Motivasyonun beş ilkesi-1
Motivasyon / İsteklendirme / Güdülenme, bireyi hedefe doğru hareket ettiren içsel bir süreci ifade eder. Motivasyon, davranışı harekete geçiren biyolojik, duygusal, sosyal ve bilişsel güçleri içerir. İçimizdeki jeneratör diyebileceğimiz, içten gelen güç kesintiye uğrayınca devreye giren güçtür. Bu “güç” depolarını güdülenme konusunda oluşan kaynaklar/ilkeler olarak görebiliriz. Anlatmak istediğimiz, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Allah Teâlâ'ya amellerin en makbulü, az da olsa en devamlısıdır.” hadisi ışığındadır. Size motivasyonun ilkelerinden bahsetmek istiyorum. Bu amaçla beş jeneratör enerjisinden/kaynağı maddelendireceğim.
1 - Hedef: İnsanın bir hayali bir heyecanı bir hedefi olması gerekir. Karıncanın Kabe'ye ulaşma niyeti, hiç ölmeyecekmiş gibi çaba ve gayret içerisinde olmaktır hedef. Varılması gerekene karar vermek, çoğu zaman hedefin kendisidir. Kararlılık ve bu konudaki samimi niyet. Cenap Şahabettin’in kartal ve yılan örneğin de olduğu gibi; ‘zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir. Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir.’ Nereden, kimden geldiğimizi bilmeden, nereye gideceğimizi bilemeyiz. İşte bundan da önemlisi nereye gideceğini bilmektir. Nereden ve nasıl geldiğin kadar nereyi hedeflediğin ve nerede olduğun da önemlidir. Çoğu zaman insanlar geçmişte yaptıkları hatalardan ötürü hayıflanır. Yaptıkları veya yapmadıkları seçimler, tamamlanmamış hedefler, hayal kırıklıkları insanların moralini bozar. Fakat unuttuğumuz bir şey var; bunların hepsi dünde, geçen günde veya günler öncesinde kalmış şeyler. Bilgi ve umut olarak bugün, dünden daha farklı bir insan olmak, dahasını yaşantımıza kazandırmak azmi olmalı insanda! Muhammed Ali Clay (Profesyonel boksör) "Şampiyonlar salonlardan çıkmaz. Şampiyonlar içlerinde tutku, hayal ve amaç olan insanlardan çıkar" demiştir.
Mehmet Akif'in palto alacak parası olmadığı halde kendisine verilen parayı bir hedef uğruna reddetmesi bir hedefe vurgu yapar. Bunu hikaye edersek; Ve bir gün Meclis’te Âkif’in yakın dostlarından Balıkesir Mebusu Hasan Basri Bey’le karşılaşan Hamdullah Suphi, hoşbeşten sonra söz yarışmadan açılınca, gönderilen şiirlerden hiçbirinin kendisini tatmin etmediğini söyledi ve Âkif’i marş yazma konusunda ikna edip edemeyeceğini sordu. Hasan Basri (Çantay), Âkif’in ödülden rahatsızlık duyduğunu, böyle bir millî görev için ödül konulmuş olmasını bir türlü kabul edemediğini söyleyince, Hamdullah Suphi “Bu kolayca halledilebilecek bir meseledir” dedi ve hemen orada Âkif’e hitâben kısa bir mektup yazdı. Bu mektupta, şaire istenen şiiri yazmasının ‘maksadın husulü için son çare’ olduğunu ve endişelerinin giderilmesi için ne gerekirse yapılacağını söylüyordu.
Mehmed Âkif, beş yüz liralık ödül konusunda gerçekten çok duyarlıydı; en büyük korkusu para için yazdığının zannedilmesiydi. Hâlbuki İstiklal Marşı’nı yazdığı günlerde maddî bakımdan bir hayli sıkıntı çekiyordu.
Mehmed Âkif, ikna edildikten sonra Tâceddin Dergâhı’na kapanıp İstiklal Marşı’nı yazmaya başladı. Dostları onun evde, sokakta, camide, Meclis’te, uyurken, yürürken, yemek yerken âdeta bütün hücreleriyle İstiklal Marşı’nı düşündüğünü ve yazıp bitirinceye kadar tam bir istiğrak/o konuya, düşünceye dalıp gitme halini yaşadığını söylüyorlar. Hatta bir gece Tâceddin Dergâhında uyanmış, kâğıt aramış, bulamayınca kurşun kalemiyle yer yatağının sağındaki duvara marşın “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım” mısrasını yazmıştı. Meclis’te bile, hararetli müzakereler yapılırken, o bütün dikkatini bitirmeye çalıştığı marşın mısralarına vererek çevresinde olup bitenlerden habersiz bir halde sürekli yazıyor, müzakereler bitince daldığı âlemden uyanıyordu.
Mehmed Akif’in ‘kahraman ordumuza’ ithaf ettiği marş nihayet son şeklini aldı ve 7 Şubat 1921 tarihinde imzasız olarak Maarif Vekâleti ’ne teslim edildi. Bu, yarışmaya katılan 725. şiirdi. Yedi yüz yirmi beş şiir arasından Akif’inki de dâhil olmak üzere yedi şiir seçildi.
Ve 1 Mart 1921. Meclis’in ikinci toplantı dönemi. Bütün mebuslar yerlerini almış, localar da dinleyicilerle dolmuştu. Bu, bağımsızlık mücadelesinin tarihî günlerinden biriydi.
Hamdullah Suphi Bey, Mehmed Âkif Bey’in şiirini büyük bir heyecanla okumuştu. İstiklal Marşı’nın mısraları Maarif Vekil’inin gür ve etkili sesinden yükselirken Meclis alkıştan çınlıyordu. İstiklal Marşı’nın resmen kabulü 12 Mart 1921 tarihli oturumda gerçekleşti.
Mehmet Akif ise para ödülünü almak istemez. Yarışmanın şartnamesi uyarınca almak zorunda olduğu belirtilince, Mehmet Akif, parayı “Darül- Mesai” adlı bir yardım kurumuna bağışlar. Kendisi paltoya muhtaçken, istiklal hedefinde kararlılık göstermesi onu ve onun eserini değerli kılmıştır.
2 - Cesaret: Motivasyonun olmazsa olmazı ve bir insanın içindeki risk görüntüsü. Bahsettiğim cesaret, ister tehlike karşısında ister zor durumda akıl ve zekânın kullanılmasıdır. Alman Goethe’nin malını kaybeden hiçbir şey kaybetmemiş, onurunu kaybeden çok şey kaybetmiş, cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir demesi buna vurgu yapar. Yine Konfüçyüs da buna benzer bir şey söylemiş, bir insan parasını kaybederse hiçbir şeyini sıhhatini kaybederse hayatının yarısını, ümidini kaybederse her şeyini kaybetmiş olur. Ümit gelecektedir onu kovalayalım, onsuz bir hayat olmaz. Cesaretle dolu bir insan, inançla dolu bir insandır. Cesur olanın yolu da aydınlık olur. Olsa da tadı tuzu olmaz. Pörsümüş bir hayat yaşamaktansa içinde ‘ümit’i barındıran cesaretli bir yaşamı olmalıdır insanın. Cesurlar bir kere ölür, korkaklar bin kere demişler. Çoğu kez cesaretli bir adam, tek başına dev çoğunluktur. Gözü karalıkla cesareti karıştırmayalım. İçerisinde hedef olmayan bir hayal ya da atalım cesaret değildir. İnsan düştüğü yerden kalkabilmeli! Sürekli olarak başınıza gelen olumsuzlukları hatırlamak yerine, başınıza gelenlerden ibaret olmadığımızı düşünmeliyiz. Karşılaştığımız zorluklardan kurtulma biçimimiz, cesaretimizin düzeyini belirleyebilir. Karşılaştığımız zorluklar bizi düşürmemeli. Hayatta daha fazlasıyla karşılaşabiliriz ümidi hep olmalı. Üstad Necip Fazıl cesarete ne güzel bir örnektir.1 Cesaretli bir yapısı olarak kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri söylemekten çekindiği, korktuğu ortamlarda, koca yüreği ile gerçekleri dile getirmesi, tüm vücuduyla ve aklıyla cesur duruşa örnektir. Necip Fazıl karanlığa, cehalete ve sömürüye isyan eden, âdeta tek kişilik bir ordu gayretiyle canını dişine takıp, buna karşı duran mümtaz bir şahsiyettir.2
(diğer üç ilkeden bir dahaki yazımızda bahsedeceğim)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.