda 18'e bile almaması, Aykut Hoca'nın onu kafasından sildiğini gösterir...
Keşke tercihini Hleb'i kazanma(k)dan yana yapsaydı...
Maharetli bir teknik adamın yapması gerekeni...
Takıma takviye konusunda zorlanan yönetimin elini zayıflatmamak, daha doğrusu taraftarların önüne atmamak adına Hleb'i elde tutmak ve yeniden kazanmak, en azından belki de ikinci yarının en iyi transferi olacaktır...
Kimbilir!