HZ. MEVLÂNÂ’NIN İNSANA BAKIŞI -4-
Efendim büyük mutasavvıf Hz. Mevlânâ’yı yazarken insan âdeta kendini kaybediyor. Neden mi? Mevlânâ Hazretleri için, ‘aşk adamı’ demiştik. Hakikaten aradan asırlar geçmesine rağmen nasıl bir Hak aşıkıdır ki, taa o devirlerden bizlere yansıması oluyor. O mânâ Sultânında nasıl bir sevgi, muhabbet ve dahi aşk vardı ki, yıllar o aşkı söndürememiş. Zâten büyük Üstâd’a soruyorlar ya; ‘aşk nedir?’ diye O’da; cevâben; ‘Ben ol da gör.’ Diyor, işte aynen öyle. Gerçi şimdi aşkı yazmıyoruz. Hazreti Mevlânâ’nın insana bakışını inceliyorduk. Bu âciz kardeşinizin O aşk erine olan sevgisi, bu satırları yazdırdı. Neyse efendim biz konumuza dönelim. Diyor ki Sultânu’l Ârifin bir beytinde;
‘Tanrı, ululuk sırlarını insanda belirtmiştir. İnsanın önünde canla, gönülle, bedenle gerçekten bir secde ettin mi, ne yana dönersen orası gönlüne Kâbe olur.’ İnsan ilk yaratılışında nereden geldiğine bir baksın ki, kendisi dünyâda neyin yansımasıdır. Cenâbı Hak, zâtı ulûhiyetini, eşsiz sanatını göstermek üzere her şeyi yaratmıştır. Bilhassa yaratılmışların içinde en çok tekâmüllü olanı insanı yaratmış ve ona rûhundan üfleyerek, insana kendi sırlarından sırlar yüklemiştir. Şeytana insana secde et demiş ve şeytan buna yaklaşmamıştır. Eğer insan bu dünyâda şeytanı kendisine secde ettirebilirse yâni şeytanın kulu kölesi olmaması ona uymaması aslında onun kendisine secde etmesi demektir. Bu durumda insan kazanır. Şeytanını yenmiş insan ise ne yana dönerse dönsün hepsinde, Allah Teâlâ’nın kutsal beyti Kâbe’yi görür. Hayâta böylesi bir farkındalık bilinciyle bakan insan her neye baksa Hakk’ı görür.
Başka bir beytinde Mevlânâ Hazretleri; ‘Bedenin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit; çünkü sen büyük bir şehirsin; belki de bir şehir değil, binlerce şehirsin sen. Her şey sensin; her şeyden öte ne varsa o da sensin; O da senden ibâret.’ Allâh’a kavuşmuş bir insan bedeninin her bir zerresi, Hak aşkından dolayı âdeta feryad eder, inler. İnsan maddi ve mânevî donanımıyla sanki içinde bir şehri barındırır. Bir şehirde neler mevcuttur neler… Şehirlerde her mevcudun aksamadan devâmı için, çok yönlü dönen, çalışma ve emek gerektiren şeyleri vardır. İşte aynen bunun gibi insanın içindeki mânevî yapısında pek çok duygu, aklî, irâde birikimleri vardır. Bunların hayra ve şerre kullanılması başlı başına bir hâdisedir ve doğru yönde işleve konulması Mevlâ’nın onun içine koyduğu güzellik hazinelerinin tezâhürü olur. Öte yandan, maddi olarak da, insan gerek kendi bedenini gerekse dünyâdaki halife konumuyla şehirleri imar husûsundaki fiziksel birikimlerinin neticesindeki pozitif katkılarıyla âdeta içinde nice şehirleri barındıran komplike bir varlıktır. Ve insandaki bu hal, her şeyiyle ancak ve ancak O’nu yâni Hak Teâlâyı gösterir, O’nu işâret eder.
‘Âdemoğlu dediğin, dünya sandığına konmuş bir aslandır. Sandık kapanmış, kilitlenmiştir. O da kendisini yorgun ve bitkin göstermektedir. Ama günün birinde bir coştu, bir kükredi de sandığı kırıp parçaladı mı nelere gücü yettiğini, ne işler edeceğini o vakit görürsün.’ Hazret; insanın dünyâda yaşadığı hem iç âleminde hem de dışsal maddi mücâdele serüvenlerinden dolayı rûhunda kopan fırtınalar vesilesiyle âdeta kapana kısılmış yorgun bir aslana benzediğini ifâde ediyor. İnsan kendinde mevcut olan güzelliklerin farkına varabilse kendinde vâr olan ilâhî cevheri bir fark edebilse o hapsedildiği sandığı kıracak, şaha kalkacak ve ne güzel işler başarabileceğini görecektir.
‘İnsanların taş yüreklerinde öylesine bir ateş vardır ki perdeyi kökünden yakar. Perde yandı mı, insan Hızır hikâyelerini de tamamen anlar. O eski aşktan gönlün içinde yeniden şekiller meydana gelir.’ Mevlânâ Hazretleri; aslında taş yürekli insanların dahi içlerinde öyle bir ateş yâni iman cevheri mevcuttur ki, o ateş bir vesileyle ortaya çıktı mı, o zaman kişi, eşyânın hakikatine erişir, diyor. Tabi buna erişmeyi engelleyici kalbin önünde sanki bir perde ya da kabuk vardır. O kabuğun içinde ise çeşitli kötü ahlak bozuklukları, Hakkı görmeyi engelleyici şeyler mevcuttur. Kalbin bu kesâvetten kurtarılması ile iman ve ibâdetler o perdeyi kökünden yakar ve işte o vakit her anlaşılmayan hâdise tıpkı Hz. Musa (a.s) ile Hızır arasındakiler gibi kişiye âyân olur. Bu şekilde hakikatin sırrına erişmiş kişi¸‘Neden bu böyle oldu?, Şöyle olmalıydı.’ Demez. Neticede asıl insana ezelde yüklenen o cevher yâni eski aşk, gönülde farklı anlayışlara sebep olur elbette ki, böylece davranışlar yeniden şekil bulur.
‘Sen ya Tanrı nûrusun ya da Tanrısın; onun mazharısın. Şu dönen göğü Tanrı'ya lâyık görme, yıldızlarla ayda irâde, bir özgürlük var sanma. Güneşlerin güneşi sensin. Şu gök kubbede dönüp duran güneş başı bağlı bir topal eşek gibidir.’ Sen, Allah Teâlâ’nın şeref ve üstünlüğünü gösteren yeryüzündeki O’nun nûrusun, O’nun delîlisin. Böyle bir övgüye nâil olmak, insan için ne büyük bir pâyedir! ‘Gökte onca azametle dönen ay, yıldızlar, güneş dahi insanın büyüklüğü karşısında topal bir eşek gibidir’, benzetmesi yapılıyor. Buradaki topal eşekten kasıt, ibâdetleri eksik, noksan bir Müslüman dahi bir güneş kadar kıymetlidir, anlamındadır. Bilindiği üzere eşek gözü bağlı bile olsa ne tarafa çekilirse o yana gider. Yâni kişi neye bağlıysa o yöne gider. Kişi eğer Hakk’a bağlıysa içindeki cevherin farkındaysa o Cenâbı Hakk’ın yeryüzündeki nûrudur, diye vasıflanıyor.
Evet, Mevlânâ’yı anlamak zor fakat eğer mantık yürütülürse, insanın zihninde nice çağrışımlar yaptırarak sanki bir beyin fırtınası oluşturuyor. Kalbin perdelerini kaldırıyor. İçinin sesine kulak veren insan, hakikatin ince sırlarına erişiyor. Böylece davranışlarında biçimlenme oluyor, bedeninin her zerresi, Hakk’a erişmenin sonsuz saadetini tadıyor. Ah olabilsek… Hamken olmak Mevlânâ’nın sözlerini yaşamakla mümkün tabi…
Hayırlı, bereketli, nurlu, feyizli Cumâlar efendim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.