Ezan ve tabure
Gonya tabiriyle geçen haftanın hır gürü içinde kaybolup giden 2 konuyu gündeme getirmek istiyorum.
Birincisi Anayasa Mahkemesinin, evinin çevresindeki camilerden sabah saatlerinde ezan okunmasından rahatsız olan bir kişinin yaptığı bireysel başvuruyu kabul edilemez bulmasına ilişkin kararıdır.
İzmir'in Göztepe semtinde ikamet eden ve camilerden sabah saatlerinde ezan okunmasından rahatsız olduğunu beyan eden kişi hoparlörlerle yüksek sesli ezan okunmasından dolayı uykusunun bölündüğünü, mensubu olmadığı bir dinin ibadetine zorlandığını ve rahatsız olduğunu öne sürerek mahkemeye başvurmuştu.
Bundan kaynaklanan manevi zararının giderilmesi için idareye başvuran ve başvurusu reddedilen kişi, bu işlemin iptali istemiyle açtığı davaların da reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Anayasa Mahkemesi başvuruyu iç hukuk nedeniyle kabul edilemez buldu ve kararın gerekçesini Resmi Gazete ‘de yayımlandı.
Başvuruyla ilgili olarak Adalet Bakanlığının yaptığı savunmada Türkiye'de ibadete çağrı aracı olarak kullanılan Ezanın, İslam'ın tüm mezheplerince kabul edildiği, ayrımcı bir yönünün olmadığı, toplumun birçok kesimi tarafından içselleştirilmiş ve kültürünün parçası haline gelmiş bir uygulama olduğu, gelinen tarihsel süreç içinde ezan okunması hususunda devletin negatif yükümlülüğünün bulunduğu belirtmesi ayrıca mahkeme kararı kadar önemlidir.
Gündemin değişkenliği nedeniyle Milletin noktayı nazarında yeteri kadar yer almamış ikinci konu ise, taburede namaz kılmak veya tabur hatırına secdeden vazgeçmektir.
Malum uzunca bir zamandır camilerde tabure ve sandalyede namaz kılınıp kılınmayacağı tartışılmakta ve Diyanet'in her iki tarafa da meyletmeyen görüşü nedeniyle sandalye sayısı her geçen gün artmakta hatta camilerde arka bölümlerde sandalyede namaz kılanlar için hususi bölümler oluşturulmakta idi.
Maalesef Türkiye söylenildiği gibi bir gariplikler ülkesidir.
Hatta bu tür gariplikler sadece bizim ülkemizde olmaktadır.
Camilerde sandalye örneği bunun bir örneğidir.
Maalesef camilerde böyle bir furya başlatıldı ve ilk zamanlarda herkes sandalyesini getirip götürürken sonradan camilerde sandalye için özel bölümler ayrılır oldu.
Tıpkı sandalye meselesinde olduğu gibi birileri yeterince düşünmeden ve İslami hassasiyetler gözetilmeden bir furya başlatıyor ve sorgusuz sualsiz bu furya genişletiliyor.
Sandalye üzerinde namaz kılmak belki de çok iyiniyetli bir kişinin girişimi ile başlatılmış olmasına rağmen ve işin kolaylık yönünün ibadet yönünden daha fazla öne çıkarılması sonucunda, hastalık ya da rahatsızlıkların da bir ölçüsü tayin edilmediği için, toplumda pek çok kimse benimsemiş durumdadır.
Bazen öyle durumlarla karşılaşılıyor ki sandalyede namaz kılanlar ayakta namaz kılanlardan fazla olabiliyor.
Hâlbuki dinin emrettiğinin başka tabure kolaylığının başka şeyler olduğu anlatılsa idi eminiz ki kilise tarzı arka safa yapılan ahşap sıraları hiç yapılmamış olurdu.
Diyanet İşleri Başkanlığı her zaman olduğu gibi tolumun arkasında kalma âdetini yerine getirdi ve geç olsa da doğru bir karar alarak sandalye de namaz kılmanın uygun olmayacağı konusunda karar verdi.
Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığına bir görev daha düşüyor.
Müftülüklere bir genelge göndererek camilerden sandalye ve sıraları imamlarla cemaati karşı karşıya getirmeden kaldırma görevini yüklemelidir.
Israrla yanlışa devam edenler ise, sonuçta oluşabilecek hatayı ve günahı kendileri yüklenirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.