Konya Basın Emekçileri!
Konyaspor’u yazmayacağım bugün…
Bahattin Karapınar’ı da…
Ziya Doğan ile Eraydın’ı da “es” geçeceğim…
Ne Miloş’u, ne Robak’ı ne de Tehoue’yi…
Bunları yazmaktan yoruldum…
Konyaspor’dan firar edeceğim bugün…
Benden başkası yokmuş gibi yazmaktan, isimlerini zikrettiklerimle düşman olmaktan, keyfi az olan günleri gecelere, o geceleri zor sabahlara bağlamaktan yoruldum…
Birilerinin ayağına basmaktan, fincancı katırlarını ürkütmekten, onların gözünde “Erol Taş” olmaktan da yoruldum…
Bugün firardayım…
Kuyruğu dik tutan bana ne oldu? Olan bir şey yok…
Mihrap yerinde…
İnzivaya filan da çekilmiyorum…
Beyaz bayrak filan da çekmedim…
Çekmem de…
Buradayım yani…
Duygusallığım üzerimde…
Nasıl olmasın ki?
Kendimizi yazacağım…
Sevgili Yıldız… Sevgili Yadigar… Sevgili Zeliha… Sevgili Ali Sait… Sevgili Ramazan…
Rüşvet bile versek, bir araya gelmeyen “biz”i, yani gazetecileri bir çatı altında topladılar…
Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şeydi onların yaptığı…
Bizlerin, yani nüfus kağıtları biraz daha yıpranmış olanların beceremediğini, belki de cesaret edemediğini, kocaman kocaman yürekleriyle hayata geçirdiler…
Ne diyebilirim ki, iyi ki varlar…
Bilirsiniz…
Her yeni yılın 10 Ocak’ı “Çalışan Gazeteciler Bayramı”dır…
1961’den bu yana…
Ben hiç bir araya gelip de, bir bardak çayın yanında, iki kelime, iki satır, iki cümle kurduğumuzu hatırlamam…
Düğünlerde uzaktan uzağa…
Ölümlerde karşıdan karşıya…
Bayramlarda zoraki…
Sahte bakışmalar…
Yapmacık tebessümler…
Yarım ağızla selamlamalar…
Bugüne kadar hep böyle oldu…
Ne acıdır ki “bir” olup “biz” olamadık…
Onun için önemsedim cumartesi günü “merhaba” davetini…
Onun için candan teşekkür ettim emeği geçen arkadaşlara…
Anıları tazeledik…
Sanki aceleleri varmış gibi gidenleri hatırladık…
Uzun zamandır göremediğimiz, bir araya gelemediğimiz arkadaşlarla, aynı çatı altında, birlikte hüzünlendik, birlikte duygusallaştık, birlikte güldük, gözlerimizden yaşlar gelinceye kadar…
Birlikte hatıra fotoğrafı çektirdik…
O gece “bir” olduk “biz” olduk…
Nasıl da özlemişiz…
Birbirimize sarılmayı…
Nasıl da özlemişiz…
Göz göze gelmeyi…
Dedim ya, zaman zaman duygulu anlar da yaşadık…
Sinevizyon gösterisinde 80’lı, 90’lı yıllara gittik…
Şimdi aramızda olmayan, hazan yaprakları gibi birer birer toprağa düşen ustalara, kardeşlere ağladık, hep birlikte…
Osmanlılar döneminde bir şair, “Uzaktan merhaba olmaz, gel hey mestane bakışlım” demiş ya, bu sefer uzaktan değildi “merhaba”lar…
Ve çok güzeldi…
Ve sımsıcaktı…
O anın özeti şu;
Hepimizi kıskandıracak düzeyde çabalarına tanık olduk Ali Sait’in, Yıldız’ın, Ramazan’ın, Yadigar’ın ve Zeliha’nın…
Sevgili Metin’in de…
Tabi ki Tahir’in de…
Aksini söyleyen çarpılır…
Bu geceyle ilgili, onların emeklerini savunmak bile “zul” aslında…
Hiç ihtiyaçları yok buna…
Yapılması gerekeni yaptılar…
Bir anlamda “çimento” göreviydi onların ki…
Kendi adımıza, kendi adlarına iyi iş çıkarttılar…
Ben mi?
Bu çorbanın tuzu olayım istedim…
Hepsi bu…
Bahattin Karapınar’ı da…
Ziya Doğan ile Eraydın’ı da “es” geçeceğim…
Ne Miloş’u, ne Robak’ı ne de Tehoue’yi…
Bunları yazmaktan yoruldum…
Konyaspor’dan firar edeceğim bugün…
Benden başkası yokmuş gibi yazmaktan, isimlerini zikrettiklerimle düşman olmaktan, keyfi az olan günleri gecelere, o geceleri zor sabahlara bağlamaktan yoruldum…
Birilerinin ayağına basmaktan, fincancı katırlarını ürkütmekten, onların gözünde “Erol Taş” olmaktan da yoruldum…
Bugün firardayım…
Kuyruğu dik tutan bana ne oldu? Olan bir şey yok…
Mihrap yerinde…
İnzivaya filan da çekilmiyorum…
Beyaz bayrak filan da çekmedim…
Çekmem de…
Buradayım yani…
Duygusallığım üzerimde…
Nasıl olmasın ki?
Kendimizi yazacağım…
Sevgili Yıldız… Sevgili Yadigar… Sevgili Zeliha… Sevgili Ali Sait… Sevgili Ramazan…
Rüşvet bile versek, bir araya gelmeyen “biz”i, yani gazetecileri bir çatı altında topladılar…
Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şeydi onların yaptığı…
Bizlerin, yani nüfus kağıtları biraz daha yıpranmış olanların beceremediğini, belki de cesaret edemediğini, kocaman kocaman yürekleriyle hayata geçirdiler…
Ne diyebilirim ki, iyi ki varlar…
Bilirsiniz…
Her yeni yılın 10 Ocak’ı “Çalışan Gazeteciler Bayramı”dır…
1961’den bu yana…
Ben hiç bir araya gelip de, bir bardak çayın yanında, iki kelime, iki satır, iki cümle kurduğumuzu hatırlamam…
Düğünlerde uzaktan uzağa…
Ölümlerde karşıdan karşıya…
Bayramlarda zoraki…
Sahte bakışmalar…
Yapmacık tebessümler…
Yarım ağızla selamlamalar…
Bugüne kadar hep böyle oldu…
Ne acıdır ki “bir” olup “biz” olamadık…
Onun için önemsedim cumartesi günü “merhaba” davetini…
Onun için candan teşekkür ettim emeği geçen arkadaşlara…
Anıları tazeledik…
Sanki aceleleri varmış gibi gidenleri hatırladık…
Uzun zamandır göremediğimiz, bir araya gelemediğimiz arkadaşlarla, aynı çatı altında, birlikte hüzünlendik, birlikte duygusallaştık, birlikte güldük, gözlerimizden yaşlar gelinceye kadar…
Birlikte hatıra fotoğrafı çektirdik…
O gece “bir” olduk “biz” olduk…
Nasıl da özlemişiz…
Birbirimize sarılmayı…
Nasıl da özlemişiz…
Göz göze gelmeyi…
Dedim ya, zaman zaman duygulu anlar da yaşadık…
Sinevizyon gösterisinde 80’lı, 90’lı yıllara gittik…
Şimdi aramızda olmayan, hazan yaprakları gibi birer birer toprağa düşen ustalara, kardeşlere ağladık, hep birlikte…
Osmanlılar döneminde bir şair, “Uzaktan merhaba olmaz, gel hey mestane bakışlım” demiş ya, bu sefer uzaktan değildi “merhaba”lar…
Ve çok güzeldi…
Ve sımsıcaktı…
O anın özeti şu;
Hepimizi kıskandıracak düzeyde çabalarına tanık olduk Ali Sait’in, Yıldız’ın, Ramazan’ın, Yadigar’ın ve Zeliha’nın…
Sevgili Metin’in de…
Tabi ki Tahir’in de…
Aksini söyleyen çarpılır…
Bu geceyle ilgili, onların emeklerini savunmak bile “zul” aslında…
Hiç ihtiyaçları yok buna…
Yapılması gerekeni yaptılar…
Bir anlamda “çimento” göreviydi onların ki…
Kendi adımıza, kendi adlarına iyi iş çıkarttılar…
Ben mi?
Bu çorbanın tuzu olayım istedim…
Hepsi bu…