İnsan Üzerine Bir Hasbihal
Yeni eğitim ve öğretim yılına başlamamız sebebiyle eğitmen durumunda olan kardeşlerimizle (bunlar ebeveynler, öğretmenler olabilir) yazılarımız vesilesiyle biraz hasbihal edelim istiyoruz. Çünkü günbe gün rûhî hayâtın yıpratıldığı ahlâkî değerlerin bir bir kaybedildiği maddi hayâtın acımasızca yerleştirildiği menfi bir ortamda yaşıyoruz. Önce çocuklarımızdan ve gençlerimizden işe başlamamız şart. Lâkin evvelâ insanı tanımak bilmek durumundayız. Elimizdeki materyal dünyâda yaratılmış en güzel varlık olan ‘İNSAN’. Ve biliyoruz ki en zor iş de insan eğitimi. Bu yüzden dikkat ve îtinâ şart. Titizlik ve ciddi bir teyakkuzla insan eğitimine yaklaşmak gerekiyor. Bu hâle düşmemizde birçok sebep var ama en önemli sebebin yavrulamızı terbiyede ciddiyetsiz davrandığımız kanaatini taşıyoruz.
Haydi işe insanla başlayalım:
İnsan, Allahu Teâlâ’nın yarattığı hârikalar nevinden ve kâinattaki en büyük mûcizelerinden biridir. Doğduğunda fıtrat olarak tâmamen temizdir. Bu temiz olan varlığa biçim verecek olansa ustasıdır. Her şeyin bir yapıcısı vardır. O şeyin nasıl kullanılacağını en iyi bilen pek tabîdir ki onu yapandır. Usta, yaptığı şeyin, ne şekilde kullanılırsa, en iyi netice alınabilineceğine dâir bilgiler verir, kılavuz kitapçıklar yayınlar. İşte aynen bunun gibi mûcizevî bir varlık olan insanın da yapıcısı, sâhibi, yaratıcısı vardır ve O, varlık sebebimiz olan Allah (c.c.)’tır. Cenâb-ı Mevlâ yarattığı biz kullarına kılavuz kitâbını, âdeta ilâhî mesaj niteliği taşıyan Kur’ân-ı Kerîm’ini, rehberimiz Resûlullah aleyhisselâtü vesselam vâsıtasıyla göndermiştir. Allâhu Teâlâ tarafından en kıymetli, en şerefli varlık olarak yaratılan insanoğlu, her türlü faziletlerle, yâni iyilik, çalışkanlık, dürüstlük, hak severlik, ahlaklı olma vb. özelliklerle donatmıştır. Bu hasletler insanların hayatlarını mutlu ve aydınlık kılar. Dahası, dünya hayâtının bitiminde muhatap olacağımız ve içinden hiç çıkmayacağımız ebedî yurdumuz âhiret hayâtını kazanmamıza da vesile olur. Bize düşen akıl denen nimeti hakkıyla kullanarak, iki dünyayı kazananlardan olabilmektir.
Bu gerçekten hareketle, tertemiz günahsız olarak yaratılan insanı, fıtratını bozmadan ihtiyâcı olan şeylerle beslemek lâzımdır. Nasıl ki bir kuş portakalla beslenmez, bir bebek kirazla beslenmezse insan da aynen böyledir. Bir bebeğin aslî gıdası süttür. Onunla beslenirse ölmeden gelişir, belli süreden sonra bu yetmez ek gıdalar verilir. İnsanınsa mânevî ve rûhî yönden İslâmî edep ve terbiyeyle beslenmesi lâzımdır. Bu besini eksik verirseniz veya hiç vermezseniz, elbette bunun sonuçları güzel olmaz. Mânevî gıdasını yeterince almamış insandan her türlü çirkin davranış, yanlış tavırlar, genel ahlak kâidelerini ihlâl eden tutumlar beklenebilir. Bu doğaldır. Zira hiçbir değer ölçüsü verilmemiş, benimsetilmemiş insan, Kur’ânî tabirle “esfel-i sâfilîn”e (=en aşağı mertebe) düşer. Oysa değerleri oturmuş insan “âlâ-i illiyîn”e (=en yüksek mertebe) yükselir.
Dünyanın, bir savaş alanı olmaktan ve yaşanması bir çile hâline gelmekten kurtulması için dünyalıların mânevî gıdayla beslenmeleri şarttır. İnsan âdeta cennetin kopyası bir hayâtı yaşamak istiyorsa, mutlaka rûhî beslenmesine dikkat etmesi lâzımdır. Eğer böyle yaparsa hem bu dünyasını kazanır hem de gideceği ebedî yurdunu hak eder. Ne demek bunlar? Bunlar her şey demek, bunlar çok şey demek. Bunlar kurtuluş reçetesi...
Toplumu eğiten her katmandaki kişilerin insanın rûhi hayâtının bozulmaması, mevcut olumlu rûhî hasletlerin muhafaza edilmesi ve hatta beslenmesi konusunda duyarlı davranmaması sonucu bugün hemen herkesin memnuniyetsizlik gösterdiği durumlar ortaya çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz sıkıntılarım çözümü yine kendi içimizdedir. Kurtuluş reçetesi olan çözümler mânevi değerlerin küçük yaştan itibâren en kalıcı olarak insanımıza yerleştirilmesindedir.
Bu husus için yapılacak her katkı hem Hak katında hem de toplum katında zâyi olmayacak en önemli vazifedir.
Haydi işe insanla başlayalım:
İnsan, Allahu Teâlâ’nın yarattığı hârikalar nevinden ve kâinattaki en büyük mûcizelerinden biridir. Doğduğunda fıtrat olarak tâmamen temizdir. Bu temiz olan varlığa biçim verecek olansa ustasıdır. Her şeyin bir yapıcısı vardır. O şeyin nasıl kullanılacağını en iyi bilen pek tabîdir ki onu yapandır. Usta, yaptığı şeyin, ne şekilde kullanılırsa, en iyi netice alınabilineceğine dâir bilgiler verir, kılavuz kitapçıklar yayınlar. İşte aynen bunun gibi mûcizevî bir varlık olan insanın da yapıcısı, sâhibi, yaratıcısı vardır ve O, varlık sebebimiz olan Allah (c.c.)’tır. Cenâb-ı Mevlâ yarattığı biz kullarına kılavuz kitâbını, âdeta ilâhî mesaj niteliği taşıyan Kur’ân-ı Kerîm’ini, rehberimiz Resûlullah aleyhisselâtü vesselam vâsıtasıyla göndermiştir. Allâhu Teâlâ tarafından en kıymetli, en şerefli varlık olarak yaratılan insanoğlu, her türlü faziletlerle, yâni iyilik, çalışkanlık, dürüstlük, hak severlik, ahlaklı olma vb. özelliklerle donatmıştır. Bu hasletler insanların hayatlarını mutlu ve aydınlık kılar. Dahası, dünya hayâtının bitiminde muhatap olacağımız ve içinden hiç çıkmayacağımız ebedî yurdumuz âhiret hayâtını kazanmamıza da vesile olur. Bize düşen akıl denen nimeti hakkıyla kullanarak, iki dünyayı kazananlardan olabilmektir.
Bu gerçekten hareketle, tertemiz günahsız olarak yaratılan insanı, fıtratını bozmadan ihtiyâcı olan şeylerle beslemek lâzımdır. Nasıl ki bir kuş portakalla beslenmez, bir bebek kirazla beslenmezse insan da aynen böyledir. Bir bebeğin aslî gıdası süttür. Onunla beslenirse ölmeden gelişir, belli süreden sonra bu yetmez ek gıdalar verilir. İnsanınsa mânevî ve rûhî yönden İslâmî edep ve terbiyeyle beslenmesi lâzımdır. Bu besini eksik verirseniz veya hiç vermezseniz, elbette bunun sonuçları güzel olmaz. Mânevî gıdasını yeterince almamış insandan her türlü çirkin davranış, yanlış tavırlar, genel ahlak kâidelerini ihlâl eden tutumlar beklenebilir. Bu doğaldır. Zira hiçbir değer ölçüsü verilmemiş, benimsetilmemiş insan, Kur’ânî tabirle “esfel-i sâfilîn”e (=en aşağı mertebe) düşer. Oysa değerleri oturmuş insan “âlâ-i illiyîn”e (=en yüksek mertebe) yükselir.
Dünyanın, bir savaş alanı olmaktan ve yaşanması bir çile hâline gelmekten kurtulması için dünyalıların mânevî gıdayla beslenmeleri şarttır. İnsan âdeta cennetin kopyası bir hayâtı yaşamak istiyorsa, mutlaka rûhî beslenmesine dikkat etmesi lâzımdır. Eğer böyle yaparsa hem bu dünyasını kazanır hem de gideceği ebedî yurdunu hak eder. Ne demek bunlar? Bunlar her şey demek, bunlar çok şey demek. Bunlar kurtuluş reçetesi...
Toplumu eğiten her katmandaki kişilerin insanın rûhi hayâtının bozulmaması, mevcut olumlu rûhî hasletlerin muhafaza edilmesi ve hatta beslenmesi konusunda duyarlı davranmaması sonucu bugün hemen herkesin memnuniyetsizlik gösterdiği durumlar ortaya çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz sıkıntılarım çözümü yine kendi içimizdedir. Kurtuluş reçetesi olan çözümler mânevi değerlerin küçük yaştan itibâren en kalıcı olarak insanımıza yerleştirilmesindedir.
Bu husus için yapılacak her katkı hem Hak katında hem de toplum katında zâyi olmayacak en önemli vazifedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.