Recep Çınar

Recep Çınar

Konya'nın mübarekleri!

Konya'nın mübarekleri!

Mübarek Ramazan ayını geride bıraktık...

Bir daha ki Ramazan'ı görür müyüz, görmez miyiz, Allah bilir...

Bu Ramazan'da da iftar saatini önceki Ramazan'lar gibi Türbe Önü, Aziziye, Bedesten, Kapu Cami ve Kadınlar Pazarı civarında bekledik...

Kimilerinin “deli”, kimilerinin “veli”, kimilerinin de “meczup” dediği insanlarla, bazen de Sedirler'den eski arkadaşlarla iftar saatini doldurduk...

Bu meczupların içerisinde öyle güzel olanları var ki, tadından yenmez, öyleleri de var ki, şerbet olsa içilmez...

Bunlara bazen “Allah'ın Casusları” bazen de  “Naz Makamı” denilmiş...

Sevildiklerini anladıkları zaman yanınızdan ayrılmazlar...

Yüzleri güldürürler, zaman zaman da ibret alınmasına vesile olurlar...

Özellikle Ramazan'da Konya'nın meczupları Kapu ve Aziziye Cami civarında toplanırlar, memleketin hayırseverleri tarafından hemen hemen her gün iftara götürülür, sofraları şenlendirirler...

İftardan sonra da diş kiralarını almadan yerlerinden kıpırdamazlar, dahası üzerlerine tanklarla tüfeklerle de gelseniz “beyaz zarfı” ceplerine koymadan o sofradan kalkmazlar...

3-1-018.jpg

Güzel adamlardır...

Bazen çocuksu, bazen bilge...

Bazen de eli maşalı...

Genelde hepsi sevimli...

“Pöm Mehmet”de bunlardan birisi...

Eski mahalleden komşu olmamız hasebiyle de, bana karşı sevecen...

Kafaya gelirlerse soruma cevap verir, kafadan giderlerse, ayaklarının altına kırmızı halı da serseniz, kerpeten de olsanız ağzından bir tek kelime alamazsınız...

Mehmet böyle biri...

Tabi ki bir de bizim Hüseyin var...

O başka bir alem...

Onun kafada bir şey yok...

Günde dört mevsimi yaşayanlardan...

Dahası eserli takılanlardan...

Ama, iyidir...

3-2-025.jpg

Velhasıl “deliler” diye sıfatlandırdığımız “meczup”lar toplum içinde, başkalarını bilemem ama bana göre büyük bir boşluğu doldurmaktadırlar...

Onlar, ne korkulması gereken insanlardır ne de apar topar akıl hastanelerine yatırılıp derdest edilmesi gerekenlerdir...

Bence ne yaptıkları, nasıl hareket ettikleri, ne söyledikleri dikkate alınmalı, özellikle de söylediklerinden de ibret alınmalıdır... 

İşte bu “meczup”larla ilgili  “hikaye” denilen, ama yaşanmış bir olay.

SIRTINDAKİ ODUNLAR

Meczubun biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer, dolanır.

Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider.

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar.

Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını. Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan.

Nihayet biter namaz bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar. Herkes adama söylenmeye başlar. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar.

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:

Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczup melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar:

Âdetiniz böyle değil mi?

Ne âdeti?!” der hoca.

Cemaat de toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra. Derki meczup bu kez:

Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!”

Hoca şaşırır: Benim sırtımda da mı var? der.

Evet der meczup, “Hepinizin sırtı yüklüydü!”

Cemaatte bıyık altından gülüşmeler olur.

Meczup bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı. Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“Boş yok, boş yok hiç!..” diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! Aynen doğrudur dedikleri çünkü; kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca.

O da der ki: “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!”

Meğerse hocanın ineği hastaymış, öldü mü ölecek mi diye düşünürmüş namazda.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Recep Çınar Arşivi