İslâm Ülkeleri Arasında Takip edilmesi Gereken Politik hedefler
İslâm Ülkeleri arasında ki inanç, kültür ve tarihi bağlar çok eskilere dayanmaktadır. Fakat bu kadar asli bağlarla birbirine bağlı olan büyük mirasın sahipleri Müslümanlar, Emperyalist Batılı güçlerin sinsi oyunları neticesinde birbirlerinden koparılmışlardır. Bunun sonucu olarak ekonomik ve siyasi ilişkiler bozulmuş ve güçsüz kalmışlardır.
Yirminci yüzyılın ilk çeyreği dünya siyasi ve ekonomik dengelerinin büyük değişikliğe uğradığı dönem olmuştur. Bu dönemde Osmanlı Devleti tarihe gömülerek Müslümanlar parçalanmıştır. Osmanlı toprakları üzerinde de, İslâm Ülkeleri adı verilen yeni devletler oluşmuştur. Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesiyle, İslâm Ülkeleri ve Müslümanlar başsız bırakılmıştır. Başsız kalan İslâm Ülkeleri’nin her biri, kendilerine destek vaat edilerek ve karşılarına değişik korkular çıkarılarak Batılı ittifaklar içine alınmıştır. Böylece ekonomide ve teknolojide üstünlük kuran Batılı ülkeler, İslâm Ülkeleri’nin ekonomik değerlerini ( petrol ve diğer kaynaklarını) çok kolay bir biçimde, kendi ülkelerine transfer etme imkânını bulmuşlardır.
İslâm Ülkeleri, ekonomik varlık bakımından Batılı ülkelerden daha zengin kaynaklara sahiptir. Ancak ekonomik, siyasi ve kültürel birlikleri olmadığı için büyük bir çıkmaz içindedirler.
Batılı ülkelerce kurulan ve idare edilen Birleşmiş Milletler Teşkilâtı (BM), NATO, Avrupa Birliği (AB), Dünya Bankası (IBRD), Milletlerarası Para Fonu (IMF) gibi siyasi ve ekonomik teşkilâtlar, İslâm Dünyası’nı siyasi yönden sindirmek ve ekonomik yönden de sömürmek üzere faaliyet göstermektedirler. Batılılar, İslâm Dünyası üzerinde baskı kurmak suretiyle sömürülerini sürdürdükleri gibi cani eylemlerine de devam etmektedirler. Bunun için sinsi yollarla fırsat kollamaktadırlar. Azıcık fırsat bulduklarında veya menfaatlerinin galebe çalındığını görünce harekete geçmektedirler. Batılıların içinde geçmiş yüzyıllara yayılan ve bir ateş gibi sönmeyen haçlı ruhu yatmaktadır. Hele ki bir fırsat bulsunlar. İran-Irak Savaşı’nın çıkartılması olayı, İslâm Ülkeleri’nin dış temsilciliklerine Ermeniler aracılığı ile yapılan vahşi saldırılar buna açık misâllerdir. Ayrıca Orta-Doğu’ da, Filistin’ de Müslümanların kanını akıtan ve İslâm’ın Ulu Mabed’lerine saldıran, korsan ve gerilla devleti Yahudi İsrail’e (Aslında İsrail, ABD’nin Orta-Doğu’ da kurduğu ileri bir karakoldur. Çünkü ABD, İsrail’in arkasında olduğunu vurgulayarak, her türlü yardımda da bulunmaktadır.) var güçleri ile destek olmaları, Batılıların gerçek yüzlerini göstermektedir.
Hâl böyle iken, yine de İslâm Ülkeleri, Batılı ülkeler karşısında bir tavır koyamayıp, suskun kalmaktadırlar. Bu durum Müslümanların haklarının başkaları tarafından sömürülmesine fırsat vermek değil midir? Müslümanlar, birlik olup varlıklarını kendileri için kullanamazlar mı? Aralarında ihtilaflar varsa neden? İhtilafları giderici çözümler bulunamaz mı? Allah (c.c.) Kur’ an-ı Kerim de şöyle buyurmaktadır: “Müminler (dinde) ancak kardeştirler. Onun için (ihtilaf ettikleri zaman) iki kardeşinizin aralarını düzeltin ve (Allah’ın emrine muhalefet etmekten ) sakının ki, merhamet olunasınız.” (1)
Bu nedenle İslâm Ülkeleri arasında ekonomik, siyasi ve kültürel alanları kapsayan yeni bir blok oluşturma durumu ortaya çıkmaktadır. Yani “İslâm Bloku” kurulmalıdır. Her ne kadar İslâm Konferansı Teşkilâtı çerçevesinde bir birlik oluşturulmuş ve bazı organlar kurulmuşsa da bu istenilen bir düzeyde değildir.
İslâm Ülkeleri arasında takip edilecek politik hedefleri ve kurulması gerekli olan teşkilâtları şu şekilde sıralayabiliriz:
1) İslâm Ülkeleri Birleşmiş Milletler Teşkilâtı
Doğu-Batı ayrımı gözetilmeden bütün ülkelerin üyeliğini esas alarak oluşturulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı (BM), vetocu ülkelerin dünya milletleri üzerinde hegomanya kurmaları üzerine bina edilmiştir. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nda ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa “Veto” haklarına sahiptirler. Diğer ülkelerin teşkilâtta üye olmalarından başka hiçbir aktif güçleri yoktur. BM’de vetocu bir ülkenin suç işlemesi halinde, ona karşı müeyyide uygulamak mümkün değildir. Vetocu bir ülkenin suç işlediği suçtan dolayı, diğer bütün ülkeler birlikte karar alıp cezalandırmak isteseler bu mümkün değildir. Çünkü suçlu olan vetocu ülkenin alınan kararı “Veto” etmesi, cezanın uygulamasını engellemektedir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler (BM) “Vetocular” olarak vasıflandırılmaktadır. Çünkü vetocu beş ülke BM”de sınırsız hak sahibidirler.
Hâl böyle olduğu halde, İslâm Ülkeleri’nin çoğu, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı üyesi olmuşlardır. Halbuki İslâm Dünyası’na yönelen saldırılar “Vetocu” ülkelerin desteğini görmektedir. Hatta vetocu ülkeler dahi, İslâm Dünyası’na açık saldırılar da bulunmaktadırlar. Meselâ; İsrail’in Filistin ve Lübnan saldırıları BM’de, ABD tarafından desteklenmiş ve savunulmuştur. Yunanistan’ın ve Rumların, Kıbrıs’ta Türklere karşı uyguladıkları soykırımı ve vahşi zulümler, vetocu ülkelerin desteğini bulmuştur. ABD’nin 1986 yılında Libya’ya düzenlediği vahşice saldırıya karşı hiçbir müeyyide uygulanamamıştır. BM’de İslâm Ülkeleri’nin bütün istekleri, ABD’nin vetosu ile uygulamaya konmamıştır. Afganistan’ın işgali için açılan savaş, BM üyelerinin çoğunluğu tarafından Rusya’nın cezalandırılması yönünde kabul görürken, yine Rusya’nın vetosu ile sonuçsuz kalmıştır. Vetocu ülkelerin dünya üzerindeki açık ve sinsi biçimdeki eylemleri sürerken, Müslümanlar da belirli taktiklerle oyalanmakta, zayıflatılmakta ve birbirlerine yakınlaşmaları engellenmektedir.
İslam Dünyası, dışarıdan yönelik saldırılara karşı koyabilmek için, İslâm Ülkeleri’nin katılmasıyla oluşacak olan “İslâm Ülkeleri Birleşmiş Milletler Teşkilâtı”nın kurulması ile Müslümanların siyasi güçlerini bir arada toplamalıdır. Müslümanlar arası siyasi birliğin sağlanması ile Batı ve Doğu Bloku ülkelerinin dünyayı huzursuz eden çılgınlıklarına da set çekilmiş olunacaktır. Ayrıca Müslümanlar, siyasi düzlemde dünyada etkinlik kazanacaklardır. Hakları gasp edilmiş, korunmaya muhtaç toplumlar ve milletler, zulme uğramış insanlar için de bir güven ortamı doğacaktır. Böylece dünyayı kan gölü haline getirmek isteyenlere, taşkınlık ve şımarıklık yapmak isteyenlere hadleri bildirilecektir.
2) İslâm Ülkeleri Kültürel İşbirliği Teşkilâtı:
Kültürel işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla kurulacak olan bu teşkilât, Müslümanlar arasında kültür alışverişi sağlayacaktır. Gerek İslâm Dini’nin anlatılmasında ve yaygınlaştırılmasında, gerekse bilimsel ve teknolojik düşüncenin gelişmesinde başvurulacak bilgi kaynağı olacaktır.
3) İslâm Ülkeleri Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı:
İslâm Ülkeleri arasında bütün ekonomik meselelere çözüm bulmak amacını taşıyacak olan bu teşkilât, üye ülkelerin ekonomilerine yön verecektir. Bu teşkilâtın kurulması ile İslâm Ülkeleri arasında faizsiz bir ekonomik modelin uygulama alanına konması mümkün olacaktır. Ayrıca kapitalist (faizci) ve sosyalist ekonomik sistemlere karşı kapsamlı ve güçlü bir ekonomik birlik tesis edilmiş olacaktır.
4) İslâm Ülkeleri Para Fonu:
İslâm Ülkeleri arasında müşterek bir para birimi oluşturulmalıdır. İslâm Kalkınma Bankası’nın para birimi olan “İslâm Dinarı”, İslâm Ülkeleri için ortak bir para birimi olarak serbest dolaşıma bırakılabilir. Ayrıca “İslâm Para Fonu”, İslâm Ülkeleri arasında finansman kolaylığı sağlamalıdır. Bir de İslâm Ülkeleri yatırımlarını finanse etmek üzere, kredi teminine yönelik güçlü bir kaynak oluşturulmalıdır.
5) İslâm Ülkeleri İmar ve Kalkınma Bankası:
Bugün faaliyette bulunan “İslâm Kalkınma Bankası”, İslâm Ülkeleri ekonomilerinin gelişmesi ve kalkınması yönünde daha faal rol almalıdır. Petrol üreten bazı İslâm Ülkeleri’nin, Batılı kuruluşlarda yatan bütün paraları (petrodolarları) çekilerek bu bankada toplanmalıdır. Gelişme ve kalkınmaya destek için 2,2 milyar dolar sermeyeli bir İslâm Kalkınma Bankası değil, 100 milyar dolar sermayeli “İslâm İmar ve Kalkınma Bankası” hedef alınmalıdır. Bu banka, İslâm Ülkeleri’nin bütününü kalkındırmak yolunda üstüne düşen görevi yerine getirmelidir.
6) İslâm Ülkeleri Ortak Pazarı:
Kurulması düşünülen “İslâm Ortak Pazarı”, üretilen malların alım ve satımında, İslâm Ülkeleri arasındaki gümrük engellerinin kaldırılması ile serbest dolaşım sağlamalıdır. İslâm Ülkeleri’nin ürettikleri mallar, pazarlama kolaylıkları ile ihtiyacı olan ülkelere, ihtiyacı olan ülkeler de arzu ettikleri malları hiçbir zorlukla karşılaşmadan temin etmelidirler. Böylece İslâm Dünyası, büyük ve güçlü sanayilere sahip olarak, ihtiyaçlarının büyük bir kısmını kendileri üreteceklerdir. Böylece İslâm Ülkeleri’nde, Batı sanayilerine olan bağımlılık azalacak veya zamanla tamamen kendi kendilerine yeterli bir üretim kapasitesine sahip olacaklardır.
7) İslâm Ülkeleri Savunma Parkı:
İslâm Ülkeleri arasında kurulacak olan “ İslam Savunma Parkı”, İslâm Dünyası’na dışarıdan gelecek müdahalelere karşı ortak savaş stratejilerini esas almalıdır. Böyle bir teşkilâtın kurulması, Müslümanların güvenliğinin ve bağımsızlığının kesin teminatı olacaktır. İşte o zaman bütün dünyada Müslümanlara karşı vaki olan zulüm ve işkencelere son verilecektir. Bugün İsrail Yahudi’sinin Sırpların, Bulgarların ve diğer şer güçlerin, Müslümanlara yönelik zulüm ve taşkınlıklarının önüne geçilecektir. Müslümanlar, her alanda birlik ve beraberlik içinde yapılacak saldırılara karşı koyma imkânına kavuşacaklardır. İsrail’i arkasında kollayan ABD ve Batı vardır. Sırbistan’ın ve Bulgaristan’ın arkalarında onları kollayan Rusya ve yine Batı vardır. Bütün dolambaçlı laflar bir aldatmacadan ibarettir. Batı’nın ve Varşova Paktı’nın yaptığı bütün plânlar, İslâm Dünyası’nın işgaline yöneliktir. Bu bakımdan İslâm Dünyası, yapılan işgal plânlarının suya düşmesi için gerekli tedbirleri almada gecikmemelidir.
Gerçi İslam Konferansı Teşkilâtı, 4 yılda bir veya olağanüstü olaylar karşısında toplantılar yaparak, bazı konular üzerinde görüşme yapıp, tavır koyuyorsa da, dünya siyasetine ağırlıklı bir etkisi olduğu henüz söylenemez. İslâm konferansı Teşkilâtı’na daha aktif bir hareket hızı kazandırmak gerekir. Müslümanlar, birlik oldukları zaman, bütün engellerin aşılacağı gibi, tarihteki haşmete kavuşup, güçlü yerimizi de alabiliriz. İslâm Konferansı Teşkilâtı Eski Genel Sekreteri Habib Şatti’nin 28.05.1982 tarihli açıklaması bu umudu desteklemektedir. Habib Şatti: “İslâm Ülkeleri, mevcut potansiyeli değerlendirdikleri anda, Osmanlı İmparatorluğu’nun haşmetine kavuşabilir.” demiştir. Yeter ki Müslümanlar, birlik olmak için gerekli adımları atsınlar. Her türlü potansiyel mevcuttur.
Türkiye’nin sahip olduğu siyasi ve ekonomik potansiyeli, İslâm Dünyası’nın liderliğini üstlenerek olaylara yön verebilecek düzeydedir. İslam Dünyası’nda yaşanan dağınıklık ve bölünmeler, ancak Türkiye’nin birlik çabaları ve arabuluculuk girişimleri ile giderilebilir. Türkiye, İslâm Dünyası’ndaki hadiselere önce birlik ve beraberlik perspektifinden, sonrada siyasi ve ekonomik bloklaşma yönünden bakmadıkça mevcut potansiyelini değerlendirmiş sayılamaz.
-----
(1) Hucurat Suresi, Ayet: 10
Yirminci yüzyılın ilk çeyreği dünya siyasi ve ekonomik dengelerinin büyük değişikliğe uğradığı dönem olmuştur. Bu dönemde Osmanlı Devleti tarihe gömülerek Müslümanlar parçalanmıştır. Osmanlı toprakları üzerinde de, İslâm Ülkeleri adı verilen yeni devletler oluşmuştur. Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesiyle, İslâm Ülkeleri ve Müslümanlar başsız bırakılmıştır. Başsız kalan İslâm Ülkeleri’nin her biri, kendilerine destek vaat edilerek ve karşılarına değişik korkular çıkarılarak Batılı ittifaklar içine alınmıştır. Böylece ekonomide ve teknolojide üstünlük kuran Batılı ülkeler, İslâm Ülkeleri’nin ekonomik değerlerini ( petrol ve diğer kaynaklarını) çok kolay bir biçimde, kendi ülkelerine transfer etme imkânını bulmuşlardır.
İslâm Ülkeleri, ekonomik varlık bakımından Batılı ülkelerden daha zengin kaynaklara sahiptir. Ancak ekonomik, siyasi ve kültürel birlikleri olmadığı için büyük bir çıkmaz içindedirler.
Batılı ülkelerce kurulan ve idare edilen Birleşmiş Milletler Teşkilâtı (BM), NATO, Avrupa Birliği (AB), Dünya Bankası (IBRD), Milletlerarası Para Fonu (IMF) gibi siyasi ve ekonomik teşkilâtlar, İslâm Dünyası’nı siyasi yönden sindirmek ve ekonomik yönden de sömürmek üzere faaliyet göstermektedirler. Batılılar, İslâm Dünyası üzerinde baskı kurmak suretiyle sömürülerini sürdürdükleri gibi cani eylemlerine de devam etmektedirler. Bunun için sinsi yollarla fırsat kollamaktadırlar. Azıcık fırsat bulduklarında veya menfaatlerinin galebe çalındığını görünce harekete geçmektedirler. Batılıların içinde geçmiş yüzyıllara yayılan ve bir ateş gibi sönmeyen haçlı ruhu yatmaktadır. Hele ki bir fırsat bulsunlar. İran-Irak Savaşı’nın çıkartılması olayı, İslâm Ülkeleri’nin dış temsilciliklerine Ermeniler aracılığı ile yapılan vahşi saldırılar buna açık misâllerdir. Ayrıca Orta-Doğu’ da, Filistin’ de Müslümanların kanını akıtan ve İslâm’ın Ulu Mabed’lerine saldıran, korsan ve gerilla devleti Yahudi İsrail’e (Aslında İsrail, ABD’nin Orta-Doğu’ da kurduğu ileri bir karakoldur. Çünkü ABD, İsrail’in arkasında olduğunu vurgulayarak, her türlü yardımda da bulunmaktadır.) var güçleri ile destek olmaları, Batılıların gerçek yüzlerini göstermektedir.
Hâl böyle iken, yine de İslâm Ülkeleri, Batılı ülkeler karşısında bir tavır koyamayıp, suskun kalmaktadırlar. Bu durum Müslümanların haklarının başkaları tarafından sömürülmesine fırsat vermek değil midir? Müslümanlar, birlik olup varlıklarını kendileri için kullanamazlar mı? Aralarında ihtilaflar varsa neden? İhtilafları giderici çözümler bulunamaz mı? Allah (c.c.) Kur’ an-ı Kerim de şöyle buyurmaktadır: “Müminler (dinde) ancak kardeştirler. Onun için (ihtilaf ettikleri zaman) iki kardeşinizin aralarını düzeltin ve (Allah’ın emrine muhalefet etmekten ) sakının ki, merhamet olunasınız.” (1)
Bu nedenle İslâm Ülkeleri arasında ekonomik, siyasi ve kültürel alanları kapsayan yeni bir blok oluşturma durumu ortaya çıkmaktadır. Yani “İslâm Bloku” kurulmalıdır. Her ne kadar İslâm Konferansı Teşkilâtı çerçevesinde bir birlik oluşturulmuş ve bazı organlar kurulmuşsa da bu istenilen bir düzeyde değildir.
İslâm Ülkeleri arasında takip edilecek politik hedefleri ve kurulması gerekli olan teşkilâtları şu şekilde sıralayabiliriz:
1) İslâm Ülkeleri Birleşmiş Milletler Teşkilâtı
Doğu-Batı ayrımı gözetilmeden bütün ülkelerin üyeliğini esas alarak oluşturulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı (BM), vetocu ülkelerin dünya milletleri üzerinde hegomanya kurmaları üzerine bina edilmiştir. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nda ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa “Veto” haklarına sahiptirler. Diğer ülkelerin teşkilâtta üye olmalarından başka hiçbir aktif güçleri yoktur. BM’de vetocu bir ülkenin suç işlemesi halinde, ona karşı müeyyide uygulamak mümkün değildir. Vetocu bir ülkenin suç işlediği suçtan dolayı, diğer bütün ülkeler birlikte karar alıp cezalandırmak isteseler bu mümkün değildir. Çünkü suçlu olan vetocu ülkenin alınan kararı “Veto” etmesi, cezanın uygulamasını engellemektedir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler (BM) “Vetocular” olarak vasıflandırılmaktadır. Çünkü vetocu beş ülke BM”de sınırsız hak sahibidirler.
Hâl böyle olduğu halde, İslâm Ülkeleri’nin çoğu, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı üyesi olmuşlardır. Halbuki İslâm Dünyası’na yönelen saldırılar “Vetocu” ülkelerin desteğini görmektedir. Hatta vetocu ülkeler dahi, İslâm Dünyası’na açık saldırılar da bulunmaktadırlar. Meselâ; İsrail’in Filistin ve Lübnan saldırıları BM’de, ABD tarafından desteklenmiş ve savunulmuştur. Yunanistan’ın ve Rumların, Kıbrıs’ta Türklere karşı uyguladıkları soykırımı ve vahşi zulümler, vetocu ülkelerin desteğini bulmuştur. ABD’nin 1986 yılında Libya’ya düzenlediği vahşice saldırıya karşı hiçbir müeyyide uygulanamamıştır. BM’de İslâm Ülkeleri’nin bütün istekleri, ABD’nin vetosu ile uygulamaya konmamıştır. Afganistan’ın işgali için açılan savaş, BM üyelerinin çoğunluğu tarafından Rusya’nın cezalandırılması yönünde kabul görürken, yine Rusya’nın vetosu ile sonuçsuz kalmıştır. Vetocu ülkelerin dünya üzerindeki açık ve sinsi biçimdeki eylemleri sürerken, Müslümanlar da belirli taktiklerle oyalanmakta, zayıflatılmakta ve birbirlerine yakınlaşmaları engellenmektedir.
İslam Dünyası, dışarıdan yönelik saldırılara karşı koyabilmek için, İslâm Ülkeleri’nin katılmasıyla oluşacak olan “İslâm Ülkeleri Birleşmiş Milletler Teşkilâtı”nın kurulması ile Müslümanların siyasi güçlerini bir arada toplamalıdır. Müslümanlar arası siyasi birliğin sağlanması ile Batı ve Doğu Bloku ülkelerinin dünyayı huzursuz eden çılgınlıklarına da set çekilmiş olunacaktır. Ayrıca Müslümanlar, siyasi düzlemde dünyada etkinlik kazanacaklardır. Hakları gasp edilmiş, korunmaya muhtaç toplumlar ve milletler, zulme uğramış insanlar için de bir güven ortamı doğacaktır. Böylece dünyayı kan gölü haline getirmek isteyenlere, taşkınlık ve şımarıklık yapmak isteyenlere hadleri bildirilecektir.
2) İslâm Ülkeleri Kültürel İşbirliği Teşkilâtı:
Kültürel işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla kurulacak olan bu teşkilât, Müslümanlar arasında kültür alışverişi sağlayacaktır. Gerek İslâm Dini’nin anlatılmasında ve yaygınlaştırılmasında, gerekse bilimsel ve teknolojik düşüncenin gelişmesinde başvurulacak bilgi kaynağı olacaktır.
3) İslâm Ülkeleri Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı:
İslâm Ülkeleri arasında bütün ekonomik meselelere çözüm bulmak amacını taşıyacak olan bu teşkilât, üye ülkelerin ekonomilerine yön verecektir. Bu teşkilâtın kurulması ile İslâm Ülkeleri arasında faizsiz bir ekonomik modelin uygulama alanına konması mümkün olacaktır. Ayrıca kapitalist (faizci) ve sosyalist ekonomik sistemlere karşı kapsamlı ve güçlü bir ekonomik birlik tesis edilmiş olacaktır.
4) İslâm Ülkeleri Para Fonu:
İslâm Ülkeleri arasında müşterek bir para birimi oluşturulmalıdır. İslâm Kalkınma Bankası’nın para birimi olan “İslâm Dinarı”, İslâm Ülkeleri için ortak bir para birimi olarak serbest dolaşıma bırakılabilir. Ayrıca “İslâm Para Fonu”, İslâm Ülkeleri arasında finansman kolaylığı sağlamalıdır. Bir de İslâm Ülkeleri yatırımlarını finanse etmek üzere, kredi teminine yönelik güçlü bir kaynak oluşturulmalıdır.
5) İslâm Ülkeleri İmar ve Kalkınma Bankası:
Bugün faaliyette bulunan “İslâm Kalkınma Bankası”, İslâm Ülkeleri ekonomilerinin gelişmesi ve kalkınması yönünde daha faal rol almalıdır. Petrol üreten bazı İslâm Ülkeleri’nin, Batılı kuruluşlarda yatan bütün paraları (petrodolarları) çekilerek bu bankada toplanmalıdır. Gelişme ve kalkınmaya destek için 2,2 milyar dolar sermeyeli bir İslâm Kalkınma Bankası değil, 100 milyar dolar sermayeli “İslâm İmar ve Kalkınma Bankası” hedef alınmalıdır. Bu banka, İslâm Ülkeleri’nin bütününü kalkındırmak yolunda üstüne düşen görevi yerine getirmelidir.
6) İslâm Ülkeleri Ortak Pazarı:
Kurulması düşünülen “İslâm Ortak Pazarı”, üretilen malların alım ve satımında, İslâm Ülkeleri arasındaki gümrük engellerinin kaldırılması ile serbest dolaşım sağlamalıdır. İslâm Ülkeleri’nin ürettikleri mallar, pazarlama kolaylıkları ile ihtiyacı olan ülkelere, ihtiyacı olan ülkeler de arzu ettikleri malları hiçbir zorlukla karşılaşmadan temin etmelidirler. Böylece İslâm Dünyası, büyük ve güçlü sanayilere sahip olarak, ihtiyaçlarının büyük bir kısmını kendileri üreteceklerdir. Böylece İslâm Ülkeleri’nde, Batı sanayilerine olan bağımlılık azalacak veya zamanla tamamen kendi kendilerine yeterli bir üretim kapasitesine sahip olacaklardır.
7) İslâm Ülkeleri Savunma Parkı:
İslâm Ülkeleri arasında kurulacak olan “ İslam Savunma Parkı”, İslâm Dünyası’na dışarıdan gelecek müdahalelere karşı ortak savaş stratejilerini esas almalıdır. Böyle bir teşkilâtın kurulması, Müslümanların güvenliğinin ve bağımsızlığının kesin teminatı olacaktır. İşte o zaman bütün dünyada Müslümanlara karşı vaki olan zulüm ve işkencelere son verilecektir. Bugün İsrail Yahudi’sinin Sırpların, Bulgarların ve diğer şer güçlerin, Müslümanlara yönelik zulüm ve taşkınlıklarının önüne geçilecektir. Müslümanlar, her alanda birlik ve beraberlik içinde yapılacak saldırılara karşı koyma imkânına kavuşacaklardır. İsrail’i arkasında kollayan ABD ve Batı vardır. Sırbistan’ın ve Bulgaristan’ın arkalarında onları kollayan Rusya ve yine Batı vardır. Bütün dolambaçlı laflar bir aldatmacadan ibarettir. Batı’nın ve Varşova Paktı’nın yaptığı bütün plânlar, İslâm Dünyası’nın işgaline yöneliktir. Bu bakımdan İslâm Dünyası, yapılan işgal plânlarının suya düşmesi için gerekli tedbirleri almada gecikmemelidir.
Gerçi İslam Konferansı Teşkilâtı, 4 yılda bir veya olağanüstü olaylar karşısında toplantılar yaparak, bazı konular üzerinde görüşme yapıp, tavır koyuyorsa da, dünya siyasetine ağırlıklı bir etkisi olduğu henüz söylenemez. İslâm konferansı Teşkilâtı’na daha aktif bir hareket hızı kazandırmak gerekir. Müslümanlar, birlik oldukları zaman, bütün engellerin aşılacağı gibi, tarihteki haşmete kavuşup, güçlü yerimizi de alabiliriz. İslâm Konferansı Teşkilâtı Eski Genel Sekreteri Habib Şatti’nin 28.05.1982 tarihli açıklaması bu umudu desteklemektedir. Habib Şatti: “İslâm Ülkeleri, mevcut potansiyeli değerlendirdikleri anda, Osmanlı İmparatorluğu’nun haşmetine kavuşabilir.” demiştir. Yeter ki Müslümanlar, birlik olmak için gerekli adımları atsınlar. Her türlü potansiyel mevcuttur.
Türkiye’nin sahip olduğu siyasi ve ekonomik potansiyeli, İslâm Dünyası’nın liderliğini üstlenerek olaylara yön verebilecek düzeydedir. İslam Dünyası’nda yaşanan dağınıklık ve bölünmeler, ancak Türkiye’nin birlik çabaları ve arabuluculuk girişimleri ile giderilebilir. Türkiye, İslâm Dünyası’ndaki hadiselere önce birlik ve beraberlik perspektifinden, sonrada siyasi ve ekonomik bloklaşma yönünden bakmadıkça mevcut potansiyelini değerlendirmiş sayılamaz.
-----
(1) Hucurat Suresi, Ayet: 10
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.