Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

HZ. MEVLÂNÂ’NIN İNSANA BAKIŞI -2-

HZ. MEVLÂNÂ’NIN İNSANA BAKIŞI -2-

Konya’nın âdeta markası olmuş Hz. Mevlânâ’nın insana bakışını incelemeye başlamıştık bir önceki yazımızda bitmedi, beter mi?,.. Devam ediyoruz efendim müsâdenizle;

Bilindiği üzere Mesnevîdeki kıssalardan alınan mesajlar insanı hayrette bırakır, hâdiseleri anlamayı kolaylaştırır, olanları hazmettirir. Mevlânâ Hazretleri kendini süfli duygulardan kurtaramamış insanı âdeta ham bir meyveye benzetiyor.

‘Ey kerem sâhibi dinleyiciler; bu dünya bir ağaca benzer. Biz de onun üstünde tam olgunlaşmamış meyveler gibiyiz. Ham meyveler ağacın dallarına daha iyi yapışmışlardır. Oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve, saraya ve köşke lâyık değildir. Ancak meyve olgunlaşıp tatlılaşınca ve görenlerin hoşuna gidince, dalları gevşek tutarlar, hemen düşüverirler. O saadet ve ikbalden adamın ağzı tatlanınca, insana dünya mülkü soğuk gelir. Dünya dalına sıkı sıkı sarılmak ve bir şeyde taassup göstermek hamlıktır.’ (Mevlânâ, Mesnevî, c.III, 1293)

Burada anlatıldığı üzere dünya ağacın dallarına, insan da, ağacın meyvelerine benzetiliyor. Bilindiği üzere ham meyve dalına sıkıca bağlıdır, kopmak bilmez ama olmuş, olgun meyve dalında beklemez hemen kopar, düşer. İşte aynen bunun gibi dünyâya sıkı sıkıya bağlı ham gönüller nefislerini yenip de bir türlü dünyâdan kopamazlar, kopmak istemezler. Olgun meyveler ise nefislerine yenik düşmeyip derhal dünyâdan koparlar. Çünkü onlar ‘insanı kâmil=kâmil insan’ olma yolunda ‘olmamış’ ‘ham’ değil ‘olmuş’ ruhlardır. Saraylar gibi en güzel yerlere en güzel ağız tatlandırıcı, olgun meyveler yaraşır öyle hamlar lâyık görülmez. İşte insan da ne zaman ağız tatlandırıcı yâni cennete ehil hâle gelince kemal derecesine inkilâp eder ve cennete lâyık vaziyet alır.

Ve insan, Cenâbı Allâh’ın latif isim ve sıfatlarını özünde taşıdığı cevher gibi bulundurur hâle yükselince, ‘ahsen-i-takvim’ sırrına erişmiş olur. “Ve't-tîn sûresindeki ‘Biz insanı en güzel şekilde yarattık.’ âyetini oku. Ey dost, en değerli inci candır. En güzel sûrette olan insan, hem arşın hem de düşüncenin üstündedir. Bu paha biçilmez şeyin değerini söyleyecek olursam ben de yanarım, duyan da yanar.” (Mevlânâ, Mesnevî, c.VI, 1005) Mevlânâ Hazretleri insanın hem maddi hem mânevî iki yönlü de, en üstün (ahsen-i-takvim) mertebede bulunduğunu bunun da ‘eşsiz bir değer’ olduğunu ifâde ediyor.

Büyük mânâ Sultânı, mahlûkâtı üç guruba ayırarak inceler: 1-Melekler 2-İnsanlar 3-Hayvanlar. Melekler, nurdan yaratılmış, ulvi varlıklardır. Hayvanlar da, suflî âlemdendir. Bu iki gurup birbirinden haberdar değildirler. İnsanlar ise her iki gurubun özelliklerini taşırlar ve her iki guruptan da haberdardırlar. Mevlâna Hazretleri bu görüşlerini şöylece dile getirir Mesnevi’sinde:

“Hadiste vârid olmuştur ki, Allah mahlûkatı üç türlü yaratmıştır. Bunlardan bir kısmı tamâmıyla akıldan, bilgiden ve cömertlikten ibârettir. Bunlar meleklerdir. Allâh'a secde etmekten başka bir şey bilmezler. Yaratılışlarında hırs ve hevâ yoktur. Onlar mutlak nurdurlar ve Allah aşkıyla yaşarlar. Diğer bir kısmı bilgisizdir... Hayvan gibi ot yer ve semirirler. Onlar, ahırdan ve ottan başka bir şey görmezler. Kötülükten de gâfildirler, yücelikten ve iyilikten de... Mahlûkatın üçüncü kısmı ise Âdemoğullarıdır, insanlardır. Bunlar yarı yaratılışları bakımından melektirler, yarı yaratılışları bakımından da eşektirler. İnsan yarısı ile süflîyyete, yarısı ile de akıl ve ulvîyyete mâildir. İlk iki kısım -yâni meleklerle hayvanlar- uğraştan ve savaştan uzak, rahat ve huzur içindedirler. Fakat üçüncü kısım -yani insanlar- ise her ikisine de aykırıdır ve azap içindedir.” (Mevlânâ, Mesnevî, c.IV, 1497)

Hazret; insanın hem fizikî hem metafizik âlemle irtibatlı olduğunu belirtirken, insanın yemesi-içmesi, nefsi arzular yönüyle madde âlemiyle alakalı bulunduğunu ancak insanın aslındaki nur cevheri yönüyle melekut âlemiyle irtibatli olduğunu ve bunun da gıdasının iman, ilim, ibâdet ve Hak aşkı olduğunu anlatıyor. Ayrıca Mevlânâ Hazretleri insanları imtihanları yönüyle de üçe ayırır:

“Bir kısmı mutlak varlık olan Allâh'a dalmış, kendini kaybetmiş olanlardır. Bunlar Hz. İsa gibi meleklere katılmışlardır. Bunlar sûrette insandır fakat hakikatte Cebrâil, yâni melektir. Kızgınlıktan, hevâ ve hevesten, dedikodudan kurtulmuşlardır. İkinci kısmı eşeklere dâhil olmuşlardır. Bunlar gazaplanırlar, tepeden tırnağa kadar şehvet kesilmişlerdir. Üçüncü bir kısmı kaldı ki, o kısma dâhil olanlar insanların bâzıları ile çatışırlar, yarı hayvan yarı insandır.” (Mevlânâ, Mesnevî, c.IV, 1505)

Bahsedildiği üzere 1.gurup Hz. İsa (a.s) gibi meleklere dâhil olmuş, melek ruhlulardır ki, bunlar şeklen insandırlar ancak bu guruptakiler, kendi gayretleriyle insânî heves ve arzularından kurtulmuş ‘kâmil insan’lardır. 2.gurupta olanlar gadap ve şehvet gibi hayvânî özellikleri ağır bastığından meleklik yönleri gelişmemiştir. Bunlarda suflî arzular hâkimdir. Bu guruptakiler nefislerine râm olmayı tercih ettiklerinden iman nûrundan mahrum kalmış kimselerdir. 3.guruptakiler ise her iki gurubun özelliklerini taşırlar. Bu iki zıtlıkla bunlar hep birbirleriyle çelişirler, çatışırlar.

Bütün bu misallere bakıldığında Mevlânâ Hazretleri, insan bünyesinde pek çok zıtlığı barındırdığını fakat insanın bunlardan dilediğini hür irâdesiyle değiştirip dönüştürebilecek donatıda bulunduğunu bizlere anlatıyor. İnsanın bunları özünde mevcut olan cevher ile başardığını hal ve kâl diliyle söylüyor.

Hayırlı cumâlar.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi