İslamofobi Üzerine -2-
Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılan “ Dünya Mânevi Kültürler Formu”na katılan Amerikan Dış İşleri’nin İslam dünyâsı ile diyalog özel elçilerinden Faisal Abdul-Rauf, İslamafobinin (İslam korkusu) cehâletten kaynaklandığını söyledi. ‘İslâm’ı bilmeyen Batı’nın Müslümanlara ön yargıyla yaklaştığını’ belirtirken toplantıdan sonra Cihan haber ajansına bu hususla ilgili açıklamalarda bulunan görevli şunları söyledi: ‘ Bu önyargının sebebinin 11 Eylül saldırıları olmadığını’ belirtirken ‘İslâm’ın az bilinmesine ve medyanın kışkırtıcı yayınlarıyla meydana gelen İslamafobi’ye’ dikkat çekti. ‘Amerikan ve dünya Müslümanlarının, bu anlayışın düzelmesi için çalışması gerektiğini’ vurgulayan Abdul-Rauf, ‘ Batı’nın İslâm’a yaklaşımını değiştirmek için Ahmet Yesevi ve Yunus Emre gibi şahsiyetlerin ortaya koyduğu gerçek İslam rûhunu, kültürünü insanlara tanıtmalıyız.’ Dedi.
Bu fikirler doğru fikirler ve özellikle de örnek İslam büyüklerinin Mevlâna, Şahı Nakşibendi, Abdulkadir Geylâni gibi değerlerin tanıtılması dünyayla bütünleştirilmesi çalışmaları çok dikkate değer. Nitekim yapılan araştırmalara göre Batı’da İslam daha çok tasavvuf büyüklerinin hayatları üzerinden yayılıyor. Her şeyi devletten beklememek lâzım. Devlet her yere yetişmeyebilir. Fakat yükselen İslamafobiyi kırmak için çok sıkı lobi faaliyetleri gerekli. İhmal edildiği içindir ki bugün Batı’da İslam düşmanlığı hem de Türkiye üzerinden almış başını gidiyor. Bunlara bazıları fantezi gözüyle bakabilir. Ama öyle görülmemesi gerekir. İslam büyüklerini tanıtma vazifesini ise pekâla STK’lar üstlenebilir. TİKA üstlenebilir. Zâten TİKA’nın bu tür hayırlı faaliyetlerine daha öncede şahit olduk.
Marmara Üniversitesinden Prof.Dr.Ali KÖSE’nin bir makalesinde çok câzip bilgiler var. Köse, bir yandan İslamafobi artarken bir yandan da Müslüman olanların sayısının da hızla arttığı gerçeğine değiniyor. Bu enteresan birlikteliğe yönelik bilgiler veriyor yazısında bizlere. Oradan önemli alıntılar sunacağım sizlere: ‘ 11 Eylül ile birlikte bir taraftan İslamafobi yükseliyor, diğer taraftan Müslüman olanların sayısı artıyordu. Avrupa basınında yer alan haberler bu fikri doğruluyor. New York Times, Daily Telegraph, Sunday Times benzer haberler yayınladılar. The Tımes 11 Eylül’den dört ay kadar sonra 7 Şubat 2002 tarihli nüshasında, Hollanda İslam Merkezi’ne Müslüman olmak üzere başvuranların sayısının 10 kat arttığını bildiriyordu. Genellikle genç Batılıların Müslüman olduğunu vurgulayan bu haberlerden çıkan sonuç şu: ‘Batı’ya kızan Müslüman oluyor.’
Tony Blair’in baldızı Lauren Booth, bir süre önce Müslüman olduğunu açıklayınca, 11 Eylül sonrasında bu gelişmeleri hatırladım. Neydi bu insanları özellikle 11 Eylül’den sonra İslâm’a çeken sebep? Tamam, İslâm’ın nasıl bir din olduğunu anlamak için kitap okuyanların sayısı artmıştı; İngilizce, Almanca, Fransızca Kur’an mealleri fazla satmaya başlamıştı. Ama İslam aleyhine bu kadar olumsuz havanın oluştuğu bir coğrafyada insanları o taraftan bu tarafa iten başka nedenler olmalıydı. Müslüman olan insanları dinlediğiniz zaman, onların sosyo politik arka planlarını gördüğünüz zaman meseleyi anlıyorsunuz. Bu insanlar 11 Eylül’ü Batı kapitalizmine karşı bir saldırı olarak görüyorlar. Çünkü bir zamanlar sosyalizme gönül vermişlerdi. Kapitalizme karşı çıkışı sosyalizmden sonra İslam ile dillendiriyorlardı. Kendi toplumlarının olumsuz yönlerine karşı geliştirdikleri tepki, bu insanların bir başka dîne yönelmesini kolaylaştırıyordu. Lauren Booth’da böyle bir motivasyonla çıkmıştı yola. Filistinlilere yardım götürmüştü. Onların mâruz kaldığı zulme karşı çıkmıştı insanlık adına. Mazlumların yanında yer almak istemişti. Mavi Marmara’yla sembolleşen yardımların başlangıcında onun da adı vardı. Mânevi zenginlikle tanıştı İslam dünyâsıyla. Ne kadar sekülerleştiğini, kutsaldan ne kadar uzaklaşmış olduğunu hissetti Müslüman diyarlarında. İran’da Fâtım Mâsume’nin türbesinde o his doruğa ulaşıp İslam ile müşerref oldu. Şimdi de en büyük arzularımdan birisi ‘Sultan Ahmet’ te namaz kılmak diyor Lauren Booth kutsalı hissetmek adına.
Aslında her Batılı mühtedinin(İslâm’a giren) kendisine ait bir serüveni vardır. Psikolojik ve sosyolojik nedenleri vardır kendi dînini, kendi kültürünü terk etmek için. Belki travmalar yaşamıştır hayatta. Ama hep bir ortak nokta vardır son adımı attıran; ‘ Haydi İslam kapısına git artık’ dedirten. Kutsalla buluşma arzusudur o. Çünkü mâneviyatla bağlarını koparmış bir toplumun sızılarını hissederler bilinçaltında bir yerlerde. Onun için, sekülerden kutsala uzanan yolculuktur onların hikâyesinin asıl adı.’
Ne kadar İslamafobi yayılıp gönlümüzü karartsa da İslâm’a koşanların halleri de içimize su serper mâhiyettedir. Yeter ki biz Müslümanlar, İslam büyükleri o örnek insanlar gibi yaşmaya çalışalım efendim. Diğer yazımızda da bu konuya devam edeceğiz inşallah. Saygılar…
Bu fikirler doğru fikirler ve özellikle de örnek İslam büyüklerinin Mevlâna, Şahı Nakşibendi, Abdulkadir Geylâni gibi değerlerin tanıtılması dünyayla bütünleştirilmesi çalışmaları çok dikkate değer. Nitekim yapılan araştırmalara göre Batı’da İslam daha çok tasavvuf büyüklerinin hayatları üzerinden yayılıyor. Her şeyi devletten beklememek lâzım. Devlet her yere yetişmeyebilir. Fakat yükselen İslamafobiyi kırmak için çok sıkı lobi faaliyetleri gerekli. İhmal edildiği içindir ki bugün Batı’da İslam düşmanlığı hem de Türkiye üzerinden almış başını gidiyor. Bunlara bazıları fantezi gözüyle bakabilir. Ama öyle görülmemesi gerekir. İslam büyüklerini tanıtma vazifesini ise pekâla STK’lar üstlenebilir. TİKA üstlenebilir. Zâten TİKA’nın bu tür hayırlı faaliyetlerine daha öncede şahit olduk.
Marmara Üniversitesinden Prof.Dr.Ali KÖSE’nin bir makalesinde çok câzip bilgiler var. Köse, bir yandan İslamafobi artarken bir yandan da Müslüman olanların sayısının da hızla arttığı gerçeğine değiniyor. Bu enteresan birlikteliğe yönelik bilgiler veriyor yazısında bizlere. Oradan önemli alıntılar sunacağım sizlere: ‘ 11 Eylül ile birlikte bir taraftan İslamafobi yükseliyor, diğer taraftan Müslüman olanların sayısı artıyordu. Avrupa basınında yer alan haberler bu fikri doğruluyor. New York Times, Daily Telegraph, Sunday Times benzer haberler yayınladılar. The Tımes 11 Eylül’den dört ay kadar sonra 7 Şubat 2002 tarihli nüshasında, Hollanda İslam Merkezi’ne Müslüman olmak üzere başvuranların sayısının 10 kat arttığını bildiriyordu. Genellikle genç Batılıların Müslüman olduğunu vurgulayan bu haberlerden çıkan sonuç şu: ‘Batı’ya kızan Müslüman oluyor.’
Tony Blair’in baldızı Lauren Booth, bir süre önce Müslüman olduğunu açıklayınca, 11 Eylül sonrasında bu gelişmeleri hatırladım. Neydi bu insanları özellikle 11 Eylül’den sonra İslâm’a çeken sebep? Tamam, İslâm’ın nasıl bir din olduğunu anlamak için kitap okuyanların sayısı artmıştı; İngilizce, Almanca, Fransızca Kur’an mealleri fazla satmaya başlamıştı. Ama İslam aleyhine bu kadar olumsuz havanın oluştuğu bir coğrafyada insanları o taraftan bu tarafa iten başka nedenler olmalıydı. Müslüman olan insanları dinlediğiniz zaman, onların sosyo politik arka planlarını gördüğünüz zaman meseleyi anlıyorsunuz. Bu insanlar 11 Eylül’ü Batı kapitalizmine karşı bir saldırı olarak görüyorlar. Çünkü bir zamanlar sosyalizme gönül vermişlerdi. Kapitalizme karşı çıkışı sosyalizmden sonra İslam ile dillendiriyorlardı. Kendi toplumlarının olumsuz yönlerine karşı geliştirdikleri tepki, bu insanların bir başka dîne yönelmesini kolaylaştırıyordu. Lauren Booth’da böyle bir motivasyonla çıkmıştı yola. Filistinlilere yardım götürmüştü. Onların mâruz kaldığı zulme karşı çıkmıştı insanlık adına. Mazlumların yanında yer almak istemişti. Mavi Marmara’yla sembolleşen yardımların başlangıcında onun da adı vardı. Mânevi zenginlikle tanıştı İslam dünyâsıyla. Ne kadar sekülerleştiğini, kutsaldan ne kadar uzaklaşmış olduğunu hissetti Müslüman diyarlarında. İran’da Fâtım Mâsume’nin türbesinde o his doruğa ulaşıp İslam ile müşerref oldu. Şimdi de en büyük arzularımdan birisi ‘Sultan Ahmet’ te namaz kılmak diyor Lauren Booth kutsalı hissetmek adına.
Aslında her Batılı mühtedinin(İslâm’a giren) kendisine ait bir serüveni vardır. Psikolojik ve sosyolojik nedenleri vardır kendi dînini, kendi kültürünü terk etmek için. Belki travmalar yaşamıştır hayatta. Ama hep bir ortak nokta vardır son adımı attıran; ‘ Haydi İslam kapısına git artık’ dedirten. Kutsalla buluşma arzusudur o. Çünkü mâneviyatla bağlarını koparmış bir toplumun sızılarını hissederler bilinçaltında bir yerlerde. Onun için, sekülerden kutsala uzanan yolculuktur onların hikâyesinin asıl adı.’
Ne kadar İslamafobi yayılıp gönlümüzü karartsa da İslâm’a koşanların halleri de içimize su serper mâhiyettedir. Yeter ki biz Müslümanlar, İslam büyükleri o örnek insanlar gibi yaşmaya çalışalım efendim. Diğer yazımızda da bu konuya devam edeceğiz inşallah. Saygılar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.